Abd-i pür-şerm ü hicap Vassaf’a zatın aşkına
Lutf idüp rahm eyle kim Rahmansın ya Rab meded
Hüseyin Vassaf, 8 Mart 1872, (10 Muharrem 1289) Çarşamba günü dünyaya gelmiştir. Babası Osman Efendi, annesi Fatma Emsal Hanım’ dır. 10 Muharrem’de doğduğu için babasının şeyhi Salih Efendi’nin oğlu Ahmet Zarifî tarafından kendisine Hüseyin ismi ve “İnşallah Vassaf-ı Muhammedi olur” duasıyla “Vassaf” mahlası verilmiştir. İbtidai Mektebi, medrese, rüşdiye ve idadi eğitimini bitirdikten sonra babasının vefatı üzerine gümrük müdürlüğünde memur olarak çalışmaya başlamış ve oradan da emekli olmuştur. Ömrünün kalan yıllarını tasavvufi ve ilmi hayata adayan Vassaf, elli yedi senelik çok da uzun olmayan ömrüne otuzdan fazla eser sığdırmıştır. En önemli eseri beş ciltlik Sefine-i Evliya’dır. Gülzar-ı Aşk, Vakıat, Hatıra-i Hicaziyye, Suriye’de Bir Cevelân, Vesiletü’n-Necat eserlerinden bazılarıdır.
Hicaz Hatıratı kitabının giriş bölümünde, Hüseyin Vassaf Efendi’nin kendi ifadesiyle;
“Bundan 6-7 sene evvel Halvetiye’den Şeyh Abdüllâtif Bursavî (k.s.) hazretlerinin Fütuhat Kenzü’l Kur’an namındaki tefsiri şerifini mütalaa ile ve bunda bi’l münasebe yazılmış olan Muhabbet-i Muhammediyye hakkındaki bahs-i mahsus ve esrar-ı hacc-ı şerife dair olan makale-i lâtife kalb-i hakiranemde canibi Hicaz’a büyük bir şu’le-i ışk uyandırmıştır.”
Kitap, Hüseyin Vassaf Efendi’nin bir rüyasını anlatmasıyla başlar. Rüyasında Medine-i Münevvere’ye gittiğini ve Peygamber Efendimiz’i ziyaret ettiğini görür. İştiyakı daha da ziyade olur. Nihayet Hacı Nuri Bey ile birlikte deniz tarikıyla hacca gitmeye karar verirler. Hazırlıklar kısa sürede görülür. Biletler alınır ve cümle ehibba ile vedalaşırlar. Hava muhalefetinden kaynaklanan birkaç gün gecikmeyle 2 Ocak 1906 Salı günü vapur hareket eder. İstanbul yavaş yavaş ufukta kaybolur. Karlı bir havada Marmara Denizi’nde yol alırken gece yarısı bir gürültü olur. Telaşla güverteye çıkarlar. Vapur bir kayaya çarparak hasar almıştır. Yarım yol ile Gelibolu’ya ulaşıp demir atarlar. Vapur orada tamir edilecektir.
“Gelibolu’ya çıkıp gezmek ve Sultanü’l Aşikin, Kutbu’l Arifin Yazıcızâde Muhammed Efendi ve biraderi Ahmed Bican Efendi Hazeratı’nı ziyaret ile taleb-i şefaat eylemeye karar verdik. Hava açmış şems-i tâbân eşia-i nuruyla etrafı tenvir eylemiş idi. Bir sandala rakiben şehre çıktık. Seyyidü ehli’l-garamet-i ve’l uşşak, erbabi’l-muhabbet-i ve’l-iştiyâk Yazıcızâde Muhammed Efendi Hazretleri sekizinci asr-ı hicri meşâhiri evliyasından olup Gelibolu’ya yakın Malkara muzâfâtından Kadıköyü’nde şems-i vücudu tulu’ edip alem-i dili tenvir ettikten sonra 1451 senesinde Gelibolu’da gurûb eylemiştir. Hudâvendigâr Gazi Hazretleri’nin zaman-ı ulyâlarında sefaretle Mısır’da bulunmuş sonraları cezbe-i aşk-ı ilâhi ile mest ü medhuş olarak terk-i memuriyetle tecerrüd alemine girmiştir. Tercüme-i hali ciltler teşkil edecek derecede vasi’ ve o derece de mühim olan bu zat-ı âli-kadr Hazreti Bayram Veli kaddesallahu sırrahu’l-celileden feyz ve irşada mazhar olup daha sonraları deryâ-yı aşk-ı Muhammedi’ye dalarak mahv-i vücud eylemiştir. Ümmet-i İslâmiyye’nin elinde medar-ı zinet olan Muhammediye nâm eser-i bihterinini Fahr-i Kâinat Efendimiz Hazretleri’nin emr-i celil-i risalet- penâhileriyle yazmıştır. Ka’b u kemâlâtına evliya-yı kiram bile hayran ve mahsul ü aşk u irfan olan Muhammediye’si rütbe-i ulviyyesine burhan-ı belîğu’ beyandır. Türbe-i şerifesi mamur ve müzeyyen olup ruhaniyet-i azime vardır. Ve hele râyiha-i tayyibesinden insan gaşy olur.”
Yanardı nâr-ı hicrinle nice demden beri Vassaf
İrişdi bezm-i vuslat kıl inayet Yazıcızâde
“Koca sultanı esna-yı ziyaretteki inşirâh-ı derûn vasfa sığar şey değildi. Türbedar efendi mihrâbın üstünden bir çekmece alıp ihtirâmât-ı azime ile bir sehpânın üzerine koydu. İpek ve sırma işlemeli bohçaları salât ve selâm ile açmaya başladı. Üzeri yeşil canfesten kaplı dört parmak kalınlığında bir kitap çıkardı. Ve Yazıcızâde’nin kendi kalemiyle yazdığı ve ravza-i seniyye-i Muhammediye takdim eylediği “Muhammediye” nam te’lif-i güzini olduğunu ve nazar-ı tashih-i peygamberden geçtiğine delâlet eden çizgiler bulunduğunu bi’l-beyân açtı gösterdi. Hind abadisi ipek kâğıt üzerine nesih olarak yazılmış pek itina edilmiş bir eser-i âli olduğu görüldü. Orta yerinde bir sahife çevirdi. Kavrulmuş gibi bir renk iktisab etmiş yazıları gene okunacak derecede görünüyordu. “İşte çektiği âh-ı âteş-nâk ile kavrulan sahifedir.”dedi. Bu sahifede muharrer olan ebyat medhiyye-i celile-i hazreti peygamber-i zişândan ibarettir.
“Elâ ey server-i mahbub mine’l- eyni ile’l-eyni” mısraıdır.
Bunu yazdığı zaman nâr-ı aşkın dil-i mecruhundaki tesirat-ı kaviyesinden bir âh-ı âteş-feşan çekip zeban-ı âhıyla bu sahife kavruluvermiş.”
Vapurun tamir edilmesinden sonra, Ege denizi’nden geçerek Akdeniz’e çıkarlar. Beyrut, Sayda, Port Said, Süveyş ve Kızıldeniz yoluyla Cidde’ye ulaşırlar.
“Vapur halkında telâş vardı. Çünkü bugün mikat mahalline gelmek üzere olduğumuzdan adet-i şer’iyye üzere gusledip ihrama girilmek lâzım idi. Hava biraz sükûnet bulma arzusunda idi. Bir hikmet-i hafiyye-i ilâhiyyedir. Bu kadar kulu, bugün tarik-ı rızaya çıkmış ihram giyeceğinden onları üşütmek istemediği sırrı zahir olmuştur.”
Çileli bir kervan yolculuğundan sonra Mekke-i Mükerremeye vasıl olurlar.
“Harem-i Şerif’e gitmek üzere kalktık. İşte bu zaman yüreğime bir yanmadır arız oldu. Cenab-ı Allah’ın ulviyyetini ve bu abd-i kemterine karşı olan inayeti ve sâye-i Rabbani’de şerefi ziyaretle bulacağım devleti düşündükçe aklım perişan aza-yı vücudum lerzan olmuş idi.”
Harem-i Şerif’deki ziyaretlerinin hitam bulmasıyla Safa ve Merve arasında say eylemek üzere Babu’s-safa’dan çıkarlar.
“Babu’s-safa’dan çıktık, karşımıza tesadüf eden bir sokaktan 20-30 adım kadar gittik, bir mahalleye vasıl olduk.’ Burası zaman-ı saadette ümmet-i İslâmiyenin 39 kişiye bâliğ olduğu ana kadar ibadet-gâhı olan mahaldir ki Darü’l-makrame derler’ deyüp Hazret-i Bilâl-i Habeşi (r.a.) makam-ı mahsusunu da gösterdi. Malum-ı erbab-ı irfan olduğu üzere ehl-i İslam bidayet-i halde küffar-ı Kureyş’in ezasından dolayı pek cefa içinde idiler. Bu sebepten vecaib-i diniyeyi ifada izhar-ı hal etmezler ve Resulü Ekrem Efendimiz bu makam-ı mübarekte toplanırlar idi. Ta ki Hz. Ömer (r.a.) efendimiz küffar-ı Kureyş tarafından elçi suretinde buraya gönderildikte Hz. Ömer tesir-i nazar-ı peygamberi ile İslam’ı kabul edip ehl-i İslam mikdarı kırk kişiye bâliğ olunca Harem-i Şerif’e gelip Hz. Bilal’e ezan okutarak alenen namaz kıldıkları zamanı ihtar eden bu mahall-i âlide teberrüken iki rek’at namaz kıldım.”
Hüseyin Vassaf daha sonra Mekke-i Mükerreme’nin ve Kabe-i Muazzama’nın tarihini anlatır.
“İbn Abbas (r.a.) Efendimiz’in rivayetiyle, Kâbe-i Mükerreme’nin yüksecik bir yerde bulunduğunu, melaike-i kirâmın burasını ziyaret ettiklerini, Adem (a.s.) ve Hz. İbrahim (a.s.) kıssalarını nakleder. Ferman-ı hüda üzere Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Hacer’i oğlu İsmail ile birlikte Bi’r-i zemzem mevkine bırakır: Hz.Hacer: ‘Bizi kime bıraktın da gidiyorsun?’ diye nida-yı tehassür içinde perişan iken savt-ı İbrahim ‘Sizi Allah’a bıraktım.’ Diye aksi endaz oldu. Bütün cibal ve badiyeler, bütün sûkun ve tenhai bu macera-yı tenazuru dinliyorlardı. Hacer’in dehan-ı ra’şedarından ‘Öyleyse git, o bize kâfi ve kafildir.’ Teslimiyet-i südur eyledi. Binlerce hakikat bu kıssanın perverde-i maneviyetidir. Zira beşeriyet bu suzişli firak arasında tezahür eden lem’a-i hubb-i aileden müstenir olalı binlerce sene olmuştur.”
H. Vassaf, refiki ve rehber ile birlikte Mekke’yi gezerler. Hz. Haticetü’l Kübra (r.a.) ‘nın hane-i saadetlerini ziyaret ederler. Gezdikleri yerlerin resimlerini çizmek suretiyle anlatan müellif, okuyanın daha iyi anlamasını murad etmiştir. Mübarekleri ziyaret esnasında ettiği duaları okuyucu ile paylaşır.
“Ey Allah’ım! Kulun Fatımatü’z-Zehra ve çocukları Hasan Hüseyin aşkına ve hürmetine işlerimizi kolaylaştırmanı, kalplerimizi ferahlatmanı, amellerimizi hayırla sonuçlandırmanı istiyorum.”
“Ey Allah’ım! Kendisinden razı olduğun ve gök vahyinin emini kıldığın Muhammed Mustafa hürmetine kalplerimizi seni müşahede etmekten ve sevgini senden uzaklaştıracak her türlü kirlerden temizle. Bize ehli sünnet ve’l cemaat üzere olmayı nasip eyle. Ey kerem ve celal sahibi Allah’ım, bize huzur ve mutlulukla huzuruna varmayı nasip eyle.”
Daha sonra eâzım-ı rical-i sufiyyeden Ebu Talip Mekki hazretlerinin türbe-i şeriflerini, kutb-ı aktab-ı cihan Hz. Abdülkadir Geylani (k.s.)’nın çilehanelerini ziyaret ederler. Cennet-i Muallayı, Hz. Hatice ve Hz. Amine validelerimizin hab-gahlarına avdet ederler. Çarşıyı gezip dolaşırlar. Lakin Hüseyin Vassaf’ın teveccühü sahaflar çarşısınadır.
“Sahaflar çarşısında pek çok kütüb-i nefise görülmüş ve hatta hadis ve tasavvufa müteallık bazı nadirün-nüsha âsâr teberrüken alınmıştır.”
Medine-i Münevvere’ye doğru yolculuk başlamıştır. H. Vassaf Efendi’nin yüreğinde heyecan yüz gösterir.
“Kuve-i cazibe-i muhabbet biz abd-i ahkarları merkeze doğru çekmeye başladı. Nesim-i muhabbet kû-yı canandan esiyor. Meşam-ı canımıza isal eylediği rayiha-yı tayyibe ile bizleri mest ediyordu. Aşkımda büyük galeyan zuhura gelmişti. Aşk insan için büyük nimettir ki maksûduna isal edecek en kısa yoldur. Kafile henüz hareket etmemişken ruhum kestirme bir yoldan Medine’ye varmıştı.”
Her ruz u şebim geçmede isyan ile sad âh
Kurtar beni ey zat-ı keremkâr-ı Muhammed
Yüz sürmek için ravzana âh iderim âh
Doğmakda dile dem-be-dem esrar-ı Muhammed
Ahkâr kulu Vassaf-ı şefâat- haha
Yadı füyuzât olur ezkar-ı Muhammed
Muhabbetin ve hasretin hararetiyle yol çok uzun gelir. Hz. Osman Şems’den, Nabi’den ve Hz. Sezai’den beyitler okuyarak aşkla yanan, hasrete tahammül edemeyen yüreğini ferahlatmaya çalışır.
Ya Rab reh-i maksudumu pâyana yetişdir
Yani dil-i divanımı cânâna yetiştir
Cûlar gibi taki dolaşam vadi-i hicri
Bir sahili yok lücce-i ummana yetişdir
Sermest-i mey-i aşk olarak ortada kaldım
Ey saki-i vahdet bana peymane yetiştir
Çok şükür sürdüm yüzüm hâk-i cenab-ı Ahmed’e
Bin salât ile selâm olsun o zat-ı esade
Mazhar-ı eltaf-ı Hak oldum girince ravzaya
Cezbedar oldu dil-i şeyda nebiyy-i ecvede
İntisab etmekle zahir oldu zevk u şevk u aşk
Aşık-ı avareyim mahbub-ı Rabb-i emcede
Matla-i envar-ı feyz olmuş mualla ravzası
Hal-i vecd ile erişdim bir hayat-ı sermede
Asitan-ı Ahmedinin kemteri Vassâf için
Bezm-i vuslat hasıl oldu arz-ı hâl ü maksada.
“Heybet-i saltanat-ı Muhammediyyeyi akl-ı beşer idrakten acizdir. Şu kadar ki insan-ı kamil olanlar istidatları mertebe vakıf olduklarından her birinin esnây-ı ziyarette dûçar oldukları haller kütübü muteberede menkuldür. Mesela İmam-ı Azam Efendimiz Babu’s-Selâmın önüne kadar 27 defa geldiği halde bir türlü içeri girememiştir. İmam Malik Efendimiz dahil-i Medine’de merkeb-süvar olmamış, tazimen ayakkabı giyememiş, daha bu gibi nice haller görülmüş.” “Hücre-i muattarada Cenab-ı risalet penah, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer defin-i hak-i ıtır-nakdir.”
“İnsan ne kadar ekabire karib olsa o kadar mertebesi âli olur. Ve haceti mukzi olur. Mü’min ise eşedd-i ihtiyac ile muhtac olduğu şefaat-ı nebeviyyedir. Onun için ravza-i muattara-i mutahharayı ziyaret eden ümmet-i Muhammed şefaatle mev’ûddür. Ahiretin kapısından dünya istemek caizdir. Ama ehem olan ahireti taleb etmelidir. Yahut Kur’an da varid olduğu gibi ikisini de cem edip haseneyn ehli olmaktır. Emr-i dünyaya hasene itlakı meta-ı belağ olmasıyladır. Yoksa sırf dünya talebi hasaret ve belki o kapıda lisana getirmek ayn-ı kabahattir. Server-i Beni Âdem (s.a.v.) Efendimiz mazharı ism-i rahmettir. Dergâh-ı risalet-penahı ekremileri dareyn kapısıdır. Cemii metalıp oradan husule gelir. Talip olan onu bilsin veya bilmesin herkesin muktezayı istidat ve himmeti ne ise matlubu da odur. Ey aşıklar gelin, bab-ı Rasul-i ekremde o nur-i çeşm-i ümmet olan sultanu’l –enbiyayı dileyelim. Zira her matlab bir dileğe râcidir. Uluvv-i himmet mukteza-yı iman-ı kâmildendir. Nice insanlar dünyayı bulup ahireti bulamadılar. Nice insanlar ahireti bulup Hakk’ı bulamadılar. Zira Hakkı, Rasulullah ve varisi ulum-i Rasulullah kapısından aramadılar. Eğer bu suretle arasalar âşık olurlardı. Aşıkın matlabı ise Allah’tır, masiva değildir. Şefi-i usat-ı ümmet efendimiz hazretlerine gerek huzurda gerek gaibte sâlat ve selâm olunmak nasla sabittir. Salavat ruhaniyetlerine; selâm cismaniyetlerine nazırdır. Zira hala kabr-i enver-i Muhammedilerinde cism-i latifleri ter ü taze ve berzaha layık olan vecihle hayat-ı sahiha ile haydır. Bu sebebe mebni ümmet-i merhûmenin daima salat ve selâmı zat-ı şeriflerine muttasıldır. Her bir nefesten bir ruh bulurlar. Daima ter ü taze kalırlar. Bu sırr-ı ilahidir ki onlara ruh-i külli derler. Zira cemii ervahın esrarını câmi’dir. Nazar eyle ki derya nehir gibi değildir. Nehrin suyu kesilip harap olur. Ama derya ilâ-yevmil-kıyame baki ve cümle bihar o bahr-i muhitten müstefizdir.”
Gülşeni-i, Uşşâkî-i Halveti Hüseyin Vassaf tarafından yazılan Hicaz Hatıratı çok yönlü bir eserdir. Verdiği bilgiler 1906 yılındaki Osmanlı coğrafyasına ışık tutar. Diğer yandan kutsal topraklarda yaşadığı tecrübeleri tadına doyulamaz bir derinlik ve lezzette okuyucuyla paylaşır. Hacca gitmeye niyet edenlere gitmek isteyip gidemeyenlere kitabı tavsiye ederiz.
Peygamber Efendimiz’in, kitapta adı geçen zevat-ı kiramın ve Hüseyin Vassaf Efendi’nin ve Cemil Çiftçi Hocamız’ın ruhaniyetlerine selâm olsun.
Kaynakça:
Hicaz Hatıratı-Haz. Cemil Çiftçi-Kurtuba Yay. adlı eserden istifade ile hazırlanmıştır.
Nursema Maraşî