Hüseyin Vassaf merhum 1872 yılının 10 Muharrem'inde İstanbul’da dünyaya teşrif etmiş anne babası salihlerden olduğu için çocuğun ismini dostları olan kâmillerden birisi “Hüseyin” koymuş. Kulağına ezan-ı kameti okuduktan sonra da “Vassaf-ı Muhammedî olsun” buyurmuş. Küçük Hüseyin bu kelâmı o günden duymuş olacak ki kısa zamanda muhibbi Muhammedi az zaman sonra da “Mahbub ve Maşuk-u Muhammedi” olmuş.
Zamanın bütün kâmillerini tanımaya kendi tabiriyle “şitaban” olmuş yani koşarak gitmiş. Birçok ârif ve kâmili yakından tanımış, sohbetleriyle müşerref olmuş. Ve bu zevki etrafına da neşretmeyi gaye ve vazife edinmiş. Zamanıyla kalmamış, pek çok geçmiş azizanı da 20. yy’ a tekrar davet etmiş. Bu bilgilerin bir araya getirildiği en hacimli 5 ciltlik eseri Sefine-i Evliya’sı tasavvuf konusunda bir irfan hazinesi olup halen araştırmalara da kaynak teşkil ediyor.
Daha sonra 15. Asrın vassaflarından olan Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n Necat’ını şerhederek Nâzım-ı muhteremi adeta canlandırmış. 877 sayfalık bu aşk kitabından ehli zevk ve idrak için kısa nakiller yapmaya çalıştık.
Zamanın ilimlerine vakıf âlim ve ârif bir zât olan Süleyman Çelebi (1351-1422) Bursa Ulu Cami’de imamlık yaparken bilgisi kıt bir vaiz “Peygamberler arasında ayırım yapmayız” ayet-i kerimesini tefsir sırasında “Bu âyet gereğince ben, âhir zaman Nebîsi Hz. Muhammed’i diğerlerinden üstün tutmam” demesiyle ilgili bir hadise cereyan eder. Bunun üzerine Süleyman Çelebi Peygamber Efendimiz’in büyüklüğünü anlatmak üzere “Vesiletü’n Necât (Kurtuluş Vesilesi) isimli manzumesini derakâb yazar.
Hüseyin Vassaf bu eserin değerini şu cümlelerle aktarır; “Bu manzume-i şerife o kadar dekayık-ı hakayık-ı camidir ki her bir beyti bir bahri bi-payandır. Kulak dolgunluğuyla onu şöylece okuyup geçivermemelidir. Her bir beytin mazmununu güzelce düşünmeli, anlamaya çalışmalı, nazım-ı muhteremine hissi hürmetle mütehassis olmalıdır.”
Vassaf merhumun Gülzâr-ı Aşk’ın girişindeki kasidesinden:
Umum ahvalimi teşrihten maksattır istimdad
Dahîlek ya Nebiyyallah sahabet ya Resulallah
Senin azat kabul etmez kulundur aşıkın Vassaf
Bu abd-i rû siyaha kıl şefaat ya Resulallah
Kasidem elde aşkın dilde geldim bab-ı ihsana
Dahîlek ey Habibi hazreti Hakk ya Resulallah (8 Ramazan 1343)
“Müşarünileyh Süleyman Çelebi hazretlerinin fazl-ı kemâli Yıldırım Beyazıd Han hazretlerinin mesmu-ı hümayunları olunca imam-ı sultani tayin buyrulmuş ve hayli zaman bu hizmet-i şerifeyi ifa eylemişlerdir”.
Mevlid-i Şerif 291 beyitten mütevellitdir. Hak Teâlâ Bahri, Viladet Bahri, Merhaba Bahri olarak üç bölümden oluşur. İlk bölüm:
Allah adın zikredelim evvela
Vacib oldur cümle işte her kula
Allah adın her kim ol evvel ana
Her işi âsân ede Allah ana
Her nefeste Allah adın de müdam
Allah adıyla olur her iş tamam
İsm-i pâkin pak olur zikreyleyen
Her murada erişir Allah diyen
beyitleriyle başlıyor.
Son bölüm:
“Ümmetinden râzı olsun ol mu’in
Rahmetu’llâhi aleyhim ecmâ’in”
beytiyle de hitama eriyor.
Vassaf merhum bunların şerhi sadedinde bazı nutk-u şerifler kaydediyor.
Aziz Mahmud Hüdayi’den; Diller acep hayran olur Esrar-ı zikrullah ile Yollar beyim asan olur Âsâr-ı zikrullah ile |
||
Dilden kederler dûr olur Mahsun olan mesrur olur Zülmet Hüdayi nûr olur Envar-ı zikrullah ile
|
Prof Dr. Sadettin Ökten Hocamız, Süleyman Çelebi’nin Mevlid-i Şerif’i için “Bu Osmanlı Devleti’nin manifestosudur (âleme beyannamesidir)” der. Mevlid-i Şerif’in aşağıdaki beyitleriyle zevkyâb olmanız dileğiyle…
Tut kulak evsafına ey yâr-ı dîn (51)
Bilesin kimdir o Fahrü’l-mürselîn
Hz. Nâzım-ı muhteremin bu beyti şerhinde Efendimiz'in dünyaya teşrif zamanı yaklaştıkça alametler gösterdiğini bir yerde şöyle anlatır:
Nitekim ‘Abdulmuttalib bir gün Harem-i Şerif’te yatarken ‘âlem-i menâmında “arkasından bir beyaz zincir çıkıp dört kol peydâ oldu. Bir kolu şarka, bir kolu garba, bir kolu göğe uzadı ve bir kolu da yere girdi. Nâ-gâh ben ona bakarken yeşil yapraklı gayet güzel bir ağaç oldu. Dünyada ne kadar meyve var ise cümlesi onun üzerinde mevcûd idi. Her dalının ucunda nurdan birer kandil asılmış, karşıdan bir bölük insan onun dallarına yapışmış” görür. Bu vâkı’asını ol vaktin icabınca kâhinlere varıp ta’abir ettirdi. Kâhinler, senin neslinden bir çocuk doğacak. Yer ve gök halkı ona iman getirecek dediler.
Didi gördüm ol Habîbün anesi (64)
Bir ‘aceb nûr kim güneş pervânesi
Hüseyin Vassaf’ın anlattığına göre; beş yüz sene evvel yazılmış bu manzumeyi halkın anlayabileceği bir lisanla yeniden bir mevlid manzumesi yazmaya başlamışlar. Ancak Bir ‘aceb nûr kim güneş pervânesi beytini izahta söz bulamayınca içlerinden biri elindeki kalemi yere vurup kırmış; “Böyle bir manzume-i mergûbeden daha rengînini değil, hattâ nazirini bile vücuda getirmek de mümkün olamaz” deyip cümlesini fikirlerinden vazgeçirmiştir".
Gökler açıldı vü feth oldı zulem (66)
Üç melek gördüm elinde üç alem
Alem, sancak, ‘alâmet manâsınadır. Hz. Âmine’den menkuldür. “Hak Teâlâ gözümden perdeyi kaldırıp hakikat-i eşyâyı gördüm. Üç melek ellerinde birer sancak olduğu halde geldiler.
Abdullah b.Selâm Hazretleri'nden mervîdir ki:
“Fahr-i âlem (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri'nin vilâdet-i seniyyeleri gecesi ‘ulemâdan biriyle beraberdim. Ol ‘âlim başını semâya çevirip atf-ı nazar eyledi ve bana hitâben ‘Ye’bne Selâm! Bu gecede Mekke’de benî-Arabî, anasından doğup âlemi pür-nûr eyledi.’ Dedi. Ben ise cevaben ‘bunu sana kim bildirdi?’ dedim. ‘Semada bir ‘azîm nûr gördüm ki dünyâ halk olunalıdan beri bir misli daha görülmemiştir’ cevabını verdi. Ben dahi odama girdim. Vakit, gece olduğu halde fi’l-hakîka odamın içinde yetmiş kadar mum yanmış gibi bir ziyaya tesadüf eyleim. Bu tarihi zabt ettim. Ba’dehu Mekke’ye geldim. Sustum. Hakikaten o ‘âlimin dediği sahih imiş, anladım” buyurmuşlardır.
Geldi bir ak kuş kanadıyla revân (90)
Arkamı sığadı kuvvetle hemân
Hz. Âmine validemizce semâdan burunları zümrüt ve kanatları yakut misali sürülerle kuşların hâsıl olduğu şerh edilen bahiste; “Buyurup ba’dehu bir Ak kuş geldi, kanadıyla ve kemâl-i kuvvetle arkamı sığadı” diye beyan eyler.
Mevlid merasimlerinde bu beyit okununca cemaat ayağa kalkar. Hanımlar da birbirlerinin arkalarını sıvazlar.
Ey cemâli gün yüzi bedr-i münîr (104)
Ey kamu düşmüşlere sen dest-gîr
Cemâl-i Muhammedî yüzlerin en güzelidir. Gören âşık cemâl-i bâ-kemâlin görmeyen âşık/ O gül-ruhsârâ bi’llâhi Hudâvend-i cihân âşık.
Cemâl-i Muhammedî'nin temâşâsına doyulmaz. Nâr-ı iştiyâk kimin kalbinde var ise o kimseyi tebrik etmelidir. İştiyâk muhabbet üzerine bir hâldir ki mahbûba vüsûl ile efzûn olur. Şöyle ki onun müşahedesine doymaz ve mütâlaa ettikçe mehâsini (güzelliği) artar. Bir insan gayet susamış olsa, deniz suyundan ne kadar içse, harareti teskin olmayacağı gibi bu hâle dûçâr olan da bi-aynihi böyledir. Tedkîk-i cemâl zevke mütevakkıftır. Kiminki kalbinde aşk-ı Muhammedî cây-gîrdir (yerleşmiştir). Onda sırr-ı cemâl-i Ahmedî vardır. Cemâl-i bâ-kemâl-i Muhammedîde Hz. Hakk’ın tecelli-i zâtı olduğu için pür-nûr ve pür-ziyâ ve âleme şa’şaa-endaz olmuştur.
Tıfl iken ol diler idi ümmetin (123)
Sen kocaldın terk edersin sünnetin
Ümmetim didi sana çün Mustafa (130)
Vir salâvat sen de ana bul safâ
Bu beyitlerde de sünnet-i seniyyeden bahsedilmiş; “Bâtıl yolunda olanlar Hak yolunda bulunanlara te’addî ederler. Azizim! Bu cümle çekilen zahmetler ve meşakkatler, gerek enfüste gerek âfâkta sünnet-i seniyyeye ittibâ etmemekten oluyor. Bir kavim sünnet-i Resûllâh ile hareket ederse her halleri güzel olur.
Sultanü’l-enbiyâ buyurmuş ki: Rûz-ı kıyâmette ‘âsi ümmetlerimi ağlayarak bırakmam. İzn-i Hak’la onlara da şefaat ederim. Şefaâte vesile muhabbettir. Muhabbete alâmet ise sünnet-i Resûl’e tebaiyettir”.
Nice büthâne nice deyr ü sanem (139)
Yıkılup küfr ehline virdi elem
Hz. Risaletpenâh Efendimiz'in doğduğu vakit birçok puthâneler, kiliselerin ve putların yıkıldığı küfr ehline de elem verildiği anlatılan bu beyitte nazım-ı muhterem Fahr-i âlem Efendimizin on iki yaşında iken amcası Ebû Tâlib ile ticaret vesilesiyle kafile halinde gittikleri Şam’da rahip Bahîrâ ile olan mülakatı anlatılır:
“Bahîrâ diye ma’ruf olan Cercîs nâm zâhid ve münzevi bir zât imiş. Kârbân gelirken bakıp görür ki kârbân ile beraber bir bulut da geliyor”. Kurumuş bir ağacın altında konaklıyorlar. Bir müddet sonra da ağaç tekrar yeşilleniyor.
Bahîrâ kendi ma’lumât ve keşfiyâtını bu hâlâta tatbik ile Hâtemü’l-Enbiyâ Hazretleri bu kâfile içinde ve mezkûr ağacın altındadır diye hemen bir ziyâfet tertîb ile Ebû Tâlib’i rüfekasıyla beraber hücresine da’vet etti. Ancak davetlilerin arasında aradığı âlâmeti göremeyince gelmeyen var mı diye sorar. “Küçük bir çocuk kaldı” cevabı verilince onu da davet eder ve sofraya getirilir. Bakar ki, enbiya ve ulemalardan mervi olan âlametler kendisinde mevcuttur. Hemen yanına alır ve “Sana biraz şeyler soracağım. Lât ve Uzzâ hakkı için doğru söyle” dedi.
Cenab-ı Fahr-i âlem ise “Lât ve Uzzâ’ya yemin verme. Zirâ benim ‘âlemde en ziyâda mağbûnum bütlerdir” diye buyurdu. Bunun üzerine Bahîrâ, Allahu Teâlâ Hazretleri’ne yemin verdi ve onun ahvâlini lâyıkıyla anlamak için soracağı şeyleri sordu. Aldığı cevaplar hep kjendisinin ictihâdını te’yîd ve itikâdını te’kîd eyledi. Ve bir takrîble Fahr-i âlem’in mübarek arkasını açıp hâtem-i Nübüvveti gördü ve kemâl-i edeb ve ihtirâm ile öptü.
Bâhîra emin olduktan sonra “Yâ Ebâ Tâlib! Bu çocuk enbiyâ ve mürselînin hâtemidir” der. Şam Yahudilerinin kâhinlerinden onu korumak için Şam’a gitmemelerini söyleyince Ebû Tâlib malını satarak geri döner
Hz. nâzım-ı muhterem Süleyman Çelebi Hz. ve Şanlı H.Vassaf ikisi de birer umman. İnşaallah dost sohbeti meclislerinde Gülzâr-ı Aşk okuma geleneğimiz ihya olur ve streslerimiz biraz azalır.
Bu maksatla, tahrik ve teşvik mahiyetinde birkaç yazı daha hazırlamak nasip olur inşallah.
Gene son sözü Süleyman Çelebi söylesin;
“Ola kim rahmet kıla ol Padişah
Ol kerimü ol rahimü ol ilah”
Mevlid şerhi Gülzar-ı Aşk Dr. Mustafa Tatcı, Dr. Musa Yıldız, Dr. Kaplan Üstüner tarafından yayına hazırlanmış ve H Yayınlarınca neşredilmiştir. Kendilerine şükran borçluyuz. Hz. Nâzımı muhterem Süleyman Çelebi, Hz. Şarihi Muhterem Hüseyin Vassaf ve diğer ism-i şerifi geçen zevatı minnet ve rahmetle anarız. Bizleri de onların feyzinden hisse-dâr etsin.
Arzu Bosnevi