Bizim arkadaş çevremizden dünyayı en çok gezmiş, gezdiği gördüğü yerler üzerine dikkatini en çok yoğunlaştırmış, izlenimlerini yazıya dökerek onları en çok kişiyle paylaşmış olan Nazif Gürdoğan’dır.
Rasim Özdenören
Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan, ilk eğitimine; sadeliğin, huzur ve bereket olduğuna inanan ebeveynlerle baba ocağında başlar. Kültürel, manevi zenginlik ile ruhu yoğrulur. Birçok siyasal sancılara şahitlik eden, sosyolojik gözlemi, toplumsal farkındalığı kazanan bir sosyal çevrede, ilk/orta öğrenim yıllarını tamamlar. Akabinde yükseköğrenimini İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği alanında taçlandırır. 1967’de mezuniyetinin ardından, Harvard Üniversitesi’nin destekleriyle kurulan, İstanbul Üniversitesi İşletme iktisadi Enstitüsünün uzmanlık programına katılır. Mühendislik formasyonu yanında, 1968 yılında ekonomi formasyonu da kazanarak mezun olur. Aynı yılın Ağustos ayı başlarında, 1972 yılına kadar devam edecek olan, Ankara’da Devlet Planlama Teşkilatı Proje Değerlendirme Bölümünde uzman yardımcısı olarak vazifeye başlar. Bu arada bir yıl İngiltere’de incelemelerde bulunur.
Erzurum Üniversitesi’nde 1972’de başlayan akademik çalışmaları, 1975 doktora, 1987 doçentlik, 1994’te profesör olmayı hak ederek, başarılı bir çizgide devam eder. 1976’da Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü’nde öğretim üyesi olur. Nihayet 1981 yılında Cidde Melik Abdülaziz Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev alır. Cidde dünya şehirlerinin kalbi, Kızıldeniz’in gözü… Hicaz bölgesinde Perşembe ve Cuma günleri tatildir. Gürdoğan ve çevresinde yaşayanlar, Cuma namazlarını Kâbe’de kılmaya ihtimam gösterirler.
Hicaz’dan Endülüs’e eserinde Gürdoğan’ın coşkun duyguları, akademik tecrübeleri, tarih, sosyolojik bakış açısı, iktisadi yorumlarıyla harmanlanır, kelimelerinde ışır:
‘’Dua sesleri Kâbe’de bir musiki gibi, hayatın her alanını doldurur. Namazlarda binlerce insan, Kâbe’nin çevresinde saf saf omuz omuza durur. Dünyada Müslümanlar merkezlerinde, Kâbe olmak üzere, günde beş defa açılan ve kapanan, devasa bir çiçeğe benzer. Öyle bir çiçek ki, diriliğini günün her anında korur. Yeryüzünde hiçbir an yok ki, Müslümanlar Kâbe’yi gözlerinin önüne alarak, namaz kılmıyor olsun. ‘’
Hicaz, Müslüman her bireyin hasretidir. Hac kuraları çekildiği vakit kimilerinin muştusu, kimilerinin bir sonraki çekilişe kadar hicranı, gönül yarasıdır. Dünyada başka hiçbir dinde bu coşkun duygu, birlik, beraberlik olgusu, kadim medeniyet tasavvuru yoktur.
Medine, hicret etmek zorunda olan bir Peygamberi misafir eden, insanlardan oluşan, insanların içinde yaşadığı ve şekillendirdiği kutlu mekândır. Bir Medine’ye sahip olmak başlı başına medeniyete sahip olmaktır. İslam medeniyetinin özgün farklılığının mihenk taşı Medine şehri, toplumsal düzen, inanç, ahlak, tarih, metafizik, varlık, zihniyet ve hayatın buluşmasının ilk modeli olduğu gibi dönüşmeden varlığını uzun süre hicretin ilk yıllarındaki gibi muhafaza etmesi ile tarihin öznesidir. Medine’ye sığınılır, huzurdur.
Mekke’den çıkılır, dönüşte tekrar fethedilir. ‘’Kâbe gerçeğin birliğinin, zamanla değişmezliğin simgesi. Dünyayla öteki dünyanın, birbiriyle buluşma ve birbirine açılma penceresi. Kâbe’de her insan sonsuz hayata açılan kapıda olduğunu bilir. ‘’
Hemen herkesin ruh dünyasında ayrı bir noktada duran Hicaz, Ersin Nazif Gürdoğan merceğinde farklı bir boyutta yansıyor. Birbirleriyle çatışan medeniyet değerlerinin iniş çıkışlarına dikkati çekerken, eksiklikler ne olursa olsun bardak metaforu ile bakıyor. Bardağın hep dolu tarafını görüyor. Dolu yanını görmeden, az bile olsa onun boş kalan yanının doldurulmasının kolay olmayacağı inancı ile yol alıyor.
İslâm medeniyeti ile seküler Batı medeniyetinin hesaplaşmasını gözler önüne sererken, ümitsizlik, karamsarlık, kötümserlikten uzak, iyimserliği yakalamaya çalışan gözlemler, izlenimler, değerlendirmeler ve yorumlarla okuyucusuna ışık tutmayı hedefliyor.
Birleşik Krallık’tan başlayıp Lefkoşe’den Londra’ya Giden Yol'a kadar, tam anlamıyla bir belgesel tadında, zengin birikimini tarihi derinlik perspektifinde sunuyor.
Seyahatnamenin son bölümü, kalp sızımız Endülüs gezi izlenimlerinden oluşuyor. Tarihi gerçeklikler, itiraflar, bir tür tarihi yüzleşme, hesaplaşmaya şahitlik ediyoruz. Bölgenin coğrafyası, tarihi, insan yapısı hakkında can alıcı tespitler dikkat çekiyor. Gırnata mahalle, sokak tasvirleri ile şehri, insanları görmüş hissiyatıyla okuma zevkinin doruklarına varıyorsunuz. Güzelliğin Hüzünlendiren Zirvesi Elhamra Sarayı’nı gezmiş kadar olurken, gözyaşlarımız, hüznümüz, umudumuz ortak…
‘’Endülüs’ün yeniden Hristiyanların eline geçmesiyle Gırnata ve Kurtuba meydanlarında, milyonlarca Arapça kitap yakılmış. Bunun için, Fizikçi Piere Curie: “Endülüs’ten bize otuz kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Eğer yakılan bir milyon kitabın yarısı kalmış olsaydı, çoktan uzayda galaksiler arasında dolaşıyor olacaktık.’’ diyerek, insanlık adına hayıflanır. Tarih Endülüs’te Müslümanlarla, Hristiyanlar arasında hem barış hem savaş tarihi olmuş.”
Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan ile kâh hayrete düşüp kâh bilgilerinizi tazeleyeceğiniz, kimi zaman duygusal iniş çıkışlar yaşayarak hüznü, coşkuyu doruklarda yaşayacağınız yine yeniden bitmeyecek yolların seyahatnamelerinden birisi olan Hicaz’dan Endülüs’e okuruna keyifli bir okuma tecrübesi vadediyor.
Hülya Günay