Hamza Yusuf Hanson, Washington doğumlu, Katolik bir Hristiyanmış. 17 yaşında iken geçirdiği trafik kazası ve girdiği koma sonrasında ölümle ve ahiretle ilgili araştırmaya girişmiş. Bu araştırma ve tefekkür sürecinden Müslüman olarak çıkmış. Şu ülkelerde medrese eğitimi almış: İngiltere, BAE, Cezayir, Moritanya, Suudi Arabistan, İspanya ve Tunus. Bu kısmı önemsiyorum, kalbinde aradığını bulmanın verdiği coşku ile bir yolculuğa başladığı görülüyor. Geçmiş dönemlerde ilim merkezlerine yapılan seyahatler akla geliyor. Daha sonra Kaliforniya’da önce hemşirelik sonra ilahiyat üzerine lisans ve ilahiyatta da doktora yapmış. Şimdilerde kurucusu olduğu Zaytuna Üniversitesi’nde İslâmi geleneği bilen, modern toplumu da tanıyan, adanmış, entelektüel ve ruhani liderler yetiştirme misyonu ile yürüyüşünü devam ettiriyor. Kitaplar, makaleler ve vaazlar ile davet sahasında koşuyor.
Hamza Yusuf, Kalbin Simyası adlı eseri Moritanyalı Şeyh Muhammed Mevlüd el Yakubi el-Musavi el-Moritani’nin “Mutahharatü’l Kulûb” adlı şiirinin tam 204 beytine düştüğü şerhler şeklinde yazmış. Şeyh, toplumda yaygınlaşan kalbi hastalıklara ilaç olarak sunduğu pratik tasavvufi öğütleri şiirleştirmiş. Şeyh Mevlüd’ün döneminde yaygınlaşan kalbi hastalıklar da ilaçları da hala güncel. Hamza Yusuf da şiirin beyitlerindeki manaları açığa kavuşturma gayretinde. Ayrıca çevirmen de “Hasta gönlüme nazar kıl, kalbime sensin deva” diyebilmek için bu çeviriyi yapmış.
Kalbin arınması ne kadar önemli!.. Bazen işin fıkhi boyutuna, siyasi tarafına, bazen de teşkilat tarafına fazlaca odaklanıyoruz. Oysa “kalp” imanın merkezi, kaynağı, olmazsa olmazı. Kalbin ıslahını tesadüfe bırakamayız. Kalp hayatımızı canlandıracak adımları tefekkür etmemiz, istişarelerde gündem etmemiz ve hayata geçirmek için pratik uygulamalar yapmamız kurtuluş için hayati önemi haiz.
Her birimizin aslında iki hayatı var. Biri dışardan görünen, yakinen bilinebilen hayatlarımız. Rutin olaylar ve akışlar, sebepler ve sonuçlar, neşe ve hüzün, hedeflerimiz. Yapıp ettiklerimizle ve kazanıp kaybettiklerimizle dolu hayatımız. Bir de kalplerimizin içinde olup bitenler var, ikinci hayatımız. Bu hayat çok daha önemli. Said Nursi Hazretleri İkinci Lem’a’da konuyu fevkalade izah ediyor, mealen şöyle: “Hz. Eyüp’ün hastalıkları gibi kalbi hastalıklarımız var, içimizi dışa çevirsek Hz. Eyüp’ten daha fazla yaralar göreceğiz, üstelik onunki sadece şu fani dünya hastalığı, bizimki ise ebediyetimizi tehdit ediyor. Kalbin o yaraları bizi zikirden uzaklaştırıp küfre yaklaştırıyor çünkü her bir günahın içinde küfre giden bir yol var, bunlar tedavi edilmezse bir yılan gibi kalbi ısırmaya, yaralamaya devam ediyor.”
Hamza Yusuf’un yaklaşımları tasavvuf ile selefi ekol arasında vasat bir çizgide seyrediyor. Uzun süredir kendisini takip ediyorum. Bilhassa manevi hayatımız açısından bidate, hurafeye kaçan bir noktaya pek rastlamadım. Güçlü manevi önerilerini ve tarzını çok beğeniyorum. Kitabında da ilim ve irfandaki derinliğini hissettiriyor. Yumuşak ve vasat üslubu belirgin. Teorik bilgisi dopdolu, pratik tavsiyeleri sahadan ve etkili. Allah’a yakın olmaya teşvikinde coşkulu ve arzu dolu.
Edepten başlıyor, cimrilik, dünya sevgisi, ucub, öfke, kin ve istihza gibi yirmi beş kalbi hastalığa değiniyor. İzahatlarında düzenli olarak İmam Gazali’ye atıflar yapıyor. Her bölümde önce Şeyh Mevlüd’ün konuya dair şiirinden beyitlerle başlıyor, sonra yorumlarına geçiyor ve hastalığın tedavisi ile ilgili tavsiyelere yer veriyor. Kullandığı örnekler, deliller, izahatlar gayet temel hususlar, ifrat göze çarpmıyor, konuyu derinleştiriyor ama vasatı koruyor, şeriatın sınırlarının ötesinde birtakım bilinmezlere yelken açmıyor.
Bir örnek vermek gerekirse öfke bölümünde şunları söylüyor: “İbn Teymiyye’ye göre Müslümanlar, Allah’ın gazabından kurtulmaya ya da Allah’ın rahmetine erişmeye uğraşırken aşırıya gidip yoldan çıkabilirler… Dengeyi tutturmak için İmam Şafii’nin tavsiye ettiği gibi zahirde şeriata sıkı sıkı tutunmak, batında ise sûfilerin neşesini taşımak gerekir. Müslümanlar birbirleriyle olan münasebetlerinde sertliğe ve şiddete değil, müsamaha ve merhamete meyilli olmalıdırlar.”
Hastalıkları anlatırken günümüze dair örnekleri güzel konumlandırıyor, zihin açıcı bir tefekkür gerçekleştiriyor. Birçok bölüm tümüyle bir okuma parçası olarak İslâmi derslerde değerlendirilebilecek kuvvette.
İslâm nuruyla aydınlanmış bir kalp medeniyetiyiz. Anlama, bilinç, iman, hikmet, ilim, irfan, hakikat veçheleri ile tam bir kalp medeniyetiyiz. Vakıf kültürümüzü ayağa kaldırdığımız gibi derin okumalar ve pratiklerle, oluşturacağımız modellerle kalp medeniyetimizi de canlandırmak zorundayız. İslâmi hareketin geleceğini burada görüyorum. Batıda bu meselelerin davet alanına bize göre daha fazla ve güzelce yansıdığını görüyorum. Batıdaki ihtida nehrinin capcanlı akışındaki en temel sırrın bu olduğuna inanıyorum.
Kitabın hiç unutmak istemediğim kısmı şöyle: “Sidi İbn Aşir ‘Bu hastalıkların tek gerçek ilacı tamamen içten bir yalvarışla Allah’a iltica etmektir.’ demiştir. Burada kastedilen uçurumdan düşmek üzere tutulan bir ipe sarılırcasına acilen Allah’ın merhamet ve hidayetine sığınmaktır. Kulluğa yakışır şekilde Allah’tan şifa dilemektir. Mühtedilerin çoğu, Müslüman olmadan hemen önce kendilerine yol göstermesi için bütün kalpleriyle Allah’a yalvardıkları bir an olduğunu söylerler… Bu içten yakarışın sonrasında önlerindeki yol apaçık bir hâle gelmiş ve kolaylaşmıştır… Böyle bir hâle rahat ve soğukkanlı bir şekilde ulaşmak asla mümkün değildir. İmam Mevlüd’e göre Allah’a yalvarırken denizde boğulmak ya da çölde telef olmak üzere olan biri gibi olunmalıdır…”
Müellif sonra Cat Stevens’in okyanusta yaşadığı boğulma tehlikesinin ardından İslâm’a yönelişini anlatıyor. Hamza Yusuf’un kendisinin 17 yaşında geçirdiği kaza ve koma sonrası İslâm’a yönelişini hatırlıyoruz. Aniden gelecek ölümü, kıyameti, mahşeri düşünüp sıratı ve cehennemi hayal ediyoruz. Denizde boğulur gibi çığlık çığlığa dualara muhtacız, hakikaten. Allah’ım bizi affet, bize hidayet et, bizi kurtar!
Mustafa Körkün Tarhanacı