Hani seni yaratana karşı amelin, ibadetin?

Mostarlı Ziyâi, 1571’de yazdığı Kenzül Esrar (Sırlar Hazinesi) adlı mesnevisinin sebeb-i telifinde kendi nefsine öyle bir seslenmiş ki… Sefa Toprak o beyite dikkat çekiyor…

Hani seni yaratana karşı amelin, ibadetin?

Konuşmak ve söz söylemek aslında büyük bir meseledir. Öyle ki kişinin söylediği sözden o kişinin ilmine ve irfanına pay çıkaran bizim toplumumuz için söz söylüyor olmak aslında düşünüyor olup olmamanın bir tezahürüdür. Onun içindir ki bizim klasik metinlerimizde şiirlerimiz kadar nesirlerimiz de ipe dizilmiş inci misalidir. Bu söz incilerini dizen ediplerin ne söylediklerinden önce nasıl söylediğine bakılıyor olması da sözün hikmetle olan münasebetiyle alakadar olmuştur.

Temsilde hata olmasın diyen eskilerin ifadeye verdikleri önem, onların günümüzden daha ince ve zarif bir hissiyata sahip olmalarını sağlamıştır. Şiir onların yaşantılarında seçkinci bir yapı olmaktan ziyade yaşamın ayrılmaz bir unsuru konumunda olmuştur. Yetişen yeni nesillerin olgunluğu dahi dinlediklerinin olgunluğu nispetinde olmuştur.

Eskilerin derin ırmakları varmış gürül gürül akan, köpük köpük dökülen. Bugün biz ırmağın gözesinden oldukça uzaklardayız. Tarihle mukayese edilemez bir avareliğimiz var, ne taraftan tutsak elimizde kalır bir yanımız. Hal böyle iken, söylediğimiz sözlerin kifayetsizliği ve halin tercümesine yetmemesi de oldukça olağan bir mesele olarak kalıyor elimizde. Sözlerimiz nedendir bilinmez bizi ve meramımızı ifade etmeye yetmiyor. Eli kalem tutan erbabın dahi en verimli çağları olan gençlik yılları bir iki deneme çalışması ile es geçilirken ancak kırkına varıldığında yazılanlardan olgunluk tadı geliyor. Bu çağ bizim olgunluğumuzu dahi sonlara bırakıyor. Hâlbuki eskiden yaşı yirmiye değmiş birisi artık gençlik hevesatından çıkıp ihtiyarlık sabahına doğru yol aldığını düşünürmüş.

“Şiir gazel söyledin amma adını ebedî kılacak amelin nerede?”

Bunun güzel bir örneğine Mostarlı Ziyâi’nin 1571’de yazdığı Kenzül Esrar (Sırlar Hazinesi) adlı mesnevisinde rast geldim. Ziyâi, mesnevisinin sebeb-i telif kısmında kendi nefsine hitaben “kendi kendime dedim ey miskin/ sene-i ömrin olupdur işrîn/ uşda işrîne erişdi yaşun/ oldı nefs ile heva yoldaşun” şeklinde sitem etmektedir. Henüz yirmi yaşına yeni basmışken kendi nefsini sigaya çekip, “ey gafil işte yaşın yirmiye geldi bunca yıl heva ve heves senin yoldaşın oldu. Hâlbuki ömür dediğin hava ve su gibidir, buna nasıl dayanıp sırtını verirsin. İşte saçın ve sakalın çıkmaya yüz tuttu ama sen hale gaflettesin; hani seni yaratana karşı amelin, ibadetin? Mahşer günü senin halin ne olacak, peki diyelim ki şiir gazel söyledin amma adını ebedî kılacak amelin nerede?” diye soran Ziyâi için artık irfan denizinin incilerini dizme vakti gelmiştir ve yirmi yaşında Kenzül Esrar adını verdiği hikmet dolu 1565 beyitlik mesnevisini kaleme almıştır. Bugün bu yaşlarda hâlâ oyunda kalan yirmili yaşlardaki bizlerin, eskilerin bizim yaşımızdayken yazdıklarını dahi okumaya gücümüzün yetmiyor olması o günden bu güne olgunluk yaşımızın ne denli değiştiğini göstermekte.

Ziyâi’nin bu eseri Fatih Başpınar ve Ömer Zülfe hocalar tarafından incelenip günümüz Türkçesine aktarılmış. Böylece Semerkand Yayınları’ndan çıkan bu eserin aslına vukufumuz olmasa da içindeki mana incilerine ermemize olanak sağlanmış.

Sadece şiir yazmak amacında olmayan Ziyâi, mesnevisini yazarken beyitler içinde sıkça zikrettiği duanın kabulü ile Allah’ın rızasına ermeyi arzulamış yirmi yaşındaki bir genç olarak, bugün bize durup kendi amel ve emellerimizi yeniden gözden geçirmemizi öğütlüyor.

Gencecik yaşta vefat etti ama ardında büyük bir eser bıraktı

Allah’ın adıyla başladığı sözlerinde besmeleyi anlatmaya ancak 37 beyitte karar kılabilen Ziyâi, besmelenin hemen ardından Tevhit ile Allah’ın varlığını ve birliğini övmekte ve sonrasında da uzunca bir Na’t ile Efendimizin meziyetlerini dile getirmekte, sonrasında yeniden Allah’a yakarışın olduğu Münâcât bölümünden sonra da Sultan Selim-i Sanî için medhiyede bulunmakta. Asıl kısma gelindiğinde ise artık Ziyâi ilim ve irfan deryasına dalarak çıkardığı incileri dizmek gayesiyle bâb bâb konular işlemekte. Sırasıyla ilim, namaz, aşk, kanaat, dünyanın geçiciliği, kibir, haya ve edeb, takva, şeytan ve isyan, dünyaya itibar etmemek, diline hakim olmak, cimrilik, tevbe gibi insanın temel sorunlarına değinmekte ve yazdığı beyitleriyle de bahsettiği meseleler üzerindeki ilminin derinliklerinin yanında şairâne söyleyişinin de gücünü ortaya koymakta.

Gönül ehline bir hediye olarak bırakmak istediği bu eseriyle Hakk’ın rızasını elde etmeyi arzulayan bu genç, otuz üç yaşında da vefat etmiş. Ondan geriye kalan, samimi ve içten gelerek yazdığı beyitleri ve bize bıraktığı nasihatleri… Bizler ise yaşlarının çok gerisinde bir hayatı yaşayanlar olarak -yazmak şöyle dursun- okumak için dahi elimize almaya korktuğumuz mesnevileri sadece iri hacimli şiir kitapları olarak görüp geçiyoruz. Hâlbuki Şeyh Galip Hüsn ü Aşk’ını yazdığında yaşı henüz yirmi beş bile olmamıştı.

Sefa Toprak yazdı

YORUM EKLE