Gustave Lanson’un “Edebiyat Tarihinde Usûl” kitabı, Büyüyenay Yayınları tarafından “Edebî Metin ve İnsan” alt başlığıyla geçtiğimiz ekim ayında neşredildi. Aslında Lanson’un yazdığı metne kitap demek çok doğru olmaz. Çünkü yazar bu metni bir makale olarak yayımlamış. Fakat Büyüyenay Yayınları, Lanson’un makalesiyle birlikte, bu makaleyle irtibatlı ve gerekli başka ekler de yaparak bu metni bir kitap halinde okura sunmuş. Kitap, okur nezdinde, sadece kurgu metin okuyanların dışındaki daha küçük bir kısma hitap etse de, esere nasıl yaklaşılacağını görmek isteyenler için bu makalenin küçücük boyutuyla bir eser haline getirilmesi önemli bir iş. Toplam 118 sayfadan oluşan kitap, “Giriş” ve “Edebiyat Tarihinde Usûl” başlıklarıyla iki ana bölüme ayrılmış. Eren Yavuz’un yayına hazırladığı ve Yusuf Şerif Kılıçel’in Fransızca’dan çevirdiği Lanson’un eseri, bu alanda çalışmak isteyenler için önemli bir kılavuz niteliğinde.
Lanson’un etkisini taşıyan isimler
İlk bölümde direkt Lanson’un makalesini görmeyecektir okur. Bu bölüm, edebiyatımızda Lanson’un etkisini taşıyan iki isme ayrılmış: Mehmed Fuad Köprülü ve Cemil Meriç. Lanson’un etkisinden kısaca bahsedildiği bu bölümde, özellikle usûl hakkında Mehmed Fuad Köprülü ve Lanson’un fikirleri başlıklar altında kısa kısa karşılaştırılıyor. Burada Lanson’un şu anda incelediğimiz kitabı baz alınırken Mehmed Fuad Köprülü’nün “Türk Edebiyatı Tarihinde Usûl” makalesi temel olarak kullanılıyor. Bu iki metin arasındaki farkların ve benzerliklerin çok kısa bir şekilde değerlendirilmeye alınması, Lanson’un makalesinin bizim edebiyatımızdaki karşılığını vermesi açısından önemli. Sadece Lanson’un eserini okuyanlar da bu makaleden pek çok fayda sağlardı fakat böyle bir karşılaştırma hem Lanson’un fikirlerini bir değerlendirmeye tâbi tutmamız hem de Köprülü’nün düşüncelerini öğrenmemiz açısından son derece kıymetli.
Köprülü ile Lanson’un farklılıklardan ziyade benzerliklerinin daha çok olduğunu görüyoruz. Bazı konularda bu ikili birbirinden ayrılsa da nihaî olarak birleşiyorlar. Fakat zaman zaman Köprülü’nün Lanson’a eleştirileri de yok değil. Ancak bu eleştirilerin de sıhhatini öğrenmemiz açısından bir değerlendirme olması iyi olur derken, eseri yayına hazırlayan Eren Yavuz bu konuya el atıyor. Köprülü’nün göremediği veya görmek istemediği noktaları, her iki müellifin fikirlerini bize verdikten sonra belirtiyor. Böylece tam olarak sağlıklı bir değerlendirme okumuş oluyoruz.
Giriş bölümünün diğer kısmı, Cemil Meriç’in Lanson’dan çevirdiği bir makaleye ayrılmış. Bu makaledeki önemli noktalardan biri, Lanson’a göre edebiyat eserlerinin toplumlar üzerindeki etkisini öğrenmemiz. Yani kısaca edebiyat-sosyoloji ilişkisinin incelenmesi. Bu bölüm şu açıdan önemli: Lanson, değerlendirmeye aldığımız Edebiyat Tarihinde Usûl eserinde genelde edebiyat-tarih-edebiyat tarihi üçgeninde dolaşıyor. Fikirlerini bu üç kavram açısından genişletiyor. Bunlara ek olarak sosyolojinin de eklenmesi Cemil Meriç’in yine Lanson’dan çevirdiği makale sayesinde olmuş. Yani temel anlamda bir edebî metin, etkilediği veya etkilendiği ‘şey’ler açısından bir değerlendirmeye tâbi tutulmuş. Bu da bize yayına hazırlama sürecindeki özenin önemi hakkında bilgi veriyor. Lanson, Meriç’in çevirdiği edebiyat-sosyoloji ilişkisi hakkında şöyle diyor: “Her edebiyat eseri bir sosyal olaydır. Ferdin eseridir ama ferdin içtimai eseridir. Edebiyat eserinin ana özelliği, fertle toplum arasında bir bildirişim (communication) vasıtası olmasıdır. Hirn adlı bir sosyoloğun ‘Publique olmadan sanat olmaz’ sözü ile, Tolstoy’un ‘Sanat bir dildir’ sözü aynı hakikatin ifadesi. Bir kitapta daima iki insan vardır: I) Yazar, II) Okuyucu, fert olarak okuyucu değil, kolektif bir varlık olarak okuyucu. … Yazmak bir davete icabet etmektir. Eseri okuyucu ısmarlar. Farkında olmadan ısmarlar.”
Edebiyat tarihi medeniyet tarihinin bir kısmıdır
Kitabın ikinci bölümü daha önce de dediğimiz gibi Lanson’un “Edebiyat Tarihinde Usûl” makalesine ayrılmış. Burada bir yorum veya müdahale görmüyoruz. Lanson ne dediyse aynı şekilde karşımıza çıkıyor.
Lanson, makalesine “Hakkında bir fikir vermeye çalışacağım usûl, benim icadım değildir. Benden evvel, benimle beraber, hatta benden sonra edebiyat tarihiyle uğraşmış olan birtakım muharrirlerin tatbik ettikleri usullere dair fikir yormaktan başka bir şey yapmadım” diyerek başlıyor ve arkasından bir eseri değerlendirmeye alırken normal bir okuyucu olmanın önemine değiniyor. Burada şunu söylemek gerekli: Lanson, daha önce bu konu hakkında duyduğumuz bazı düşüncelere zıt şeyler söylüyor. Örneğin, duygularımızın eser hakkında değerlendirme yapmamıza nasıl katkı sağlayabileceğini anlatıyor. Oysa, bu konu hakkında fikir belirten eleştirmen veya yazarlar, sübjektivizmi tamamen yok etmemiz gerektiğinden bahsediyorlar. Ya da, bir esere normal bir okuyucu olarak değil daha derin ve daha üst perdeden bakmamızın bir eseri değerlendirmedeki önemine değiniyorlar. Lanson sübjektivizmin her zaman işe yaramayacağını söylüyor fakat yine de tamamen saf dışı bırakmanın bize yarardan çok zarar vereceğini de belirtiyor: “Bir kitap okuduğu zaman, kendi içinde cereyan eden şeyleri tasvir etmeye, bu tasvire başka görüşler ve iddialar katmayarak sırf bu dahilî aksülâmellerine tercüman olmakla yetinen kimse, edebiyat tarihine, çokluğundan hiçbir zaman şikayet edemeyeceğimiz kıymetli şehadetlerden, vesikalardan birini bahşeder.”
Edebiyat-tarih ilişkisi
Üstte Cemil Meriç’in Lanson’dan çevirdiği makalede, Lanson’un edebiyat-sosyoloji ilişkisi hakkındaki fikirlerine değinmiştim. İkinci bölümün özü olan, Lanson’un edebiyat-tarih, edebiyatçı-tarihçi ilişkisi hakkındaki fikirlerine de değinip yazıyı bitirmek istiyorum: “Bir vesika karşısında bulunan bir tarihçi, bu vesikada mevcut şahsî unsurları atabilmek üzere, onları takdir etmeye çabalar. Halbuki, bir eserin estetik veya heyecan verici kabiliyeti, asıl bu şahsi unsurlara bağlı olduğundan, onları alıkoymak, bizim için elzemdir. Tarihçi, Saint-Simon’un bir rivayetini kullanmak için bu rivayeti tashih etmeye, yani Saint-Simon’un eserinde, Saint-Simon’un şahsına ait unsurları çıkarmaya çabaladığı halde biz, bilakis, asıl Saint-Simon’a ait bulunmayan, Saint-Simon olmayan kısımları atmaya çalışıyoruz.”
Bunun dışında Lanson, makalesinin genelinde empresyonizmi dışlamadan kullanmanın yollarını anlatırken usulün güçlükleri gibi konularda da okura genel malumatlar sunuyor.
Lanson’un makalesinin içeriğiyle ilgili bir eleştiri ve kitabın hazırlanmasını sağlayanlara bir övgüyle yazıyı hitama erdirelim: Lanson makalesinde çok sık olmasa da zaman zaman fikir tekrarlarına girmiş. Aslında konuyu öz olarak anlatıyor fakat bu özü başka başka yerde tekrarlayınca okur, aynı şeyleri okuyor, bu da okuma verimini azaltıyor. Bu olmasaydı belki biraz daha kısa bir makale olurdu ama çarpıcılığı daha yüksek olurdu. Fakat belirtmek gerekir ki bu tekrarlar Lanson’un görüşlerinin değerinden bir şey götürmüyor.
Bir övgü Büyüyenay Yayınları’na. Kitapta çok fazla dipnot var. Hatta bazı sayfalarda dipnot, o sayfadaki asıl konudan daha çok yer kaplıyor. Yayınevi dipnot düzenlemesini çok iyi gerçekleştirmiş. Lanson’un makalesinde edebiyat terimleri bir hayli çok ve birçok sayfada geçiyor. Bunların anlamları dipnotlarla belirtilmiş. Bu durumun iyi yanı, bir terimin, geçtiği her sayfanın sonuna açıklamasının eklenmesi. Yani kitabın başında bir kez anlamını verip bir dahaki sayfalar eksik bırakılmamış. Bu da okuru, her seferinde anlamın ilk verildiği sayfayı arama güçlüğünden kurtarıyor. Okuma verimine önemli bir katkı olarak düşünüyorum bu durumun.
Bitirirken; bu alanda bir şeyler öğrenmek isteyen okurlar için küçük ama çok değerli bir kaynak “Edebiyat Tarihinde Usûl” kitabı. Okurlar, bu kitabı okuduktan sonra, edebî eserlere daha farklı bir gözle bakacaklardır.
Gustave Lanson, Edebiyat Tarihinde Usûl, Büyüyenay Yayınları
Mehmet Akif Öztürk