Gören gözler için melekler ordugâhıdır oruç

Sezai Karakoç’un ‘Kıyamet Aşısı’ kitabında diriliş neslinden izler buluruz. Bir ‘diriliş nesli’, bir ‘inanmış adam duruşu’ nasıl olur, tarif eder bize..

Gören gözler için melekler ordugâhıdır oruç

Kadim bir sevdayı hatırlatır gibi yüreğe düşen o biricik derdin tezâhürü bir şiirle, ‘Mona Roza’ şiiri ile çoğu kişi tarafından tanınan bir şair belki de Sezai Karakoç. Öyle ki o biricik derde müptelâ hiçbir gönül yoktur ki o şiirde kendi ‘leylâ’sını bulmamış olsun. Sanmıyorum ki o “bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı” dizesi o biricik derdi gönüllere hatırlatmıyor olsun.

Her ne kadar Sezai Karakoç dendiğinde çoğu kişinin akla ilk düşen şiir ‘Mona Roza’ olsa da, biliriz ki Sezai Karakoç bizatihi bu şiirden ibaret değildir. Hep şair yönünü biliriz biz ama O’nun evvelâ “diriliş nesli”ni arayan bir “inanmış adam” olduğunu da hatırımızdan çıkarmayız, çıkaramayız. Biliriz ki kadim zamanlardan beri hemen tüm inanmış adamların gözlediği bir nesil olagelmiştir. Bir “Asım’ın Nesli”ydi bu belki… Belki bir “diriliş nesli”… Kaynağı bir olan, hak olan bu nesli gözleyenler kadar, en az onlar kadar bizler de o nesli gözlemekteyiz; o nesle dâhil olanlardan olma bahtiyarlığına erebilme duası ve gayreti içindeyiz, öyle olmalıyız.

Üstad’ın gözlediği diriliş neslinin vasıfları adeta nakış nakış işlenmiş kitaplarında. O, onları “Müslüman, vücudunda bir kıyamet taşıyan, ötenin sarsıntısını duymamış kişilere bir kıyamet aşılayan ve onları en şiddetli bir kıyametle sarsan bir kıyamet adamıdır” diye tarif ederken; mü’min kulun, her daim şuurla bir kendi kendinin bekçisi/gözcüsü olması gerektiğinden de bahseder.

Kıyameti ‘bir iç motif’e benzetir Üstad. Müslümanın her an ötelere dair bir hazırlık içinde olması gerektiğinden bahseder. Ve bir kıyamet bilinci bulunmalı der kulda. Hem öyle bir bilinç olmalıdır ki, bu bilinç sayesinde kul, sanki her an Yaratıcısının karşısına çıkacakmış gibi bir hazırlık içerisinde olabilsin.

Bir “diriliş nesli”, bir “inanmış adam duruşu” nasıl olur?

Zaten böyle bir bilincin inanan her mü’minde yer etmiş olması gerekmez mi? Öyle ya, her birimizin ölümü zaten kendi nefsimiz hesabına birer küçük kıyametken, nasıl olur da kıyameti uzaktaki bir zaman dilimine hapsedebilir kişi? Her an ölüm saati, yani küçük kıyamet kapımızı çalabilecekken, kıyametin bir göz açıp kapama süresi kadar kısa bir ân sonra kopmayacağının garantisini kim verebilir? Hangimiz verebiliriz ki?

Üstad da tam bu yüzden kıyametin hayatla iç içe olduğunu vurgular sözlerinde. Kıyameti bir iç motife benzetirken kastettiği de tam olarak budur.

Üstad, kıyameti, mü’min kulun kıyamete olan/olması gereken inancını böyle tarif eder Kıyamet Aşısı

Vaktini kıymetlendiren mü’minlerden bahseder bu cümleleriyle Üstad. Seher yelinin ferahlığını yudumlamış o kulların, secdeye giden alınlarını, Yaratan’ı zikreden dillerini, kalplerini; sonra kendi hâl dilleriyle Hakk’ı tesbih eden her bir uzuvlarını cümlelerinin bir kısmında güneşin ışıklarıyla yıkar, bir başka kısmında ayın nuruyla aydınlatır sanki. Yıldızları serper sonra her bir zerresine kulun… Gökyüzünün kutlu sakinlerini, yeryüzünün halifesinin başına tâc eyler adeta… Bilir ki Rabb’in o halis kullarına bir lütfûdur bu. Onlar alınlarında secde izi, dillerinde tevhid kelâmı ile müjdeye nâil olacak kullardandır biiznillah. Belki o kullara cümleleriyle de şahitlik eder Üstad.

Kutlu Nebî (sallallahu aleyhi ve selem)’in mucizesini ne de güzel dile getirir sonra. “Sanki Kur’an, yukarıya çıkıp bir ay oluyor. Sonra Peygamber parmağıyla sûre sûre bölünerek onların kalblerine iniyor; oradan da ayet ayet atar damarlardan yürüyerek yüzlerinde apaydınlık bir ay, bir güneş örüyor.” cümleleriyle. Yine gökyüzünün kutlu sakinlerini Âlemlere Rahmet Nebî’nin (sallallahu aleyhi ve sellem) o mübarek parmağından, alınlarında secde izleri olan kulların çehresine indirir. Bir mucizeyi biraz daha görünür kılar cümleleriyle, görmeyi bilmeyen kulların nazarında…

Oruç içimizde batmayan bir aydır ve o ay geceden gündüze taşınır

Diriliş denince evvelâ ruhun dirilişi gelmeliyken akla, Üstad da ruhu arındıran, dirilten “oruç”u ince ince işlemiştir kitabın devamında.

Hazan mevsiminde kuruyup dökülen bir yaprak bahar mevsiminde nasıl diriliyorsa; öyle bir dirilişle bahseder orucun diriltici/durultucu yönünden. Oruç dünyasına adım atar atmaz yenilendiğimizden, kabuk tutan ölü bir zar nasıl yeşerirse aynen öyle dirileceğimizden bahseder. Oruçlu bir kulun, oruç günleri ilerledikçe nasıl bir “nurânî çehre”ye büründüğünden de bahseder uzun uzun.

Orucu anlatırken, ruhunuza dokunuluyormuş gibi hissetmenize sebep olan cümleler kurmuştur Üstad kitabında. Orucu öyle tabir etmiştir ki; sanki daha önce orucun manasına ermemiş miyiz biz, diye sorma ihtiyacı hissettirmektedir okuyucuya.

Zamanın kirlettiği ve ölümün tozlarının her bir zerremize işlendiği bir zamanda, vücut ve ruh için “gözle görünmez bir gusül, bir teyemmüm”dür der oruç için. O’na göre oruç, “gören gözler için melekler ordugâhı”dır. Ve yine “gören gözler için bir mahşer”dir. Hem öyle bir mahşerdir ki, o mahşerde ruhların kabirleri açılır, der. Bir hesap vardır belli ki büyük hesap evvelinde… Belli ki bir kendi kendini muhasebedir oruç zamanları… Belli ki nefsini hesaba çeker, ruhunu durultur/diriltir insan, bu kutlu zamanlarda…

Günde beş kez kapımızı çalan bir güneştir O’nun nazarında namaz. Oruç ise içimizde batmayan bir aydır ve o ay geceden gündüze taşınır. Oruçluyken her işimize bir ayın karıştığından bahseder. Müslüman ile Müslüman olmayan arasında da; oruçluyken yaptığımız işle, oruçlu değilken yaptığımız arasında da hep “bir ay farkı” vardır, der.

O ay ki, sultanıdır on bir ayın. Ve o ayda, oruçluyken sözlerimize “esrarlı bir ay ışığı”nın karıştığından da bahseder.

Sanki her bir kelimesi ağzından dökülürken, şiir hâlinde vucûd bulur Üstad’ın. “Ah, meleğe doğru çarpan kalbim!” derken, sayfalar boyunca bir melek kanadı yumuşaklığında ince ince işler sözlerini Üstad. Kıyameti hayatımızdan özge tutmak şöyle dursun, aksine sımsıkı ilmeklerle örülü olması gerektiğinden, bunun için ruhun dirilişinden, oruçtan, namazdan, Hak yolunda şehâdet şerbetini yudumlamaktan, kısacası kulluktan sık sık bahseder. O’nun ve nicesinin gözlediği diriliş nesline doğru bir adım daha atmaya hevesli olursunuz kitaptaki satırları okudukça. O anlatılan mümin kul ben neden olmayayım ki, dersiniz ümitle… Ve yine ümitle dersiniz ki, belki bizim de “bir ay bölünmüş gibidir yüzümüzde…”

Hazal Sezgin yazdı

YORUM EKLE