Gitme isteği, insanın en ölümcül yarasıdır

Tarık Tufan iki karakter üzerinden, Jülide ve İshak, bir düşüş romanı yazmış desek çok aykırı bir şey söylemiş olmayız. Zaten Tarık Tufan’ın romanlarında mutlu insanlar, kavuşan âşıklar, hayatı ‘normal’ devam edebilen başkarakter(ler) pek yoktur. Mehmet Akif Öztürk yazdı.

Gitme isteği, insanın en ölümcül yarasıdır

“Jülide biliyor musun, tam düşerken karşıma sen çıktın.”

“Düşerken mi?”

“Evet.”

“Karşına çıkınca ne oldu peki?”

“Bir sürü şey oldu işte. Benim için büyük şans.”

Gözlerinin içi gülmeye başlamıştı ve bu çok nadir gördüğüm bir şeydi. Neşesini bozmak istemedim. Buna rağmen içimden geçen neyse söylemek zorunda hissettim kendimi. Bir başkasının dünyasında olmadık hayallere, temelsiz beklentilere sebebiyet vermek istemem.

“Belki de sana öyle geliyor İshak. Belki de benimle karşılaşman bir şans değil, tam tersine düşüşünü hızlandıracak bir şeydir. Acı bir tesadüf belki.”

Kitabın 154. sayfasında geçen yukarıdaki satırları, kitabın hangi yolda ilerlediğinin bir özeti olarak görmek mümkün. Tarık Tufan iki karakter üzerinden, Jülide ve İshak, bir düşüş romanı yazmış desek çok aykırı bir şey söylemiş olmayız. Zaten Tarık Tufan’ın romanlarında mutlu insanlar, kavuşan âşıklar, hayatı ‘normal’ devam edebilen başkarakter(ler) pek yoktur. Kaybedenlerin romancısı desek abartmış olmayız yazar için.

Bir yolculuk mu, yoksa bir düşüş mü?

Düşerken, daha yeni bir kitap. Tarık Tufan’ın dördüncü romanı diyebiliriz. Profil Kitap’tan yayımlanan kitap 299 sayfayı içeriyor. Birbirine yakın sayıda sayfalardan oluşmuş 25 bölüm bulunuyor.

Gitme temasıyla başlıyor kitap. Düşerken çıkılmış bir yolculuk mu yoksa yolculukta başlamış bir düşüş mü, ona okur karar verecek. İshak ile Jülide’nin, birbirlerinden tamamen farklı iki karakterin aynı düşüş içinde birbirlerine sarılmalarıyla açılıyor roman. Evli, iki çocuğu olan kırk yaşındaki sıhhi tesisatçı İshak’la, üst kat komşuları, yirmi sekiz yaşında, ressam Jülide’nin içinde bulundukları hayattan kaderlerine doğru kaçışıyla etkileyici bir girişe sahip kitap: “İnsanın en ölümcül yarası, içinde anbean büyüyen gitme isteğidir, İshak henüz bilmiyordu.” Fakat İshak bunu çok geçmeden öğreniyor. Ruhuyla uyumlu bir ruh bulduğu anda her şeylerini arkada bırakarak kaçıyorlar, hiçbir şey düşünmeden. Ne arkalarında bıraktıkları muhafazakâr görünümlü, aslında hiç de öyle olmayan mahallelerinden çekiniyorlar ne de gıybetin doruklarda olduğu komşularını.

Farklı bakış açılarından anlatım

Tarık Tufan üçüncü tekil kişi bakış açısından anlatmaya başladığı romanında ikinci bölümde Jülide’nin dilinden bakıyor olaylara. Kim olduğunu, annesini babasını, kardeşini, neler yaptığını, İshak’la tanışmasını okuyoruz fakat en çok duygularla yüzleşiyoruz. Bir de kitabın her anında karşımızda olacak bir yalnızlıkla. Kaçışı, karşısındakini iknaya çalışmadan, kendini suçlayarak ama pişman olmadan anlatıyor Jülide. İçinde bir başka ‘kendi’ olan insanların hali gibi anlatıyor. İshak’a çok değinmese de yine de “Hazırlıksız yakalandığımız bir yağmur gibiydi karşılaşmamız; altına sığınabileceğimiz bir saçak bulana kadar ikimiz de sırılsıklam olduk. Daha fazla gizlenecek bir yer aramaktansa kendimizi sağanağın ortasında bırakmaya karar vermiştik” diyor, kendileri için.

Bir sonraki bölüm ise İshak’ın dilinden, bakışından anlatılıyor ve bu durum kitap bitene kadar devam ediyor. Jülide, İshak ve üçüncü bakış açısıyla her yerden kitaba hâkim olabiliyor okur. İshak’ın dilinden anlatılan bölümlerde Jülide daha çok yer alıyor. Bunu aslında kimin kime daha çok tutunduğuna dair bir ipucu olarak görmek mümkün.

Yazarın en büyük başarısı

Yabancı’nın Meursault’unu andırıyor İshak’ın durumu başlarda ama sonradan içinden bambaşka bir karakter çıkıyor. İshak’ın Jülide ile karşılaşmasından önceki haliyle sonraki halinin satırlara yansıması, Tarık Tufan’ın bu kitaptaki en büyük başarısı. Düşünüş, hal, tavır olarak iki farklı İshak, kitaptaki düşüşün hangi merhalede devam ettiğini de gösteriyor. Karakterlerin birbirlerinden önceki hayatlarını, birbirlerine kendilerini anlattığı bölümlerden okuyabildiğimiz için bu karşılaşmayı yapabiliyoruz. Bol bol iç konuşmaların yer aldığı kitapta bazı yerlerde Hakan Günday’ın üslubuna benzer yerler de var. Bu romana da çok yakışmış bu tarz.

İshak, ölmüş annesiyle ilgili gerçekleri arıyor Jülide sayesinde. Jülide amansız hastalığıyla savaşmaya başlıyor, İshak sayesinde. Bu beraberliğin geldiği nokta okur açısından oldukça şaşırtıcı. Zaten Tarık Tufan bu kitabında, çoğu bölümü okuru ters köşe ederek bitirmiş ve merak duygusunu körüklemiş. Bu sebeple kitabı elden bırakmak zor oluyor.

Kurgu açısından başarılı bir kitap Düşerken. Dil oldukça yalın, üslup sade. Boğmuyor okuru. Gereksiz betimlemeler yok, gereksiz konuşmalar yok. Kafa karıştırıcı yerler olsa da kitabın sonunda bunları çözüyor yazar. Sadece bazı yerlerde Jülide’nin konuşmaları karakterle pek uyuşmuyor, kullanılan bazı kelimeler açısından. 28 yaşındaki bir gencin konuştuklarını değil de 50 yaşındaki bir insanın dediklerini okuyor gibi oluyoruz zaman zaman. Ancak bu hep olan bir durum değil, gölge düşürmüyor romana.

İki mekan

İstanbul ve Erzincan iki mekân olarak geçiyor. İki mekanın da kendine has özelliklerini, metropol ve taşra farkını insanlar üzerinden hissetmek mümkün. Özellikle Erzincan’daki cenaze evi sahnesini, oldukça realist çizmiş Tufan; İshak, kardeşleri ve üvey annesi üzerinden.

Tarık Tufan’ın son kitabından 1, son romanından ise 3 yıl sonra yazılan Düşerken, edebiyatımızda başarılı eserler arasına girecektir. Ben bir okur olarak Tufan’dan daima roman okumak isterim. Uzun soluklu bir yazardır Tufan, kanaatimce. Öyküleri de iyi fakat romanlarının havası çok daha farklı ve romanları çok daha başarılı. Şanzelize Düğün Salonu’yla bu çıta yükselmişti. Düşerken’le devam etti. (Fakat bu arada söylemek gerekirse, Şanzelize Düğün Salonu da bir devam kitabını hak ediyor.)

Arayışa çıkmış karakterlerle arkadaşlık etmek isteyenlere biçilmiş kaftan Düşerken kitabı. Ve kaybedenler için de…

Tarık Tufan, Düşerken, Profil Kitap.

 Mehmet Akif Öztürk

YORUM EKLE