Bir Genç Şairin Kitapla İlk Buluşması: Kabahatlar Kanunu
İnsan zihni aynı anda birçok şeyi algılar, algılayabilir. Özümser, demiyorum, algılar diyorum. Çünkü görüntüsel bir şeydir algı. Objeler ve renkler şeklinde gerçekleşir. Çoklu algıda sanal olanla gerçek olan karşılaşır ve karışır.
Furkan Çalışkan’ın şiirinde de aynı anda birçok objeyi gören gözün şaşkınlığı var. Nesneler, olaylarla; olaylar şairle aynı göz hizasında, zihin hizasında da denilebilir, buluşuyor. Birbirine katışmıyorlar ve kendileri olarak kalıyorlar. Bundan olsa gerek, şair dış dünyayı bir düzene koyarak aktarmayı seçmiyor, denemiyor. Olduğu gibi bırakıyor, çünkü objelerin ve olayların o haliyle de hayretlik bir niteliği var. Sürrealist bir yaklaşım içinde olmasa bile; ifade, istif, sıçrama sürrealist onun şiirinde. Dilin mantığını alışmışın dışında arıyor şair. Yalının içindeki güzelliği çıkarmaktan çok, çelişkinin, çapraşıklığın içindeki vuruculuğu yeğliyor.
Şu mısraları okuyalım:
Hiçbir şeyin bir nedeni var
*
Hatırlar mısın bir zamanlar
Ölüm hayati bir şeydir
Dememiştim.
*
Mısralar mekanik bir birliktelikle kurulu Furkan Çalışkan’ın şiirlerinde. Organik bir birlikteliği tercih ederdim doğrusu. Göndergesi dünyevi hayat olan şiir, kaynak olarak da günlük hayatı işaret ediyor. Şiir adlarına da yansıyor bu bakış açısı:
Kabahatlar Kanunu, Barkodsuz, Bisikletin Yanında Koşan Çocuk, Durma Şahit Yazarlar, Trafik vs.
Sanılmasın ki bu isimleri alan metinler adı gibi yalın. Çünkü hayat gündelik de olsa yalın değildir. En azından şair için böyle bu.
Adlandırmada, Furkan Çalışkan şiiri ile İbrahim Tenekeci şiiri arasında bir yakınlık var. Yanılıyor muyum?
Başka şairler için söylenen (Anlaşılmıyor) yargısı, Furkan Çalışkan’ın şiirleri için de söylenecektir. Özne, anlamıyorum, demiyor dikkatinizi çekerim, anlaşılmıyor, diyor. Oysa bir şairi sonuna kadar anlamak hem mümkün değil hem gereksiz.
Öfke var mı Furkan Çalışkan’da? Yok veya hissettirmeyecek kadar az. İronik söylem ise şiirin satır aralarında; şairin kendisinde ve eserin bütününde değil. Huzursuz ama. Böyle olmamalıydı, tonunda bir itiraz var şairde. Tabii ki şiir gidilecek bir yol önermez, Furkan da önermiyor zaten. Ama gidilecek bir istikamete dair imalar içerir.
Çıtayı düşürmemeli!
İlk kitap için söylenebilecek yargı: Dilin, şiir dili olduğu ve şairin günlük hayattan çarpıcı imajlar yakaladığı gerçeğidir.
Furkan Çalışkan bundan böyle yeni, özgün ve çarpıcı olma çıtasını daha aşağı çekemez; aynı menzil üzerinde de uzun müddet kalamaz. Zor bir durum vesselam. Şair, şiiri bir yere çekmiş götürüyor; sanırım bundan sonra şiir onu kendine çekecektir.
Şairden bir alıntı ile bitirelim, sözlerimizle şiiri bir arada tekrar düşünelim:
Koşulmak bir tepeden toz ve yükseklik götürür
İçinde veda ve veba geçen bir tür yasallık
Bir çeşit şarkı sıkıştırılabilir, işte gölgem yatık
Çıkınca tepeye, Ruslar Tuna’yı geçince
Macar isyanı, İstanbul eskisi, çıkınca karanlık
Gitmek tebdili kıyafet bir kasaba olur, ilk evi yasemin
Dublörler ve casuslar, hepsi yaşamak için
Cenk vakti otoban üstünde varaklar
Fakat sakın siz bunu evde denemeyin
Kamil Yeşil yaklaştı.
benim takıldıgım konu başlıktaki öfke hususu. büyük şairlerde öfke çok ön plana çıkan bir şey degildir kanımca, misal Zarifoğlu öfkelimiydi? hepsi bir yana şunu açıkca söyleyebilirim ki, Furkan Çalışkan genç kuşağın uzak ara en çok okunan ve etkileyen şairidir. Biraz elit ve beyaz bir havası var, yer yer fazla entellektüel ancak insanı bir yerde mutlaka kıskıvrak yakalıyor...