Felsefe tarihi, Müslüman filozoflar merkezli olmalı

Salih Aydın, İslâm Düşüncesi serisinin dördüncü kitabı Felsefe’de, İslâm felsefesiyle ilgili konuları, kavramları, tartışmaları, ekolleri, bu alandaki önemli temsilcileri geniş bir şekilde inceliyor. Metin Uygun yazdı.

Felsefe tarihi, Müslüman filozoflar merkezli olmalı

Bir önceki yazımızda Salih Aydın’ın Külliyat Yayınları tarafından 2016 yılında yayınlanan İslam Düşüncesi - III Tasavvuf kitabını ele almıştık. Aydın, İslâm Düşüncesi serisinin dördüncü kitabı Felsefe’de de İslâm felsefesiyle ilgili konuları, kavramları, tartışmaları, ekolleri, bu alandaki önemli temsilcileri geniş bir şekilde inceliyor.

İslâm Felsefesi Tabiri ve Özellikleri bölümünde, bu tabirde yer alan İslâm lafzının asla bir felsefe olmadığını, İslâm’ın oluşturduğu kültür ve medeniyete işaret ettiğini açıklar. İslâm felsefesi, İslâm medeniyetinin hâkim olduğu topraklarda başta Müslüman filozoflar olmak üzere geliştirilen felsefedir. Yazar, burada İslâm felsefesinin felsefe olmak bakımından diğer felsefelerle aynı olduğunu ve her felsefenin üzerinde hüküm sürdüğü, yeşerdiği coğrafi bölgenin etkilerini taşıdığını söyler.

Descartes ve Kant, İbn Sina ve Gazali’nin talebesi

Felsefede Müslümanlar'ın oynadığı önemli role dikkat çeken yazara göre yazılacak bir felsefe tarihinde, özellikle Ortaçağ felsefesi tarihinde Müslüman filozoflar merkezde olmalıdır, köşe taşları mevkiinde olmalıdır, diğer milletlerin filozofları bu tarihte Müslüman filozofların talebesi mesabesinde, tali derecede olmalıdır. Descartes ve Kant, İbn Sina ve Gazali’nin çok güçlü etkisini taşıyan talebesi olarak yerini almalıdır.

Aydın, felsefe tabirinin önüne İslâm konulup “İslam felsefesi” tabirinin konmasına karşı çıkar. İslam felsefesi tabirinin bir anlam ifade ediyor gibi gözükse de yersiz bir kendini ispat çabası, aşağılık kompleksi taşıdığını, hatta marjinallik ifade ettiğini, bu yüzden gereksiz olduğunu savunur. Batı’nın felsefe tarihi tabirini kullanırken "Hristiyan" tabirini kullanmamasını; kendisini merkezde kabul etmesi olarak açıklar. Batı’nın felsefe tarihi derken Hristiyanlık'tan uzak, ilgisiz bir felsefe yazmadığını, mesela Hegel’in kendi dinini, milletini pozitif olarak anlatmakta ve yüceltmekte olduğunu, Strauss, Feuerbach ve Marks’ın negatif ve eleştirel de olsa bu düşünceye katkı sağladıklarını belirtir.

İbn Rüşd’den sonra İslam felsefesi

Batılılar'ın İbn Rüşd’ün ölümünden sonra İslâm felsefesinin sona erdiği yaklaşımlarına da değinen yazar, bu ifadeyle ancak İslâm felsefesinin birinci evresinin sona ermiş denebileceğini, zira felsefenin ölmeyeceğini ancak duraklayabileceğini ifade eder. İbn Rüşd’ün ölümünden sonra İslâm felsefesinin Batı için canlılığını yitirmiş olmasının Doğu için de hayatiyetini kaybettiği anlamına gelmeyeceğini; aslında sona eren İslâm felsefesinin, Batı Ortaçağ Skolastik felsefesinin oluşum süreci üzerindeki güçlü etkisi olduğunu belirtir. Felsefe tartışmalarında Arap ve İran isminin telaffuz edilip Osmanlı’nın bu alandaki varlığının anılmamasına da dikkat çeken yazar, Anadolu’dan Davud-u Kayseri’nin, Kemalpaşazade’nin, Molla Fenari’nin adının bile zikredilmediğini ifade eder.

İslâm düşüncesi alanında çalışan Salih Aydın, bu düşüncenin iki önemli kolu olan tasavvuf ve felsefe kitaplarında zor olan bu konuları gayet anlaşılır ve sade bir dille işliyor. Bu alanda merakı olanlar ve çalışanlar için muhakkak faydası olacak eserler. Yazarın emeklerine sağlık ve bereketli çalışmalar diliyoruz.

Metin Uygun

YORUM EKLE

banner36