Beşir Ayvazoğlu, “Saatler, Ruhlar ve Kediler” kitabıyla yine bizlere unuttuğumuz edebî kıymetleri hatırlatırken, bir taraftan da onların hayatlarından çarpıcı anekdotlar paylaşıyor.
“Saatleri Ayarlamak”, “Edebiyatımızın Ağız Tadı”, “İlm-i Sima”, “Ötekiler” adlı dört bölümden oluşan yazılar, tamamı çeşitli dergilerde yayımlanmış ve bir kısım tematik kitaplarda bölüm olarak yer almış yazılardan oluşuyor. Yeni baskıda ise “Elli Yıllıklar” ve “Karganâme” isimli iki yeni yazı yer almakta.
“Huu Erenler” ama nereye?
“Saatleri Ayarlamak” adlı ilk bölümde “Bektaşilik ve Modern Türk Edebiyatının Bektaşileri” konusuna “Huu Erenler” diyerek giriş yapan yazar, Hacı Bektaş-ı Veli’nin tarihi kaynaklarda, menakıblarda ya da muhayyel dünyalarda gezinen ancak bir türlü netliğe kavuşmayan hayatı ile ilgili Menakıbü’l Arifin, Vilayetnâme gibi eserlerden iz sürer. Daha çok menkıbeler üzerinde yürüyen bir Hacı Bektaş-ı Veli kimliği, bir süre sonra Yesevî, Haydarî, Kalenderî ve Vefaî gibi karakterlere bürünmüş. Abdal Musa, Hatun Ana ve bir kısım gaziler eliyle Rumeli’ye yayınlan Bektaşilik, bir başka boyuta da Rum Abdalları yoluyla ulaşıyor.
Bektaşilik hakkında araştırma yapan H. V. Hasluck, Bektaşilik tetkiklerinde “Rum abdalları” olarak bilinen ve Hacı Bektaşi Veli dergâhına bağlı Baba İlyas müridlerinin Hristiyanlıkla yoğun temasına dikkat çekmiş. Öyle ki Otman Babalıların kutup olarak kabul ettikleri Akyazılı Sultan (İbrahim-i Sânî) Hristiyan bir azizdi ve Aya Atanaş adıyla tanınıyordu. Hatta Hasluck, yazısında 19. yüzyıl ortalarında, Antonaki Varsamis adında bir Rum’un Bursa’da bir Bektaşi tekkesinin başına geçtiğini söyler. (s.19) Hatta Papa Yero Raif, Âşık Hıfız, Yorgo Saliki, Kirkor Saydi, Manol Hitabi gibi isimler de H
ristiyanlıktan vazgeçmeyen Bektaşiler olarak niteleniyor. Daha yakın döneme geldiğimizde Jön Türklerle iş tutan Bektaşiler, II. Abdülhamid’in devrilmesi ve
daha liberal bir rejim kurulması meselesine de sıcak bakmışlar. Bu safhada Mason locaları ile de sıkı bir temas olmuş.(s.23) Talat Paşa, Rıza Tevfik ve Şeyhülislam Musa Kazım Efendi’nin de hem Bektaşi hem de Mason oldukları yine kitapta zikrediliyor.
Meyde Bektaşî, neyde Mevlevî: Neyzen Tevfik
Yakın dönemden aşina olduğumuz pek çok edebiyatçının bir şekilde bu topraklarda hayatiyetini sürdüren Mevlevilik ve Bektaşilik gibi tarikatlara devam ettiği ya da eserlerinde bunun yansımaları olduğu görülmektedir. Beşir Ayvazoğlu, Namık Kemal için bu tezini ortaya atıyor ve diyor ki “masonluğu kesin olan Namık Kemal’in Bektaşiliği benimsediği de iddia edilmiştir.” İddia ilk olarak Sadettin Nüzhet Ergun tarafından dile getiriliyor. Yine Mehmet Kaplan da aynı tezi sürdürerek Namık Kemal’in Arnavut olması, ailesinin tasavvufi bir ortamda ve onların telkinleri ile büyümesinin Namık Kemal’in eserlerine ve tasavvufa meyletmesine sirayet ettiğini ifade ediyor.
Yine Neyzen Tevfik söz konusu olduğunda yazar, Neyzen Tevfik’in Mevlevî muhibbi olduğunu ancak 1903-1908 yılları arasında yaşadığı Mısır’da Kaygusuz Sultan Bektaşi Tekkesi’ne sığındığını ifade ederek, bir şiirinde meşrebini şu cümlelerle ifade ettiğini dile getiriyor: “Aksedince gönlüme şems-i hakikat pertevi/ Meyde Bektâşî göründüm, neyde oldum Mevlevî.”
Neyzen Tevfik, Kartal Mezarlığı’na Mevlevî ve Bektaşî usullere göre defnediliyor.
Rıza Tevfik, Nâfi Baba’dan derviş libasını giydi, babalık icazeti aldı
Rıza Tevfik’le ve onun Bektaşiliği ile ilgili de kitapta önemli bilgiler veriliyor. 20’li yaşlarda bir Bektaşi dostu tarafından Gelibolu Karababa Dergâhı’nda Bektaşilikle tanışan Rıza Tevfik, ilk tasavvufi şiirini de bu ziyaret sırasında yazmış. Vahit Lütfi (Salcı) ile birlikte Muhibban adında bir Bektaşi mecmuası çıkaran Rıza Tevfik, Prevezeli Edip Harabî Baba’ya da intisap etmiş. Türkiye’den ayrılmadan evvel şu an Boğaziçi Üniversitesi kampüsü içerisinde bulunan Rumelihisarı Şehitlik Dergâhı şeyhi Nafi Baba’dan derviş libası giyip babalık icazeti aldığı da kitapta zikredilmektedir.
Kitabın okurunu rahatlatan bir güzellik de görsellerle metnin desteklenmesi. Rıza Tevfik’in Muhibban dergisinin fotoğrafı dikkat çekici. Muhibban dergisinin ilgili kapağında “Rumelihisarı’nda Mahmut Baba Dergâhı’nda Nafi Baba ile mukaddes ordumuzun gayur zabitleri” kaydı geçiyor.
Kitapta yine Yahya Kemal ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Bektaşi dergâhlarında yaşadıkları ilginç sahneler okura sunuluyor.
Beşir Ayvazoğlu burada önemli bir tespit yapıyor: “Türk toplum yapısının ve zihniyet teşekkülünde son derece önemli bir rol oynayan tekke ve tarikatlerin modern edebiyatımıza nasıl ve ne ölçüde yansıdığını anlamak için hiç şüphesiz daha kapsamlı bir araştırma gerekir.” (s.35) Edebi metinler okunurken yazanın da, yazılan metnin de bu zaviyeden değerlendirilmesi icap etmektedir.
Karga edebiyatı ya da edebiyatımızda karga
Bu baskıya eklenen “Karganâme” yazısı da hayli dikkat çekici. Yazıda kargaların zekâsı ve edebiyatımızdaki yeri konu ediliyor. Ziraat vekâleti 1924 yılında vilayetlere tamim göndererek mahsulün korunabilmesi adına kargaların itlaf edilmesini emrediyor. Ancak Çorum Müftüsü “mahsulü muhafaza maksadıyla da olsa kargaların katli dinen caiz değildir” fetvası verince, bu fetva meclis gündemine taşınıyor, sonrasında şer’iye vekili Mustafa Fevzi Efendi tarafından fetva “serâpâ hata” olarak nitelenip müftü azlediliyor. Ahmet Haşim de 1928 yılında İkdam gazetesinde İstanbul Valiliği’nin kargalarla mücadelesini konu ediniyor ve mücadeleye katılmayanların para cezası ile cezalandırılacağına değinirken kargaların da zeki kuşlar olduğunu, azalmak şöyle dursun, hepten gemi azıya aldıklarını ifade ediyor.
Cenab Şehabettin “Kargalar” şiiri ile, Nazım Hikmet “Orhan Selim” mahlası ile yazdığı Tan gazetesindeki “Kargalar” isimli yazısı (1935) ile, Ahmet Muhip Dıranas da “Kargalar” isimli şiiri ile (1974) kitapta değerlendirmeye tâbi tutulmuş. Bunun dışında da hayli dikkat çekici “Karga” merkezli malzeme yazıda yer alıyor. Bu da okuru yeterince şaşırtmaya ve gülümsetmeye yetiyor.
Beşir Ayvazoğlu, ruhunu kaybeden edebiyatımızı diriltme adına, eski defterleri tekrar karıştırıp bu vesile ile hatırlatma yapıyor.
Beşir Ayvazoğlu, Saatler, Ruhlar ve Kediler
Kâmil Büyüker
Gerçekten hem çok hoş bilgiler veren hem de verdiği bilgilerin ehemmiyetinin aksine, okurken insanı yormak yerine dinlendiren bir kitap.
Beşir Ayvazoğlu'na hayırlı ömürler, Kâmil Büyüker'e teşekkürler...