Eşikte beklemek…

"Eşikte Beklemek kitabını, Ramazan ayının son günlerinde ve Kırşehir’deki Cacabey Camii’nin kesme taştan yapılı medrese odalarında okumak ve bitirmek nasip oldu. Dilerim sizler de bu yazıyı Ramazan bitmeden okur ve Bayram’ı bu kitabı okuyarak geçirirsiniz." Enes Akçay yazdı.

Eşikte beklemek…

“Allah’a yakın olmak; dünyanın çepelinden tefekkürle, huşuyla, vecdle arınış… Müteveffa bir zatın hatırını saymak, onunla gönül bağı, hısımlık kurmak… Bana hayata mana katan yumuşak, latif bir gizeme sırra yaklaşmak gibi görünüyordu.”

Yukarıdaki paragraf Murat Menteş’in son romanı Fink’ten bir alıntı. Hepimizin okurken anlayacağı üzere yıllar belki yüzyıllar evvel vefat etmiş zatlarını hatırını sayarak belki kabirlerini ziyaret ederek hatta o kadar hatır sayıp o kadar ziyaret etmek ki artık müteveffa bir dost/hasım olmak.  Yazar böylelikle hayatına bir mana kattığını, bir sırra yaklaştığını ifade ediyor. Yazarın o an yaşadığı his pek kelimeler ile ifade edilmeye müsait değildir. O an ancak yaşamak ile anlaşılabilir. İnsanın ruhunda fırtınalar kopar fakat bu fırtınalar dünya ağrısını giderip yerine bir sakinlik bırakır. Anlatması ne zor. “Hal iledir kâl ile olmaz” derler ya hani, işte öyle bir şey.  Kabirleri ziyaret etmek oradaki merhumlar ile gönül bağı kurmak deyince akla elbette Yahya Kemal’in şu veciz deyişi de akla geliyor hemen: “Biz ölülerimizle birlikte yaşarız.” Ya da Mustafa Kutlu’nun bir eserinin ismiyle devam edelim: “İyiler Ölmez.” Ölmeyen iyiler ile dostluk kurup onlar ile beraber yaşamak. “Ölürse ten ölür canlar ölesi değil.”

Murat Menteş ile giriş yaptım ama bu yazıda üzerinde duracağım eser, Murat Menteş’e değil Yağız Gönüler’e ait. Peki, neden Murat Menteş ile giriş yaptım yazıya? Yağız Gönüler’i hemen hemen 7-8 senedir takip ediyorum. Çıkardığı kitapları ve kitap değerlendirme yazılarını okuyor, aktif kullandığı ve takipçileri için bir okul vazifesi gören sosyal medya hesaplarını takip ediyorum. Gördüğüm kadarıyla kendisi tam da yukarıdaki paragrafta anlatıldığı şekliyle Allah’a yakın olmak maksadıyla müteveffa zatlarını hatırını sayıyor, onlarla gönül bağı kuruyor. Herkesin çoluk çocuk avm gezmelerine duçar olduğu şu modern hafta sonlarında Yağız Gönüler, evlatları Ömer Asaf ve Hasan Ali ile beraber türbe türbe geziyor İstanbul’u. Oralarda yatan Allah dostları ile yakınlık kuruyor, dost oluyor. Herhangi bir hafta sonu Instagram hesabını açıp baktığınızda Yağız Gönüler’i; Yahya Efendi’de, Eyüp Sultan’da, Merkez Efendi’de ya da İstanbul’u sırları ile manevi himmetleri sarıp sarmalamış Allah dostlarının türbelerinin birinde görebilirsiniz. Oralara gider, gezer ve takipçileri de nasiplensin diye paylaşımlar yapar.  Modern zamanlar ya nasibin nereden geleceği belli olmaz, bakarsınız bir Instagram postu bizi oturduğumuz yerden alır bir yola düşürür, bir eşiğe vardırır.

Yağız Gönüler’i ilk takip ettiğim günden bu yana kendisinin bir arayış içerisinde olduğunu gördüm hep. O türbe ziyaretleri, kabirler, yazıp çizdikleri hep bu arayışın eseri idi. “Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş./Bir velîye bende olmak cümleden âlâ imiş” diyor ya Yavuz Sultan Selim. Yağız Gönüler padişah değil belki ama bir veliye bende olmanın cümleden âlâ olduğunu, “mürşidi olmayanların bildikleri gümân imiş” hakikatini iyi kavramış. Takip ettiğim süre içerisinde kendini bir veliye bende olmaya, bir mürşide bağlanmaya adadı. Bu yolculukta kâh İstanbul’da gördük onu kâh Kars’ta. Kâh Carl Gustav Jung’un sözlerinde arıyor Hikmet’i kâh Neşet Ertaş’ın bir türküsünde.  İstanbul’un ve Boğaziçi kıyılarının aşığı ressam ve neyzen Ahmet Yakupoğlu da hakikate götürüyor Gönüler’i bir Bektaşi fıkrası da. Cahilliğimi bağışlayın ama tasavvuf literatüründe seyri süluk denen bir süreç var sanıyorum. Bir mürşidin yanında ve gözetiminde “bey’at”, ya da “intisab” denilen tevbe ile başlayan eğitime deniyor. Biz Yağız Gönüler’in okuduklarında, yazıp çizdiklerinde ve hatta sosyal medya paylaşımlarında seyri süluk’a varan yolu görebiliyoruz. Beyazıd-ı Bestami hazretleri “Aramakla bulunmaz ancak bulanlar arayanlardır.” diyor ya Yağız Gönüler de öyle arıyor. Bahse konu alan Eşikte Beklemek adlı eserden önce “Yolda Olmak” adlı bir kitap çıkarmıştı yazar ki kitabın adı hem yazarın hâl’ini hem de benim burada aktarmaya niyet ettiğim meseleyi özetliyor sanıyorum.

Yolda Olmak adlı kitapta yazar edebiyat, musiki, tarih, tasavvuf gibi alanlarda okumuş olduğu 40 mühim kitabın kendisine bıraktığı izleri aktarmıştı okuyucuya. 40 rakamı burada tesadüfen seçilmiş değildir, diye düşünüyorum. Son kitabında da yazar “Yolda Olma” hâl’inin bir adım ötesine geçmiş bir eşik’e ulaşmış görünüyor. Yol uzun ve zahmetli, dikenlerle, imtihanlarla dolu. Bu yolculuğun zor ve zahmetli olduğunu Feridüddin Attar’ın Kuşlar’ın da biliyoruz biz.

Peki, bu zor yolculuktan sonra ulaşılan “eşik” nedir. Orası beklenen bir yer midir yoksa durulan bir yer midir? Beklemenin yahut durma’nın usulleri nelerdir? İşte bu sorulara cevap arıyor, Yağız Gönüler son kitabında. 

Böyle anlatıp duruyorum ama Yağız Gönüler’i hiç görmemiş olanların aklında nasıl bir izlenim uyandı merak ediyorum. Yağız Gönüler bir modern zaman dervişi. Kırmızı, yeşil hatta sarı bile olabilen montları, tatlı bereleri ve kendisine çok yakışan gözlüğü ile yakışıklı bir ağabey Yağız Gönüler. Süleyman Çobanoğlu’nun şiirinde ifade ettiği hakikat onun hepimiz için elbette Yağız Gönüler için de geçerli. “Oturmuşuz şurada ne derdimiz olacak/ Çocuklar, ev kirası, kömür gözlü Türkiye.”  Yağız Gönüler çok yakın bir zamanda artan kira fiyatları sebebiyle severek oturduğu Cennet Mahallesinden ve ayrılmak zorunda olduğunu ve yeni bir ev arayışında olduğunu paylaşmıştı sosyal medya hesabında. Kapitalizme yenilmek suç değil şık bir duruş elbette ve yazar bunu okuyucusu ile de paylaşmaktan hiç çekinmiyor. Kredi çekip ev sahibi olmaktansa bu dünyadan evsiz olarak göçüp gitmeyi ve Allah’a, “Rabbim bu dünyadan bir ev sahibi olmadan geldim geçtim” demeyi marifet sayıyor.

Kömür gözlü Türkiye demişken Yağız Gönüler tüm bu yolculuğu boyunca Türk dilinin, müziğinin, tarihinin tüm imkanlarından faydalanarak kömür gözlü Türkiye’sine sarılıyor. Türk, Türkiye, Türkiyeli tartışmalarına ilişkin duruşunu “Eşikte Beklemek”in altmış dördüncü sayfasında: “Türk edebiyatını (evet Türk, Türkiye değil) çok sevdik ve bu sevgi bizi; Yahya Kemal, Tanpınar, Şinasi Hisar istasyonlarında mola vere vere besledi.” cümlesi ile ifade ediyor. Bu Türklük ve Türkçe hassasiyetini Yağız Gönüler’in de çok kıymet verdiği Cerrahi Tarikatı şeyhi merhum Ömer Tuğrul İnançer Beyefendi’de de görmek mümkün.

“Bu dünyaya yalnız güzel söz biriktirmeye ve güzel söz söylemeye gelmedik. Güzel yaşamaya da geldik” diyor kitabının doksan beşinci sayfasında. Kitaba ve yazara dair önemli bir malumat sunuyor bu cümleler. Yağız Gönüler, güzel yaşamanın güzellerin dilinden güzel sözleri okuma ve bu sözleri söyleye söyleye yola devam etmekle ilgili olduğunu düşünüyor. Ya hayır konuşmak ya da susmak tavsiyesinde “hayır konuşma”yı tercih ediyor ve kitap bu tercihin bir ürünü olarak çıkıyor karşımıza.

Kitap 142 sayfa ve içerisinde 105 adet deneme metni var. Her deneme 1 ya da 2 sayfadan oluşuyor, bu itibarla okuması çok kolay. Ancak metinlerin içerdiği hakikatler, yazarın metinleri oluştururken beslendiği kaynaklar o kadar derin ki kitabı bir kez okumak yerine elimizin altında tutup ihtiyaç duydukça tekrar tekrar okumak en doğru tercih olacak.

Kitabın ilk sayfasında Niyâz-î Mısrî’den, Lütfi Filiz’den, bir Balıkesir türküsünden bir de Uşşak makamında bir türküden yapılmış alıntılar var. Sadece bu giriş bile yazarın beslendiği kaynaklar hakkında okuyucuya bir fikir sunuyor.  Hakîkât’in insanın gönlüne nereden ve nasıl nasip olacağı belli değildir. “Alimler ulemalar medresede buldusa/ Ben harabat içinde buldumsa ne oldu” diyor Yunus. Yeri gelir harabat ehli bile hakikate açılan bir pencere olur. Bunun bilincinde olan Yağız Gönüler etrafındaki her şeye bu hassasiyet ile yaklaşıyor. Sırların sırrına erdirecek anahtar bazen bir Sivas türküsünde bazen Herman Hesse’de bazen bir mezar taşında bazen küçük bir çay ocağının çaycısında tecelli ediyor ki sayıp döktüklerimin hepsi “Eşikte Beklemek”in içerisinden birer alıntı. Bunlarla birlikte kitapta Mehmet Akif, Yunus Emre, Derviş Himmet, Dr. Alexis Carrel, Yahya Kemal, Berkun Oya ve Kemal Varol gibi aynı gökyüzünün uzak isimlerine rastlayacaksınız, şaşırmayın.

Kitabı, Ramazan ayının son günlerinde ve Kırşehir’deki Cacabey Camii’nin kesme taştan yapılı medrese odalarında okumak ve bitirmek nasip oldu. Dilerim sizler de bu yazıyı Ramazan bitmeden okur ve Bayram’ı bu kitabı okuyarak geçirirsiniz. Kitabı sosyal medyada, “Yüreğim bir ferahlık bulursa derli toplu bir değerlendirme yapmak istiyorum bu kitapla ilgili. Ama şimdilik buradan paylaşmış olayım. İmkânınız varsa Ramazan bitmeden edinip bayrama kadar bitirin, zaten kısa kısa metinlerden oluşuyor.” notu ile paylaşmıştım. O vakit kitap ile ilgili bir değerlendirme yazma imkânı pek mümkün görünmüyordu benim için. Yazma eylemi bazen böyle kesintilere uğruyor insanı eline kalemi dahi alamıyor. Zihnini toparlayamıyor hele böyle bir kitap hakkında yazılacaksa yüreğini ferahlatamıyor. Yağız Gönüler ise paylaşımın altında “Tez vakitte hayırlı bir tecelliyat ile ferahlık bulun inşallah. Selam ederim.” yazmıştı.

Bu yazıyı kalplerinize bir parça dokunduysa ve şu kitabımı okuyayım dedirttiyse Yağız Bey’in duası iledir aksi benim hissetmeden yazmışlığımdandır. Eyvallah.

YORUM EKLE
YORUMLAR
Gülçin kuley
Gülçin kuley - 1 ay Önce

Allah razı olsun.saygılar.