Muhterem Hocaefendi’yi vefat yıl dönümünde rahmetle anarken eseri kaleme olan kıymetli Nazif Hocamız'a da böyle bir eseri kaleme aldığı için teşekkürlerimizi sunarız.
***
Sonsuzluk Kervanı'nın her biri gibi, bir "Görünmeyen Üniversite" olan Hocaefendi, son dönemin en büyük olgunlaşma odaklarından biriydi. O nerede olursa olsun, çevresinde gönül ordularını harekete geçiren, büyük bir manyetik alan oluştururdu. Bu alan içinde öfke yumuşamaya, nefret merhamete, kazanma tutkusu hizmet etme gayretine dönüşürdü. Sohbetleri uzun sessizliklerle kesilir, susulur gibi konuşulur, konuşulur gibi susulurdu. (Sayfa 8)
***
Günlük hayat içinde, dış çizgileriyle sıradan insanlar gibi yaşayan, herkesin karşılaştığı sorunlarla karşılaşan, ancak tutum ve davranışlarıyla büyük ruh ve gönül zenginliği sergileyen Mehmet Zahid Kotku, yorulma bilmez çalışmalarıyla bir "Görünmeyen Üniversite" idi.
Açgözlülüğün her alana egemen olduğu bir dünyada, alçakgönüllü tavırlarıyla insanları gönüllerinden yakalar, patlamaya hazır bir bomba gibi pek çok sorunun kaynağını kimseye fark ettirmeden kurutarak, etkisiz hale getirir ve böylece doğabilecek huzursuzlukları sessizce ortadan kaldırırdı. Hocaefendi, haklıyı haksız çıkaracak öfke yerine, insanı güçlü kılacak alçakgönüllülüğü tavsiye etmenin yerini ve zamanını çok iyi bilirdi. Haksızlık yapmaktansa, haksızlığa uğrayan olmayı tavsiye ederlerdi. (Sayfa 33)
***
Bu sohbetlerde herkes sorularını sorar, sorunlarını dile getirir ve hep birlikte çözümler aranırdı. Düşünce ve görüşler açıkça belirtilerek, doğruyu aramanın yolu ve olgunluğa ermenin bilgisi, hayatın içinde, hayattan soyutlanmadan anlatılmaya ve öğretilmeye çalışılırdı. Hocaefendi sık sık, Müslümanların akıllarının ve dikkatlerinin, bu dünyadan ve onun içindekilerden daha çok öte dünya üzerinde toplanması ve yoğunlaşması gerektiğini vurgulardı. Çünkü aranılan ölümsüzlük, burada değil, ötede idi. (Sayfa 36)
***
Hiç unutamadığım bir şey ise, onu görür görmez nasıl etkilendiğimdir. Gördüğümde kalabalık sayılacak bir grup içindeydi. İlk bakışta insana çok çarpıcı gelen bir yanları vardı. Alışageldiğimiz hocalardan biri değildi. Kolay anlatılmayan çekicilikleri bulunduğu yeri sarardı. Bu yüzden kalabalık içinde hemen seçilirlerdi.
Güçlü bir hafızaya sahip olduklarını ikinci defa karşılaştığınızda hemen anlardınız. İslam'ın hayata geçirilmesi için gerekli tutum ve davranışları, basit formüller halinde verirlerdi. İnsana güven ve huzur veren bir görünümleri vardı. Onun yanındayken, içinize bahar şenliklerinin başladığını, bütün sıkıntıların bu şenlikler içinde kaybolup gittiklerini hissederdiniz. (Sayfa 42)
***
Hocaefendi herkesi dinler, kimseyi kırmazdı. Bu sohbetlerinde sürekli olarak İslam'ın esaslarının öğrenilmesinden ve öngörülen hayat tarzının yaşanır hale getirilmesinden söz ederdi. Söylediklerini öncelikle kendisi uygular, yaşayışıyla çevresindekilere erişilmesi güç bir örnek olurdu. (Sayfa 46)
***
Hocaefendi, "Bilmek bir meziyet ise, yapabilmek daha büyük bir meziyet ve devlettir." derdi. Konuşmalarını "Hased, kibir, riya, hırs, gazab, şehvet, gaflet, şöhret, kin gibi şeylerden uzak olmak, kalb temizliğinin alametlerindendir", diye bitirirdi.
Yapılan duaları, başta Peygamberler olmak üzere, Nakşi kolunun bütün büyüklerine, katılanların geçmişlerine hep birden armağan eder, Allah'ın sonsuz rahmetinin bütün Müslümanları kuşatması için dua ve niyazda bulunurdu. (Sayfa 46)
***
İskenderpaşa Camisi’ndeki ziyaretlerimde Hocaefendi fırsat buldukça genel tavsiyelerde bulunurdu. Sık sık Gümüşhaneli'nin nasihatlerini tekrarlardı. Gümüşhaneli, Müslümanların ekonomilerini olduğu kadar, tüketim ekonomisinin dinamiklerini de iyi kavramış bir bilinçle, aşağıdaki ilkelere çok dikkat edilmesini istermiş.
*Her türlü israftan kaçınma ve müsriflere yaklaşmama.
*Her çeşit ilaca ve yabancı ülkelerden gelen ve Müslümanların eliyle yapılmayan eşyalara yakın olmama.
* Müslüman ülkelerin dışındaki ülkelerden gelen yağ, şeker ve benzeri yiyecekler ile giyeceklerden uzak durma.
Hocaefendi bir gün, İskenderpaşa Camisi’nde hocalarının, motorlu araçların olmadığı bir dönemde, at arabasına binmekten elden geldiğince uzak durulmasını tavsiye ettiklerini söylemişti. "Düşününüz bir kere, arabanın her türlü parçası yerli iken bu tavsiyede bulunuyorlar," demişti. "Eşyaya, dünyaya hâkim olmanın yolu, onun peşinden koşmayarak, onu peşinden koşturmaktır" diye, kendisini dinleyenleri uyarmıştı.
Hocaefendi'nin bu tavsiyelerinin üzerinde önemle durmasının bir sebebi; insanı dört bir yanından kuşatan ve yalnızca daha çok harcama için hiçbir ölçü ve değer tanımayan, Batı hayat tarzının baskılarını etkisiz hale getirmektir. (Sayfa 61)
***
Hocaefendi'nin deyişiyle, "Bu kadar lüzumsuz masraflara mazeret olarak; ihtiyaç, zaruret diyerek, kendi kendimizi aldatmaktayız. Oysa huzur, mutluluk zengin olmakta, keyfimizce yaşamakta değil, Allah'ın rızasını kazanmaktadır. Allah'a değil de,dünyaya kul olursak, ne kadar harcarsak harcayalım, ne kadar zengin olursak olalım, sonumuz hüsrandır."
Hocaefendi: Sık sık "İnsanın canının istediği her şeyi yemesi ve giymesi de israftan sayılmıştır" derdi. Çünkü dünya çıkar sağlamak, gösteriş yapmak için bir yarış alanı değildir. Dünya, geçici olmayan, sonsuz hayata geçişte bir uğrak, bir misafirhanedir. Birşeyi satın alırken, kullanırken, giyerken ve içerken kime ve ne için, nasıl hizmet edildiğini bilmek zorunludur. Çoğu zaman, insan kendi eliyle kendi can damarını keser de farkına bile varmaz. (Sayfa 61-62)
***
Hocaefendi Cuma namazının arkasından kısa bir konuşma yapar ve dua ederdi. İnsana güven veren yumuşak bir sesi vardı. Konuşurken etrafında geniş bir sevgi ve saygı çemberi oluşurdu. Bu konuşmalarında çoğu kez, her türlü sıkıntı ve hastalıkların ana sebebinin, insanın sonu gelmez tutkuları olduğunu söylerdi. İnsanın huzura kavuşması için, bunları dizginlemesini öğrenmesi gerektiğini vurgulardı. Bencillikten uzaklaşma, tutkuları dizginleme konusunda çok diri, çok çarpıcı konuşmalar yapardı. (Sayfa 63)
***
Sohbetlerinden…
Kötülüklerden kurtulmak için, insanın kendisini büyük görmemesi ve "benim" dememesi gerekir. Hoca isen sana hocalığı veren Allah. Mal mülk sahibi isen, bunları sana veren Allah. Kuvvet ve güç sahibi isen, bunları da sana kazandıran yine Allah'tır.
Ömrün içinde elde ettiğin şeyleri, hiçbir zaman kendine mal etme. Bunları say ve gayretimle elde ettim diye, meydana çıkma. Çünkü, bu meydanda Allah esirgeye nice civanlar yok olup gitmişlerdir. Karşı karşıya olduğumuz felaketlerin, fitnelerin başında bencillikten kurtulamamak vardır. Benlik içinde olursak fitneden, felaketten kurtulamayız.
Büyüklerimiz benliğin yıkılması konusunu uzun uzun anlatmışlardır. Benliğin yıkılması kolay değildir. Sözü kolay da yapması zordur. Çünkü insan okudukça, bilgisini genişlettikçe, kendisine bir varlık, bir benlik gelir. Tabiatıyla bunun sonucu olarak da "benim" demeye başlar. İnsan makam, mevki olarak yükseldikçe, benliği de o ölçüde yükselir. Kişinin bu halini görebilmesi ve ona göre tedbir alması da en büyük hünerdir.
Büyüklerimiz herhangi bir kimsenin kusuru ve günahıyla meşgul olma demişlerdir. İnsan başkalarının kusurlarıyla meşgul olursa, ömründe kendi için kullanacağı, kendine faydası dokunacak zamanı bulamaz. İnsanların her birinin çeşitli günahları var. Kendimizin de var. Herkesin günahıyla uğraşırsak vay halimize! Allah demeye bile vaktimiz kalmaz. Bunun için, kimsenin kusuru ile meşgul olmayalım ve kimseyi işlediği günah ile muaheze etmeyelim. Allah'a yalvaralım. "Allah'ım, bu insanı, şu kusurundan kurtar" diyelim. (Sayfa 65)
Sevgimiz yalnız Allah'a yönelmelidir. Bizde sevilecek olan yalnızca Allah'tır. Her şeye sevgi duyulur. Dünyada sevilecek pek çok şey vardır. Ancak onların hepsi geçicidir. Hepsi dünyada kalacaktır. Dünyada kalan da bir işe yaramıyor. Dünya bir misafirhane, her gelen göçüp gidiyor. Bize dünyada bu nimetleri veren, güç ve kuvvet veren Allah'ı sevmeli ve O'na şükretmeliyiz. (Sayfa 66-67)
Dünyada bir müddet saltanat sürülür. Öyle bir saltanat ki, ardından ölüm gelir. Mezar iki pencereden ibarettir. Bir penceresi cennete açılır, bir penceresi de cehenneme. Dünyada hangi pencerenin sahibi isek, mezara konulunca o pencere açılır. Cennet'teki yerimizi seyreder dururuz. Allah korusun, imansız göçersek, günahla gidersek, söz konusu pencereden cehennemdeki yerimizi görürüz. (Sayfa 67)
***
Hocaefendi, gayret ve coşku dolu uzunca bir ömür sürdü. Öyle bereketli bir ömür ki, etrafında on binlerce kişi sessizce halkalandı ve karşılık beklemeden hizmet etmesini öğrendi. Yine on binlerce kişi, gönlünün derinliklerinde sevmenin nefret etmekten, vermenin, hem de karşılıksız vermenin, istemekten daha güzel olduğunun bilincine erdi.
O konuşurken öz ve kısa konuşurdu. Konuşmalarını hiç uzatmazdı, konuşurken cami ile birlikte geniş avlu bütünüyle dolardı. Avluda biriken yüzlerce kişi, onun yol gösterici, insanın içini ışıtan, gönlünü genişleten ve ruhunu arıtan konuşmalarını çıt çıkarmadan dinlerdi.
Aşk ve coşku saçan yumuşak sesi, her tarafı doldururdu. Sözlerindeki parıltı, içten ve coşkuyla yaptığı dualar, acılarla, çirkinliklerle dolu, doyma bilmez arzularla karartılan dünyanın, umut ışığı olurlardı. (Sayfa 70)
***
Son yıllarda Hocaefendi'yi sık sık ziyaret etme imkânı buldum. Misafirlerini genellikle genişçe bir odada kabul ederdi. Bu oda çok basit biçimde döşenmiş, sade ve mobilyasızdı. Kapıdan girişte sağ yandaki duvar, kitaplarla kaplı idi. El yazması, Arapça ve Osmanlıca temel eserlerden oluşan zengince bir kütüphanesi vardı.
Gazali'ye göre tasavvuf, ilim ve amelle tamamlanır. Bunun için Hocaefendi, temsil ettiği kolun bütün yol göstericileri gibi, İslam'ın anlaşılması, hayata geçirilmesinde, öncelikle gerekli olanın, başta Kur'an ve Sünnet olmak üzere, temel kaynakların bilgisi olduğunun bilincindeydi.
Hocaefendi bunun için, değişik konularda çok sayıda kitap yazmıştır. Sohbetlerinde sürekli olarak, bütün problemlerin üstesinden ilim ve amelle gelinebilineceğini vurgulardı. (Sayfa 73)
***
Sevgi halkasının güçlenmesi ve dostlukların Allah için kurulmasının yolu; karşılık beklemeden hizmete koşmaktır. Bu yüzden, Hocaefendi, sık sık, "Bizim yolumuzda halka hizmetin olduğu yerde, nafile ibadet sonraya bırakılır," derdi. (Sayfa 75)
***
Hocaefendi kendisine gelenlerin sıkıntılarını gidermeye çalışır, bütün problemlerini dinler, yalın ve öz tavsiyelerde bulunurdu. Öte yandan, kendisi hiçbir zaman günübirlik şeyler üzerinde durmaz, sürekli güzel insan olmanın inceliklerini anlatırdı. Her gördüğüne selam verir, herkesi güler yüzle karşılardı. Sohbetleri sakin, telaşsız, öfkesiz, suçlamasızdı. Başkalarının eksiklikleri üzerine değil de neler yapılması gerektiği üzerinde yoğunlaşırdı.
O yakınlarına, bağlılarına, dostlarına karşı çok vefalı idi. Kimsenin kendisine gelmesini beklemez, tersine fırsat buldukça yakınlarını arar ve ziyaret ederdi. Kapısı herkese sonuna kadar açıktı. Hocaefendi insanların gönlünü zenginleştirmede ve ruhlarını çağın kirlerinden arıtmada, ana yöntemin sohbetle eğitim olduğunu sabırla vurgulardı. (Sayfa 80)
***
Hocaefendi, hocasının yolunu izleyerek, sözü edilen yardımlaşma kurumunun bir örneğini vermek için büyük gayret gösterdi ve 1980 yılının yaz aylarında, bir cuma namazı sonrasında evinde bir toplantı düzenledi ve genel bir durum değerlendirmesi yaptı.
Gençlerin sokakta boş yere vakit kaybettiklerini söyledi. Karşılaşılan problemleri sağlıklı olarak çözebilmek için, çok bilgili olmak gerektiğini belirtti. "Bir vakıf kurup yayın ve kültür faaliyetlerini desteklemeli, kendi kaynaklarımızı bir araya getirip en uygun şekilde kullanmasını öğrenmeliyiz. Hemen şimdi bir vakıf kuruyoruz." dedi. "Herkes gücü nisbetinde katılsın," diyerek sözlerini tamamladı.
Esad Coşan Hoca, başta Hocaefendi olmak üzere toplantıya gelenlerin, katılabilecekleri para miktarlarını yazdı. Böylece, ülkemizin kültür hayatında önemli yeri olan bir kurumun temelleri atılmış oldu. (Sayfa 92-93)
***
Hocaefendi, kendi kültürümüze sahip olmak ve Batı'nın pazarı olmaktan kurtulmak için, temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak bir sanayileşmenin, ekonomik ve siyasi bağımsızlığın elde edilmesinde önemli bir güç olduğuna inanıyordu. Bu yüzden, Türkiye'nin sanayileşme tarihinde çok önemli bir girişim olan Gümüş Motor fabrikasının kurulmasına öncü olmuştur.
Erbakan Hoca'nın gerçekleştirdiği bu önemli proje Hocaefendi'nin sohbetlerinde oluştu. Türkiye'deki 1960 sonrası gelişmelerle fabrika istenen biçimde çalıştırılamadı ve el değiştirdi. (Sayfa 93)
***
Cidde'de bulunduğum yıllarda, Sadettin Gökçe son haccında Hocaefendinin "Artık kardeşlerimiz birden fazla hac yapmasalar da kaynaklarını insanımızın eğitilmesi konusunda değerlendirseler," dediğini aktarmıştı. (Sayfa 94)
Görünmeyen Üniversite, Ersin Nazif GÜRDOĞAN
İz Yayınları, 7. Baskı, İstanbul 2011
Derleyen: Mutlu Bilici