“Kâtip-zâde” olarak da tanınan Darendeli Bekâyî’nin doğum tarihi belli değildir. Birçok savaşta görev alan şairin muhtemelen 1785’te Rumeli’de şehid olduğu ve buraya defnedildiği ifade edilir. Harpteki şecaati karşılığında I. Abdulhamid tarafından defnolunduğu yere bir türbe inşa edilmiştir. Bekâyî’nin İmroz Kalesi’nde bir tekke açıp son günlerini burada sürdüğü ve Merdus yahut İmroz kalelerinde medfun olduğu söylense de Şeyhülislam Ârif Hikmet Bey şairin Dârende’de vefat ettiğini bildirir.[1]
Tasavvuf ehli olan Bekâyî’nin Kitab-ı Kerbelâ[2]’sı aslında Fuzûlî (ö. 963/1556)’nin Hadîkatü’s-Süedâ adlı on bölümden müteşekkil mensur eserinin bir kısmının nazma çekilmiş hâlidir.
Bekâyî kendi deyimi ile “Nesir çıplağını binlerce renkli vezinli kumaşla” süslemiştir;
Murâd itdim idem veznile tahrîr
Kazâ-yı Kerbelâ-yı pür-cefâdan
Müzeyyen eyleyim uryâna nesri
Hezâr elvân ile mevzûn kabâdan
Mezkûr eserden başka eserleri daha bulunan şaire yine mensur bir nüshadan nazma çekildiği düşünülen Battal-nâme ve ayrıca Mevlid-i Nebî adlı bir eser isnad edilse de nüshaları henüz tespit edilmiş değildir.
Darendeli Bekâyî’nin hayatı ve eserlerine dair verilen bu kısa malumattan sonra Muharrem ayında, ümmetin matem günlerinde okunması makbul olan Kitâb-ı Kerbelâ’ya geçebiliriz.
3.609 beyitten oluşan klasik mesnevînin bizzat Fuzûlî’nin işlediği on bölümün manzum hâli olmadığını söylemek gerekir. Konu olarak yalnızca Kerbelâ vakıasına eğilen eserde “arşın çifte küpeleri” Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn’in şahsiyetlerinin öneminden bahsedilmiş ve Hz. Hasan’ın şehit edilmesinin anlatılmasının ardından Hz. Hüseyn’in Kerbelâ’ya gelmeden evvel yaşadıkları, gelişi ve şehit oluşu anlatılmıştır. Her hâliyle, şiirinin tadı, içerdiği âyet ve hadîs iktibasları ve çeşitli rivayetleriyle okunmaya değer bu eserde, acıyla perçinlenen ve şairin gönlünden çıktığı besbelli olan gazel ve dörtlüklere de yer verilir. Elem verici gerçekliğiyle bu mesnevînin, pas tutan gönülleri gözyaşlarıyla pâk ettiği mısralar okuru hayrete düşürür.
“Pâk eyle gönül çeşmesin tâ durulunca” (Hüseyin Lâmekânî)
Metin And’ın “İslâm dünyasının yaratabildiği tek dram”[3] olarak nitelediği Muharrem uygulamaları ve bunlardan doğan taziye çevresinde verilen bu gibi makteller Doğu edebiyatlarında olmadığı söylenen trajedi için örnek gösterilebilir. Bilinir ki Doğu her hâliyle acının coğrafyasıdır.
Şeyhî’nin “Belâ[4] dedik ve belâlı cihânda bulunduk” dediği gibi, “belâ”ya ve Allah’ın sevdiği kulun belâya giriftar oluşuna dair söyleyişte hoş tarifler vardır;
Belâdur ehl-i derdiñ yâdigârı
Belâdur mübtelânıñ gam-güsârı
Belâ da’vâ-yı aşkıñdur güvâhı
Belâ sevdâ şebiniñ bedr-i mâhı
Belâdur derd-i uşşâkıñ devâsı
Belâdur renc-i müştâkıñ şifâsı
Mahabbet ol kişiye oldı mahbûb
Belâlar oldı anıñ üzre mensûb
Buyurmışdur dahı şâh-ı risâlet
Bu ahbâra gel imdi kıl ri’âyet
Muhakkak bil ki bir kavme İlâhî
Mahabbet kılsa anlara nigâhı
Kılır anı belânıñ ibtilâsı
Olur mahbûb mahabbet mübtelâsı
Mesnevî’de Hz. Hüseyin’in dilinden gazel formuyla pek çok şiir söylenmiştir;
El-vedâ ey Âlimü’l-ilm-i hidâyet el-vedâ
El-vedâ ey hâtime’s-sırr-ı risâlet el-vedâ
El-vedâ ey gevher-i gencîne-i nûn ve’l-kalem
El-vedâ ey ma’den-i lutf-ı inâyet el-vedâ
El-vedâ kim hem-dem oldı firkatiñ gayrı baña
El-vedâ kim kalmadı vuslatda râhat el-vedâ
Merkadıñ şemsinde hâlâ şemmedâr olmış idim
Gayrı buldım hasret-i şeb tâ kıyâmet el-vedâ
Bazense Bekâyî, kalpten duyduğu kederi aralara yerleştirdiği gazellerle ifade eder;
Agla ey çeşmim ki bunda dîdeler kan agladı
Âsmân üzre melâ’ik yirde insân agladı
Velvele saldı cihâna cür’a-i şeh-zâde kim
Cümle ashâb Âl-i ahbâb itdi efgân agladı
Firkatinden cûşa geldi mevc-i deryâ-yı muhît
Tâ sadef batnında zâhir dürr-i mercân agladı
Sanma ey gâfil bu gaddârî felekdendir aña
Çarh-ı devrân şems-i rahşân mâh-ı tâbân agladı
Bu şehâdet sözlerinden agladı şâh u gedâ
Aglamasun mı Bekâyî nice biñ cân agladı
Övülmüş ve övgüye sığmaz olan Hz. Fahr-i Kâinât’ın yâr-ı gârı, dostu Hz. Ebûbekir’in “Ağlayabilen ağlasın, ağlayamayan ağlar gibi dursun” dediği gibi Dârendeli Bekâyî’nin Kitâb-ı Kerbelâ’sını okuyabilen okusun ve ağlayabilen çokça ağlasın.
Fatma Zehra Şimşek
Kaynakça:
[1] Hulusi Eren, “Bekâyî, Darendeli” mad., Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, //www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=153
[2] Hulusi Eren, Maktel-i Hüseyn (Kitab-ı Kerbelâ), T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, 2017
[3] Metin And, Ritüelden Drama- Kerbelâ-Muharrem-Ta’ziye”, Yapı Kredi Yay., Şubat, 2018
[4] Belâ/Belî sözcüğü Elest bezminde Rabbin “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitabına kulların tasdiki anlamında “Evet” demesidir. (Ârâf, 171-172) “Bezm-i ezel” ve “Kâlubelâ” olarak da bilinir
Böylesine değerli bir kitaptan bizi haberdâr ettiği için sayın Yazara çok teşekkür ediyorum. Bir Dârendeli olarak, Bekâyi'yi Dârende'de bir caddeye verilmiş isim olarak bilirdim. Hazret hakkında hiç bir malumatım yoktu. Meğer muhteşem bir hazineye sahipmişiz. Ayrıca, Hz. Bekâyi'nin bir Osmanlı askeri olup Savaşlara katıldığını öğrenmek beni çok şaşırttı. Sen hem muteber bir âlm, kalem ehli ve şâir ol, hem dr çağrılınca hiç duraksamadan kılıcını kuşanıp Cihada koş. Darende nere Balkanlar nere.... Ruhu şâd olsun. Tekrar teşekkürler, hem Dergimize, hem yazara...