İnsanlar camiden çıkarken bile birbirlerine tahammül edemiyorlar. Trafikte bir saniyelik aksamalardan dolayı olmadık olaylar çıkıyor. Çarşıda-pazarda, marketlerde hoş olmayan insan davranışları. Bir tarafta sattığı ürünü koyacağı kese kâğıdının darasını alacak kadar incelik ve duyarlılığa sahip insanlar, diğer tarafta tezgâhın üzerine sebzenin meyvenin iyisini üste, çürüğünün alta konulması. Dün komşu evinin güneşini engellemenin bir hak ihlali olarak görüldüğü şehirleşme anlayışımızdan, pencerelerimizin önüne beton duvarlardan gökdelenlerin dikildiği bugünler. İnsanların omuzlarına basa basa yükselmeler. Savurganlığın tüketim çılgınlığının had safhaya çıktığı zamanlar. Usta-çırak zincirinin kırıldığı, mahalle ve komşuluk ilişkisinin zayıfladığı, bireyselleşmenin ön plana çıktığı bir çağda yaşıyoruz. Suçu da gençlere atıp işin içinden sıyrılıyoruz.
Yukarıda kurduğumuz cümlelerle çizdiğimiz resmin bir kısmı bugününün sorunları olmakla beraber, bunlar ve daha birçokları insanın var olduğu bütün zamanlarda yaşanmıştır. Örneğin; Peygamber efendimize (sav), Medine pazarında; “Bizi aldatan, bizden değildir” sözünü söylemesine sebep olan, buğdayın kuru olan tarafını üste, ıslak olan tarafını ise alta getirilerek pazarlanması hadisesi. Bu mevzu, bu Hadis-i Şerif bugün kürsülerde vaaz konusu olduğunda anlam daraltılarak sadece esnaf üzerinden bir okuma yapılıyor. Bizi aldatan tüccar, bizi aldatan yönetici bizi aldatan bürokrat da bizden değildir denildiğini az duyuyoruz. Konu esnaf üzerinden yorumlanıp geçiliyor. Bu ve benzeri ahlâkî zafiyetlerin bütün zamanların meselesi olduğunu yukarıda belirtmiştik. Bugünün farkı, sohbet halkalarının dağılması, gelenek görenek zincirinin kopması, insanları iyiye güzele, doğruya yönlendirecek kişi ve kurumların yıpranması. Bir kısmının itibar suikastına uğraması, bir kısmının da kendini itibarsızlaştırmasıdır.
“Toplum ve medeniyet din üzerine kaimdir. Din ise güzel ahlâktır. Bugün medeniyet krizi yaşayan ümmetin ve beşeriyetin en temel sorunu iktisadî veya siyasî olamayıp ahlâkîdir. Nitekim sevgili Peygamberimiz (sav) “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurarak toplumu ıslaha, ümmeti ve medeniyeti inşaya önce ahlâktan başlamıştır. Ancak günümüzde –Nebevi yöntemin tersine- ahlâk konusu en hafife alınan konulardan biri haline gelmiştir. Diğer yandan, dünyada ve ülkemizde hâkim olan mevcut eğitim sistemi, hâkim medya ve kültür aracılığıyla gençlere kişinin Tanrı’dan, toplumdan, aile ve töreden kopmasını teşvik eden “bireyin özerkliği”ne dayalı bencil, liberal ahlâk anlayışı tek seçenek olarak sunulmaktadır. Liberalist ahlâk anlayışına bizim geleneğimizde “ibâhilik” denilmiştir; biz bunu daha kolay anlaşılsın diye “mübahçılık” olarak isimlendirdik” diyor Recep Şentürk Hoca “Fütüvvet” adlı eserinde. Ve devamında; “Maalesef, kendilerine başka seçenek sunulmadığı için, Müslüman gençler de bunu hiç farkına varmadan içselleştirmektedirler. Bu yüzden bizlerin gençlerimize, toplumumuza ve özellikle de meslek erbabına geleneğimizden, din ve medeniyetimizden gelen sünnet temelli, toplum yararını önceleyen, fedakârlığa dayalı bir ahlâk anlayışı olan fütüvveti alternatif olarak sunmamız zorunludur.” Şentürk Hoca, Tanrı’dan, toplumdan, aileden, gelenek ve göreneklerimizden kopuk “mübahçılık” olarak tarif ettiği “liberalist” ahlak anlayışının karşısına; Hz. Peygamber’in (sav) tüm insanlığa öğretmek için gönderildiği en güzel ahlak olan, Sünnet’in zahir (beden) ve bâtın (kalp) boyutlarıyla uygulandığı, “mekârim-i ahlâk” yani ahlâkın en üst seviyesi olan Fütüvvet Ahlâkı’nı koyuyor.
Hz. Âdem’den (as) Hz. Muhammed’e (sav) tüm peygamberlerin, onları takip eden ashaplarının, ulemanın, evliyanın ve takva sahibi Müslümanların ahlâkı olan fütüvveti, “mürüvvet”, “tasavvuf”, “yarenlik”, “civanmertlik”, “erlik” ve “ahilik” kavramlarıyla da kültürümüzde kullanılan fütüvvetin aynı zamanda “yiğitlik”, “delikanlılık”, “diğerkâmlık” (isâr, özgecilik) ve “cömertlik” gibi anlamlara da geldiğini görüyoruz. Bu gelenek, günümüzde yok olmaya yüz tutmuş olan sohbet ve hizmet yoluyla nesillere aktarılmış ve özümsenmiştir. Erenler Anadolu’yu bu gelenekle mayalamışlardır.
“Ahlakın üç mertebesi vardır ve fütüvvet bunlar içerisinde en üst mertebeyi temsil eder” diyor ve bu üç mertebeyi şöyle açıklıyor Şentürk Hoca.
“Ahlâkın en temel seviyesi, şeriat diye de adlandırılan “karşılıklılık mertebesi.” Kötülüğe kötülükle karşılık vermek, kısas istemek ahlâklı bir davranış olarak kabul edilir. Bu mertebedeki ahlâk evrenseldir ve herkes tarafından uygulanması beklenir. Bu seviyede hukuk ve ahlâk ayrımı yoktur.”
“Ahlâkın ikinci seviyesi; tarikat mertebesi ismi de verilen “bağışlama ve fedakârlık” mertebesinde ise ahlâk hukuktan ayrılır. Ahlâklı kabul edilen davranış, kötülüğe kötülükle cevap vermemek, onun yerine bağışlamaktır; karşılıklı değişim yerine fedakârlıktır. Bu mertebede kötülüğe kötülükle karşılık vermek ahlâk dışı sayılır.”
“Bir kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezadır), Ama kim affeder ve arayı düzeltirse, onun mükâfatı Allah’a aittir.” (Şûrâ 42:40) Ayet-i kerimenin ilk tarafı karşılıklılık mertebesindeki ahlâka işaret ederken, ikinci kısım -zorunlu olmayan- bağışlama mertebesindeki ahlâka davet etmektedir.”
“Affetmeniz takvaya daha uygundur. Aranızda ikramı ve iyiliği unutmayın.” (Bakara 2:257)
“Eğer affeder, hoşgörülü ve bağışlayıcı davranırsanız, şüphesiz Allah da çok bağışlayıcı ve engin merhamet sahibidir.” (Teğabun 64: 14)
“Ahlâkın üçüncü ve en yüksek seviyesi; ahlâkın hukuktan ayrıldığı, hakikat mertebesi olarak da isimlendirilen, “kötülüğe iyilik ve başkasına öncelik verme mertebesi.” Bu mertebede kötülüğü affetmek değil, daha da ileri gidip kötülüğe iyilikle karşılık vermek ahlâklı sayılır. Sadece fedakârlık yeterli görülmeyip başkalarına öncelik vermek (isâr) tüm ilişkilerde esas alınır.”
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş!” (Fussilet 41: 34)
“Sen kötülüğü en güzel bir tutumla sav. Onların yakıştırdıkları şeyleri biz çok iyi biliyoruz.” (Muminun 23: 96)
“İşte onların, sabredip kötülüğü iyilikle savmaları ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcamaları karşılığında, mükâfatları kendilerine iki kez verilmiştir.” (Kasa 28: 54)
“Birinci mertebe herkes için zorunlu, diğer iki mertebe ise gönüllü olması hasebiyle hiç kimse kendine yapılan bir kötülüğü affetmeye veya kötülüğe iyilikle karşılık vermeye zorlanamaz. Hiç kimse affetmediği veya iyilikle karşılık vermediği için eleştirilip ayıplanamaz. Aynı şekilde hiç kimse fedakârlık yapmaya ve başkalarına öncelik vermeye zorlanamaz. Fütüvvet ahlâkı ütopya değil, tarih boyunca yüksek erdemleri benimseyen insanlar tarafından uygulanmış ve ahlâk sistemi haline getirilmiştir.”
“Fütüvvet yoluna giren kişi hiçbir ayrım yapmaksızın tüm peygamberi kendine örnek alır ve onların hayatlarından dersler çıkarır.” Bu minvalde fütüvvet ehline verilen birtakım nasihatlerle mevzuya devam ediyor kitap.
“Hz. Âdem (as) ve Havva gibi ol, hata yaptığında hatanı kabul et ve özür dileyip hatanı telafi etmeye çalış. Şeytan gibi kibirli olup hatanda günahında inat edip diretme.”
“Habil gibi ol, kötülüklere kötülükle değil, iyilikle karşılık ver.”
“Nuh (as) gibi ol, sabırla insanları Hakk’a hakikate davet et.”
“Yusuf (as) gibi iffetli ol.”
“İbrahim (as) gibi ol. Yanlış geleneklere değil Hakk’a tabi ol, baban bile olsa yanlışına ortak olma, ateşle dahi imtihan edilsen hakikatten vazgeçme. Söz konusu oğlun bile olsa Allah’ın muhabbetini ve rızasını her şeyin üstünde tut. Tevekkül ve teslimiyet üzere ol.”
“Meryem’in annesi Hanne gibi ol, Allah yoluna vakfedeceğin evlatlar yetiştir. Meryem gibi ol, iffetini koru, Hacer gibi ol, çöl ortasında kimsesiz kalsan bile rızık endişesi taşıma, tevekkül ve teslimiyet göster.”
“Süleyman gibi ol, servetinle kendine saray değil, Allah’a ibadet edilecek sadaka-i cariye olacak mabetler inşa et. Davut gibi ol, her şart altında adaleti uygula. Musa gibi ol, Firavun’a –onun sarayında bile olsa- gücün ihtişamından korkmadan hakikati söyle ve kusurlarına bakmadan sabırla halkını irşada çalış. Harun gibi ol, Müslümanlar arasında vahdeti korumaya çalış, salih liderlere destek ol. İsa gibi ol, herkese sevgiyle yaklaş, en zayıf olduğun zaman bile hakikati tebliğden geri durma.”
“Hz. Muhammed (sav) gibi ol! Yürüyen Kur’an ve Sünnet ol! Allah’ın ahlâkıyla ahlâklan! Düşmanlarını hatta sana suikast yapmak isteyenleri, seni memleketinden kovanları, yıllarca işkence edenleri, yakınlarını şehit edenleri bile affet! Hiç karşılık beklemeden ve ücret almadan insanlara dinlerini öğret, onların binbir eziyet ve meşakkatlerine katlanarak cennetin ve güzel ahlâkın yolunu onlara göster.”
“Hz. Hatice validemiz gibi ol, Hakk’ı duyunca hemen teslim olup, malını ve canını o yola vakfet.”
“Hz. Ebubekir gibi hilm sahibi ve yumuşak huylu ol! Hz. Ömer gibi adaletli ol! Hz. Osman gibi hayâ sahibi ol! Hz. Ali gibi cesaretli ve bilgili ol!”
“Sevgili Peygamberimiz’in (sav) sünnetinden beslenerek fütüvvet ahlâkını kendi aralarında hâkim kılan bir toplum cennet ahlâkının kokusunu ve ruhunu bu dünyaya taşımış bir toplumdur.”
“Hz. Âdem’den başlayıp günümüze kadar tevarüs eden fütüvvet kurallarının uygulanmadığı hiçbir hâl ve insani ilişki yoktur.”
Fütüvvet yoluna girmiş bir insanda bulunması gereken kırk erdemi; fütüvvet konusunda müstakil ilk kitabın yazarı Abdurrahman Sülemi’nin Kitab’ul-Fütüvve isimli eserinden naklediyor Şentürk Hoca. Bu kadarıyla iktifa edelim. Her bir yaramıza merhem olacak bu kırk maddeyi Şentürk Hoca'nın tefsiriyle, Önder Vakfı Yayınları'ndan çıkmış olan “Fütüvvet, Erdemli Gençlik” adlı çalışmaya bırakalım. İlgi ve merak uyandırabildiysem bu yazı amacına ulaşmış olacak, ben de bir parça bahtiyar olacağım.
Böylesine değerli bir mevzuyu çok kısa bir sürede herkesin kavrayabileceği bir dille derleyen Recep Şentürk Hocamız’a şükran borçluyuz.
Yazıyı, Şentürk Hoca’nın kitabın sonuç bölümüne aldığı; fütüvveti mükemmel bir şekilde özetleyen Mevlana’nın şu şiiriyle bitirelim:
Güneş gibi ol şefkatte, merhamette.
Gece gibi ol ayıpları örtmekte.
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte.
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette.
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette.
Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.
Turgut Akça