Elazığ sokaklarının süsü divaneleri anlatıyor

Görünce şöyle bir gülümseyip geçtiğimiz divaneler kim bilir nelere vâkıf? Necati Kanter, Bizim Şehrin Divaneleri kitabında Elazığ’ın divanelerinin masalsı hayatlarına mercek tutuyor..

Elazığ sokaklarının süsü divaneleri anlatıyor

Deliler-divaneler; aklın sınırlarını aşmış, kendini akıl üstü bir akla bırakmış seçilmiş kişilerdir. Sokakları durmadan arşınlayan, arşınladığı her sokağa tebessüm bıraktıran bu seçilmiş kişiler, Necati Kanter’in deyimi ile sokağın süsüdür. Onların farkında olmamak mümkün değil. Kılık kıyafetinden, adımlarının ritminden ve en önemlisi sokağın akışını zedelemelerinden anlaşılır divaneler. Divane olduğu anlaşılan kişiye önce uzaktan bakılır, halinde bir mizahi taraf varsa gülünür ve yola devam edilir. Bir dahaki karşılaşmaya kadar unutulur o divanenin varlığı. Genel yaklaşım budur. Bu haberimize konu olan ise bu yaklaşımın dışında, farklı bir tavır.

Şehrinin divaneleri ile arasında sürekli ve sahici bir muhabbet kuran Necati Kanter, dostlarına olan vefa borcunu onların hikâyelerini kayıt altına alarak ödemiş. Yayın hayatını Elazığ’da sürdüren Manas Yayınları da, bu birbirinden ilginç ve kıymetli hikâyeleri Bizim Şehrin Divaneleri başlığıyla kitaplaştırmış.

Hikâye formunda, masal tadında

Necati Kanter’in şehri Elazığ. Bu divaneler de Elazığ’ın divaneleri: Deli Mısto, Nüzhet Dede, Fehmi Baba, Rüviyeti Baba, Hacı Veli, Dono, Gaffur Baba, Appo Mılla, Âşık Ahmet, Trafik Mehmet, Yusuf Efendi, Hasane, Deli Latif, Münir Baba, Aliye Bacı, Küçük Hanım, Ayı Cemil, Divane Cevdet, Mehdi Metin, Mesih Selo, Gakko Recep… Onların hikâyelerinin en ilginç yanlarından, unutulmadan dilden dile efsaneleşerek dolaşan hayatlarından kesitler sunuyor Necati Kanter kitapta. Hikâye formunda karşımıza çıkan bu hayatları, iyi bir anlatıcının kaleminden dinlemek, bir masal tesiri oluşturuyor insanda. Ama öyle uyku yapan bir masal değil, aksine insanı zinde tutan bir masal.

Naz makamında haller

Bir divane hikâyesi dinlerken ansızın o hikâyenin içine sinmiş şiirin, tasavvufun, mûsıkinin, hicvin içine dalmak güzel ve farklı bir tat bırakıyor. Bir divanenin hayatından girilen bu dünyanın zenginliğini görünce insan; aklın çeperleri ile garanti altına alınmış kendi dünyasının fakirliğinin farkına varıyor. Divanelerin şiirle olan irtibatları gerçekten üzerine düşünmeye değer. Birçok şiiri ezberden okuyan, şiir yazan divaneleri görünce hakikat terazisinde ağır gelen tarafın aklın aksine şiir olduğunu bir kez daha anlıyor insan. Yine aynı şekilde divanelerin ballar balını bulduracak mürşidin yoluna olan istidatları şaşırtıcı. Ve onların naz makamındaki halleri.

Divaneler mekânın çocuğudur

Her divanenin anlatılmaya değer farklı bir hayatı var. Öyle ki “Ben Hüccetül İslam İmam-ı Gazali’nin tarlasında otlamış, Muhittin Arabi’nin deryasında yüzmüşüm.” diyen de var, içki şişesini taşa çalıp doğru yola intisap eden de, mecaza tutulup asıla varan da. Kitapta bu hayatlarla tanışmak mümkün. Fakat hepsinden öte tüm divanelere dair kitabın fark ettirdiği bazı ortak özellikler var: Nasıl ki derviş ân’ın çocuğu ise divane de mekânın çocuğu. Yaşadığı yerin tüm sırlarına metafizik ışımalarla hâkim olmuştur divaneler. O sırlardan bihaber yaşayanlara bıyık altından değil, bıyık üstünden tüm açıklığıyla gülerler. Onların o ipe sapa gelmez neşelerinin sırrı belki de burada gizlidir.

Divaneler hicvin ve nüktenin de doğal tasarımcılarıdır. Onlar hicvin dile gelmeden önceki haline vakıftırlar. Ve divaneler, insan fark etmese de insana tutulan bir aynadır. Aklın çeperlerini sağlama almış insanın elinden bu çeperler gidince, nasıl bir hale bürüneceğini yansıtan bir hakikat aynası.

Serdar Arslan yazdı

YORUM EKLE