Olga Tokarczuk’tan Son Hikayeler
İnsan ne zaman ölmeye başlar?
Kitaba Dair
Nobel Edebiyat Ödülü sahi yazar Olga Tokarczuk, Son Hikâyeler'de insan için en evrensel, en temel gerçeği ele alıyor: Ölüm. Okurunu tanıştırdığı üç hikâye var bu kitapta, yakınlıkları ile rahatsız eden ve hayal gücüne giderek daha derinden hükmeden üç dünya, yalnız ve kendini arayan üç kadın. Uzun bir aradan sonra eve dönen ama tanıdıkların anılarıyla teselli bulmak zorunda kalan Ida; keçisiyle dağlarda yaşayan Pareskewia; ve son olarak Ida'nın kızı, Pareskewia'nın torunu, Maja. Başlangıçta bağımsız gibi gözüken bu üç hikâye, aslında üç kuşağın ruhunun en gizli köşelerini son derece renkli bir şekilde temsil ederler. Tamamen farklı üç dünya, tamamen farklı üç geçmiş ve kaçınılmaz bir gerçek. Son Hikâyeler, Tokarczuk'un diğer romanlarından daha yumuşak, daha düşünceli ve hatta daha samimi. Tanıdık, özgün ve sofistike kadın karakterleri üzerinden insan hayatını ve geçen zamanı incelikle sorguluyor. Olga Tokarczuk bu parçalı masalında yine insanı kendiyle çarpıştırıyor, gerçekle yüzleştiriyor ve yine kendiyle sağaltıyor.
Ne Dediler?
"Işık ve gölgelerle oynayan yazar, olağanüstü bir beceriyle üç kadının hareketli portrelerini çiziyor - sonsuz hüzünlü bir manzaraya karşı portreler." - Le Figaro
"Olga Tokarczuk, uzun zaman önce başarıya ulaştı, şöhret için çabalamıyor ve edebiyatı bir çeşit sohbet olarak ele alıyor. Ve konuştuğu odak okurlarını öyle etkiliyor ki. En zor olanı yapabiliyorr: Gündelik yaşamdaki gizli cevheri ortaya çıkarıyor. Onun edebiyat gündelik hayat yoğunluğunu, içsel karmaşıklığını, anlamını ve dramını yeniden kazanıyor." - Przemysław Czapliński, Gazeta Wyborcza
"Son Hikâyeler, ölümden bahsederken hayatı da anlatıyor. Olga Tokarczuk, şiirsel hayal gücü ve dilin güzelliğiyle şeylerin ve deneyimlerin kaybolmasına karşı çıkıyor." - Die Tageszeitung
"Rahatsız edici, ilgi çekici, dokunaklı hikayeler." – Focus
Neden Önemli?
Olga Tokarczuk Nobel Edebiyat Ödülü ve Uluslararası Booker Ödülü’nün yanı sıra Nike Edebiyat Ödülü, Koscielski Edebiyat Ödülü ve Almanya-Polonya Uluslararası Köprü Ödülü’ne layık görüldü.
Olga Tokarczuk'un erken dönem romanları arasında yer alan Son Hikâyeler, yazarın uluslararası arena ses getiren başarılı eserlerinde de izler taşıyor.
Geride kalan yakınlar ve şahitlerdeki yansımaları üzerinden "ölüm"e odaklanan Son Hikâyeler, buradan da "yaşam"ın gizinin peşine düşüyor.
Ali Akyıldız’ın Kaleminden: Kral Öldü Yaşasın Kral
Değişmeyen İktidarın Değişen Yüzleri:
Padişahım Çok Yaşa!
“Âşık-ı sâdıkda dîl birdir olur mu yâr iki
Hiçbir taht üstünde mümkün müdür hünkâr iki”
II. Selim
Kitaba Dair
Kral Öldü, Yaşasın Kral: Osmanlı’da Cülus, Veraset ve Meşruiyet kitabı, Osmanlı tarihi alanında özellikle birinci el kaynakları kullanarak yaptığı emsalsiz çalışmalarla tanıdığımız Prof. Dr. Ali Akyıldız’ın yıllarca emek verdiği bir çalışmanın ürünü.
Osmanlı padişahlarının tahta oturmaları ve ardından iktidar değişikliğine bağlı olarak gerçekleştirilen bazı uygulama ve ritüellerin incelendiği bu kitap, konuyu imparatorluğun başlangıcından sonuna kadar bir bütünlük içerisinde ele alan yegâne çalışmadır. Konunun bu şekilde bütüncül ve uzun periyotlu bir yöntemle incelenmesinin, hanedanın 600 yılı aşan tarihi boyunca teşrifat kurallarının ve müesseselerin gelişimine paralel olarak cülus ve cülus ritüellerinde ortaya çıkan değişim ve kırılma noktalarının daha rahat görülmesini sağladığı ve problemi anlama ve anlamlandırma açılarından uygun bir yaklaşım olduğu söylenebilir. Öte yandan konuyu ana hatlarıyla ele alan bu çalışma bundan sonra yapılacak daha derinlikli akademik araştırmalara zemin hazırlaması nokta-i nazarından da büyük bir öneme sahiptir.
Tamamı renkli resimli, sert kapak ve prestij boy özelliklerine sahip bu eser, imparatorluğun en çalkantılı dönemlerinden en gösterişli dönemlerine kadar aksatılmamış, saltanatın en önemli göstergelerinden sayılan tahta çıkış töreni “cülus” kavramı bağlamında Osmanlı tarihine farklı bir açıdan bakmanızı sağlayacak.
Kitaptan Alıntı
Bu dönemde de yine valide sultanlar ile saray kadınları ön plandadır, ancak yeni dönemdeki durum artık bir tercihten değil, bir zorunluluktan kaynaklanır; zira I. Ahmed’den itibaren yaşı küçük veya aklî dengesi bozuk padişahların tahta geçmesi, bürokrasinin muhatabı olarak valide sultanları ve saray ağalarını ister istemez ön plana çıkarır.
Editörün Görüşü
Prof. Dr. Ali Akyıldız, Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli ve kalemi en velud tarihçilerden. Kendisinin Haremin Padişahı Valide Sultanlar kitabından sonra çok uzun süredir tezgahında ilmek ilmek dokuduğu bu kitap Osmanlı'da Cülus, Veraset ve Meşruiyet konusunda tarih literatürüne büyük katkıda bulunacak ve tarih meraklılarının büyük ilgisini çekecek.
Neden Önemli?
Prof. Dr. Ali Akyıldız, yaptığı çalışmalar ve yazdığı kitaplarla Türkiye ve dünya tarih literatürüne çok önemli katkılarda bulunmuş çok önemli bir isim. Hemen hemen her yazdığı eser, çeşitli kurumlarca ödüllere layık görüldü. Osmanlı padişahlarının tahta oturmaları ve ardından iktidar değişikliğine bağlı olarak gerçekleştirilen bazı uygulama ve ritüellerin incelendiği bu kitap, konuyu imparatorluğun başlangıcından sonuna kadar bir bütünlük içerisinde ele alan yegâne çalışmadır. Ayrıca bu çalışma, tamamı renkli resimli, prestij boy ve kalitesindedir.
İsmail Ediz’in Kaleminden: Balfour Deklarasyonu
Yahudi Devletinin Temellerini Atan İngiliz Belgesi: Balfour Deklarasyonu
Kitaba Dair
İsmail Ediz, Balfour Deklarasyonu’nda, Orta Doğu’da bir Yahudi devleti kurma düşüncesinin nasıl şekillendiğini Neoklasik Realizm teorisiyle açıklayarak bir ilke imza atıyor. 1917 Balfour Deklarasyonu’nu İngiliz hükümetinin ortaya çıkardığı bir karar olarak ele alan eser, konuyu hem tarih hem de uluslararası ilişkiler perspektiflerinden değerlendiriyor. Böylece günümüz araştırmalarında ihmal edilmiş yönleri, ara değişkenleri, İngiliz iç siyasetini ve dünyanın durumunu gözler önüne seriyor.
Filistin’in jeostratejik konumu, İngiltere’nin savaş sırasındaki değişken durumu, Yahudilerin Çarlık Rusya’sı karşıtı tutumu, uluslararası ekonomik kriz, Amerikan-Yahudi sermayesine duyulan ihtiyaç, gizli ve sözlü yürütülen görüşmeler, nihayetinde kökünden değişen uluslararası dengeler… Orta Doğu’yu çıkmaza sürükleyen ve Yahudi devletini adım adım inşa eden Balfour Deklarasyonu’na dair her şey Balfour Deklarasyonu: Yahudi Devletinin Kökenleri kitabında. Geçmişi uluslararası ilişkiler metodolojisiyle okuyup tarihteki bağımsız değişkenleri görmek isteyen okurlar için vazgeçilmez bir çalışma.
Neden Önemli?
- Tarihi uluslararası ilişkiler metodolojisiyle bir arada değerlendirerek alanında bir ilke imza atıyor.
- Arşiv belgeleri, haritalar ve fotoğraflar eşliğinde sürükleyici bir okuma tecrübesi sunuyor.
- İngiliz hükümetinin Orta Doğu’da Siyonizm'i desteklerken gözettiği çıkarları ele alıyor.
- Arthur Balfour, Lloyd George, Mark Sykes, Herbert Samuel gibi önde gelen diplomatların faaliyetlerini inceliyor.
Editörün Görüşü
Filistin’de Yahudi devleti kurma süreci 1948 yılında İsrail’in ortaya çıkmasıyla sonuçlansa da sürecin arka planı durumun uluslararası ve tarihsel olarak anlaşılmasında son derece önemlidir. Nitekim Yahudi devletinin 1915’e kadar dayanan bir plan geçmişi vardır. 1917’de Balfour Deklarasyonu ile somut bir şekil kazanan süreç, İsmail Ediz tarafından profesyonellikle ele alınıyor. Çalışma, deklarasyonu sadece tarih bağlamında değil, bağımsız değişkenleri de göz önünde tutan neoklasik realist teori bağlamında inceliyor. Literatüre büyük bir katkı yapacak ve tarih kitaplıklarında en üst raflarda yer alacak bir çalışma.
Kitaptan Alıntı
“İngiliz hükümeti, mali sorunlarını aşmak için Siyonistlerle temas kurmanın yollarını arıyordu. Böyle bir anlaşma Londra’ya birden fazla kazanç sağlayacaktı. Almanya da Yahudilerin desteğini almayı hedefliyordu. Yahudilerin Alman kampına geçişi İngiliz İmparatorluğu için sonun başlangıcı olabilirdi.”
Talha Burak Ünlü’den İttihatçı Bir Fedai
İttihat ve Terakki’nin gözü kara fedaisi Mülâzım Atıf Kamçıl'ın hayatı sadece Timaş Tarih'te!
Kitaba Dair
“Eğer hükûmet bunu sağlamazsa millet meşrutiyeti zorla alacaktır” diyerek isyan eden Resneli Niyâzi gözünü karartmış, sultana karşı büyük bir ittifak sağlamıştı. II. Abdülhamid’in son kozu olan Şemsi Paşa Resneli Niyâzi Bey’i durdurmaya kararlıydı. İttihat ve Terakki Cemiyeti ise Meşrutiyet’in ilanı için Şemsi Paşa’yı durduracak bir fedai bulmaya mecburdu. Herkesin suikast görevinden kaçındığı bir dönemde görevi üstlenen tek bir kişi vardı: Mülâzım Atıf Bey.
İttihatçı bir Fedai: Mülâzım Atıf Kamçıl, Şemsi Paşa’yı öldüren gözü kara fedai Atıf Bey’in hayatını anlatan emsalsiz bir biyografi çalışması. Arşiv belgelerinin yanı sıra Mülazım Atıf Bey’in şahsi evrakına ve fotoğraflarına da erişen Talha Burak Ünlü, II. Abdülhamid döneminin en kritik dönemini sürükleyici bir üslupla anlatıyor. Kitapta II. Meşrutiyet’in ilanında hayati bir rol oynayan, Enver Paşa’nın kurduğu Teşkilat-ı Mahsusa’da başkan yardımcılığı yapan, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkez-i umumisinde yer alan, Malta sürgününe gönderilen, Meclis-i Mebûsan’da mebusluk, TBMM’de milletvekilliği yapan Atıf Bey’i yakından tanıyacak; yalnızca Mülâzım Atıf’ın değil dönemdeki aktörlerin faaliyetlerine şahit olacaksınız.
Editörün Görüşü
İttihatçı bir Fedai: Mülâzım Atıf Kamçıl, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Fedai Zabitan şubesine üye olan, II. Abdülhamid’e karşı isyan edip dağa çıkan Resneli Niyâzi Bey’i durdurmak üzere hareket eden Şemsi Paşa’yı öldüren, Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesinde belki de en kritik rolü üstlenen Atıf Bey’in hayatını tarih okurlarına sunan titiz ve sürükleyici bir çalışma. Literatüre mühim bir katkı sağlayan Talha Burak Ünlü’nün bu eserinde Mülâzım Atıf Kamçıl’ın hayat hikâyesini okuyacak, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan tarihî bir serüvene tanıklık edeceksiniz.
Neden Önemli?
- Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde önemli bir dönüm noktası olan II. Meşrutiyet’in ilanında hayati bir rol oynayan Şemsi Paşa Suikastı’nı detaylarıyla anlatıyor.
- Arşiv belgelerinin yanı sıra Mülâzım Atıf’ın bavulundan çıkan şahsi evrakları, mektupları ve fotoğrafları okurlarla buluşturuyor.
- Fedai Zabitan şubesine ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne dair detaylı bilgi barındırıyor.
- Resneli Niyâzi, Enver Paşa, Kâzım Karabekir, Şemsi Paşa, Ohrili Eyüp Sabri ve daha pek çok isim hakkında tafsilatlı bilgi veriyor.
Kitaptan Alıntılar
“Atıf’ın, bu zorlu görevde Şemsi Paşa’yı vurmaya muvaffak olsa bile yaşaması neredeyse imkânsızdır. Ok yaydan bir kere çıkmıştır. Atıf, kara toprağa girmek için gözünü çoktan karartmıştır.”
“Atıf için düşünülen yer cemiyetin fedâî şubesidir. Bunun sebebi büyük ihtimalle Atıf’ın gözü karalığının bilinmesi ve bu genç mülâzımın nişancılıkta yetenekli olmasıdır. Mülâzım Atıf, artık Fedai Atıf olarak anılacaktır. Fedainin yemin töreni Manastır’da gerçekleşmiştir. Törende Kazım Karabekir’in Atıf ile tanıştırdığı Enver Bey de hazır bulunmuş, tahlif töreninde yemin metnini Kazım Karabekir okumuştur.”
“İttihat ve Terakki, Şemsi Paşa’nın durdurulması için bir fedai bulmaya mecburdur. Yerine getirilmesi çok zor olduğu için bu görev kimseye kolayca tevdi edilemeyecektir. Sırf bu işler için kurulan, cemiyetin fedai şubesi mevcut olsa da burada genç ve heyecanlı kişiler olduğu için olayın başarısızlıkla sonuçlanacağı ihtimali göz önünde bulundurularak bu suikastın gönüllülük esasına göre yapılmasına karar verilecektir.”
“Niyâzi Bey’in son anlarına tanıklık eden arkadaşı Bekir Bey, Resneli Niyâzi’nin çok hasta olduğunu ve kendisini ziyarete geldiğini, dönüşte de Avlonya Limanı’nda kim oldukları belirlenemeyen kişiler tarafından vurularak öldürüldüğünü söyler. Bekir Bey’e göre olay sonrası tutuklanan kişiler masumdur ve asıl suçlular yakalanamamıştır. Niyâzi Bey’in son sözü ‘Niçin bre!’ olacaktır.”
“Mülâzım Atıf’ın Şemsi Paşa’ya düzenlediği suikastın belki de Niyâzi Bey’in hayatını kurtardığını söyleyebiliriz. Bu gelişmeyle birlikte hareket alanını genişleten ve özgüven kazanan Resneli Niyâzi, Şemsi Paşa’nın öldürülmesinden sonra yerine getirilen Müşir Osman Paşa’yı, Ohrili Eyüp Sabri Bey’le birlikte dağa kaldırarak Meşrutiyet’in yeniden ilanına önemli katkı sağlamıştır.”
Umut Var’dan: Süryani Tarih Yazıcılığında Türkler
Türklerin Süryani Kaynaklarına Kaydedilmiş İzleri...
Kitaba Dair
İslam, Bizans ve Haçlı Seferleri tarihleri için son derece önemli bir kaynak dili olan Süryanice, İslam öncesi Türk tarihi için de aynı önemi taşır. Öyle ki, bugün Orta Çağ araştırmacılarının yolunu aydınlatan ve okurların tarih algısını yeniden şekillendiren bazı meseleler, yalnızca Süryanice kaynaklarda kayıt altına alınmıştır. Umut Var, Süryanice kaynakların işaret ettiği ancak günümüzde karanlıkta kalmış pek çok konuyu Süryani Tarih Yazıcılığında Türkler’de aydınlığa kavuşturuyor. Türklerin Orta Çağ’da Sasani, Bizans ve Doğu Kilisesi’yle ilişkilerine dair bugüne kadar hiç değinilmemiş meseleleri gündeme getiren bu eser, literatürde büyük bir boşluğu dolduruyor.
Bizans-Avar mücadeleleri, Türklerin Yâfes’e dayandırılan soyağacı, Bizans’ın Köktürklere gönderdiği elçi, Türkistan’daki misyonerlik faaliyetleri, vaftiz edilen kalabalık Türk grupları, Bulgarların ve Hazarların ortak ataları, Sasani-Akhun ilişkileri ve daha pek çok dikkate değer konu bu kitapta bir arada… Süryani Tarih Yazıcılığında Türkler, erken Orta Çağ kaynaklarında Türklere dair tüm bilgileri bir araya toplayan, arşiv niteliğinde, sürükleyici bir çalışma…
Editörün Görüşü
Hem Orta Çağ tarihçisi hem de Süryani Dili ve Edebiyatı araştırmacısı olan Umut Var, çalışmalarıyla literatüre büyük katkıda bulunuyor. Karanlıkta bırakılmış bir kaynak dili olan Süryanicenin bütün zenginliklerinden yararlanan bu kitap adeta bir kaynak rehberi. Yazar Türklerin dışarıdan nasıl algılandığını berrak bir şekilde gösterirken, aynı zamanda Doğu Kilisesi'nin dünyayı algılayış biçimine de ışık tutuyor. Bu vesileyle hem tarihsel referansları okura sunuyor hem de Türklerin kutsal metinlerde nasıl anlatıldığını ve bu anlatıların Süryani tarih yazımına nasıl yansıdığını da gözler önüne sermiş oluyor.
Neden Önemli?
Bu kitap, yakın zamana kadar karanlıkta bırakılmış Klasik Süryanice kaynaklara her yönüyle hâkim, sürükleyici ve arşiv niteliğinde bir eser.
Hem Orta Çağ tarihçisi hem de Süryani dili araştırmacısı olan Umut Var, bu kitapta Türk kavimlerinin kaynaklarda nasıl ele alındığını, nasıl algılandığını ve Bizans ile ilişkilerinin ne yönde olduğunu gözler önüne seriyor.
Bizans, Avarlar, Köktürkler, Bulgarlar, Hazarlar, Akhunlar ve Sasanilerle ilgili dönem kayıtlarını büyük bir titizlikle sunuyor.
Yalnızca Süryanice kronikleri incelemiyor, aynı zamanda bu kroniklerin ve kaynakların modern çalışmalardaki konumlarına da değiniyor. Süryani tarih yazımı ile kutsal anlatılar arasındaki ilişkiyi ayrıntılarıyla kıyaslıyor. Doğu Kilisesi’nin misyonerlik faaliyetlerine ve İslâm’ın yayılmasıyla gelişen olayların da kaynaklara nasıl yansıdığına yer veriyor. Orta Çağ araştırmalarında önemli bir yeri olan Süryaniyat araştırmalarının günümüzdeki durumuna işaret ediyor.
Kitaptan Alıntılar
“6. yüzyıldan itibaren Süryani vakanüvisler tarafından oluşturulan özgün tarzın yanı sıra, yukarıda kısaca bahsettiğimiz gibi tarihî süreçte farklı unsurlardan etkilenerek şekillenen Süryani tarih yazıcılığı, bu kıymetli mirasın üzerinde yükselerek 12. yüzyılda altın çağına ulaşmıştır.”
“8. yüzyıla gelindiğinde Doğulu Hristiyanların yaşadığı coğrafyada siyasi ve kültürel anlamda İslam hâkimiyetinin büyük ölçüde tamamlanmış olması Süryani tarih yazıcılığına üslup ve içerik bakımından etki eden bir diğer unsurdur. Bu dönemde Süryani vakanüvislerin bir kısmı Süryanice ve Arapça çift dilli eserler kaleme almış olup bu eserlerinde Seleukos takviminin yanı sıra Hicrî takvimi de kullanmaya başlamışlardır.”
“Mikhael Rabo’nun yaşadığı dönemde Türklerin İran, Irak, Suriye ve Anadolu’nun önemli bir kısmını çok kısa bir sürede ele geçirmeleri bu durumun temel sebebi olabilir. Zira kronikte Türklerin bu coğrafyalardaki ilerleyişi Tanrı’nın günahları karşılığında imanlılara verdiği bir ceza olarak yansıtılır.”
“Mezopotamya, Süryani toplumu için pek çok açıdan olduğu gibi Süryani tarih yazıcılığı için de merkezî bir öneme sahiptir. Ancak Süryani tarih yazıcılığı sadece bu coğrafyaya ilişkin veri ve bilgileri içermez. Bu durumun en önemli kanıtı ise çalışmamızda incelediğimiz üzere Turfan’dan Maveraünnehir’e, Kafkasya’dan Balkanlara kadar son derece geniş bir coğrafyada varlıklarını sürdüren Türklere dair Süryanice tarih metinlerinin ihtiva ettiği kayıtlardır.”
“Asparuh’un ölümünün ardından başa geçen Tervel Han (700/1-721) döneminde hâkimiyet alanlarını genişleten Tuna Bulgarları, Bizans ile askerî ve diplomatik ilişkilerini devam ettirmiş ve Arapların 717-718 Konstantinopolis kuşatmasında Bizans’ın en önemli müttefiki olmuşlardır.”
“Bizans-Bulgar ittifakının Emevi ordusu üzerinde ağır hasarlara yol açması ve 819 Kroniği’nde de bahsedildiği üzere Araplar arasında kıtlığın baş göstermesi bu kuşatmayı başarısız kılmıştır. Binaenaleyh kuşatmanın devam ettiği 717 sonbaharında halife Süleyman’ın vefat etmesi üzerine Emevi tahtına oturan Ömer b. Abdülaziz (717-720) de kısa bir süre sonra kuşatmaya son vermiştir.”
“Bu listeye göre Makedonlar, Ermeniler, Medler, Yunanlar ve Romalılar Yâfes’in soyundan; Etiyopyalılar, Mısırlılar, Hititler, Hivitler ve Jebusiler Hâm’ın soyundan; Aramiler, İbraniler ve Persler de Sâm’ın soyundan gelmektedir. Buna ek olarak Mikhael Rabo’nun kaydettiği üzere Sâm’ın çocukları doğuda, Yâfes’in çocukları kuzeyde ve Hâm’ın çocukları da güneyde yaşamaktadır.”
Arka Kapaktan
Gelecek vadeden genç tarihçi Umut Var, akıcı üslubunu derinlikli analizleriyle birleştirerek hem akademiye hem genel okur kitlesine ilgi çekici bir eser sunuyor. O, bu titiz çalışmayla Türk tarihinin mühim bir evresine ışık tutuyor. Okunması ve kütüphanede bulundurulması gereken bu eser, gerçekten önemli bir boşluğu dolduruyor.
Doç. Dr. Zafer Duygu-Dokuz Eylül Üniversitesi
Ali Çimen’in Kaleminden:Tarihi Değiştiren Askerler
Cesaretleri Kılıçlarından Keskin Tarihi Değiştiren Askerler Bu Sayfalarda!
Kitaba Dair
Tarih boyunca karizmatik, ihtiraslı, askerlik sezgisi yüksek ve her şeyden önce de askerliğin mütemmim cüzü cesaretten nasibini almış askerler milletlerini zaferden zafere koşturmuş, ülkelerinin sınırlarını genişleterek tarih kitaplarının haklı aktörleri olmuşlardır. Ve tabii ki ihtirasın ölçüsünü kaçırıp haklılık çizgisinin dışına taşarak ülkelerini felaketlere sürükleyenler ve lanetlenenler de yok değil. Her halükârda, ister haklı ister haksız, silaha sarılıp ordularının başına geçenler, eylemleriyle tarihin köşe taşlarını inşa ettiler.
Ali Çimen’in Tarihi Değiştiren Askerler adlı bu çalışmasında Pearl Harbor Limanı'nı bombalayarak Amerika’nın II. Dünya Savaşı’na girmesine sebep olan Japon Amiral Yamamoto, yine II. Dünya Savaşı’nda Nazileri geri püskürten ve belki de gerçek anlamda savaşın kaderini değiştiren Rus Mareşal Zhukov, Napolyonik Savaşlar sırasında Fransızları Akdeniz’den silerek İngiltere’nin neredeyse bir asır boyunca “denizler hâkimi” olmasını sağlayan Amiral Nelson ve Güney Amerika’yı kılıcıyla İspanyollaştırıp Yeni Dünya’nın zenginliklerini Avrupa’ya taşıyan Cortes gibi; tarihte köklü izler bırakmış, lakin ülkemizde pek gündeme gelmeyen isimler de yer alıyor. Tüm bunların yanı sıra bu kitapla Halid Bin Velid, Alparslan, Selâhaddin Eyyübi, Fatih Sultan Mehmed, Barbaros Hayreddin Paşa, Kanuni Sultan Süleyman ve tabii ki Atatürk gibi, tarafı olduğumuz siyasal ve kültürel sahnenin önemli aktörlerinin dünyasına da misafir olabileceksiniz.
Editörün Görüşü
Tarihi Değiştiren Serisi'yle yüzbinlere ulaşan bir okur kitlesine sahip gazeteci yazar Ali Çimen'in hazırladığı bu eserde, dünya tarihine askerlik sanatındaki ustalıklarıyla yön vermiş askerler sıkıcı detaylara girmeden enfes bir üslupla anlatılıyor.
Kitaptan Alıntılar
“Bir kuzunun komuta ettiği bir aslanlar ordusu beni korkutmaz. Ama aynı şeyi, bir aslan tarafından komuta edilen kuzu ordusu için söyleyemem…” Büyük İskender
Neden Önemli?
13 kitaptan oluşan ve yıllar içinde satış rakamları yüz binlere ulaşan Tarihi Değiştirenler serisi; dipnotlu, kaynakçalı, güncellenmiş ve yenilenmiş formatıyla yeniden okuyucusuyla buluşuyor. Ali Çimen'in belgesel tadında akıcı üslubuyla hazırlanmış bu seri, 7'den 77'ye meraklı tarih okurunun tüm sorunlarına cevap verecek nitelikte. Serinin bu kitabında; Pearl Harbor Limanı'nı bombalayarak Amerika’nın II. Dünya Savaşı’na girmesine sebep olan Japon Amiral Yamamoto, yine II. Dünya Savaşı’nda Nazileri geri püskürten ve belki de gerçek anlamda savaşın kaderini değiştiren Rus Mareşal Zhukov, Napolyonik Savaşlar sırasında Fransızları Akdeniz’den silerek İngiltere’nin neredeyse bir asır boyunca "denizler hâkimi" olmasını sağlayan Amiral Nelson ve Güney Amerika’yı kılıcıyla İspanyollaştırıp Yeni Dünya’nın zenginliklerini Avrupa’ya taşıyan Cortes gibi; tarihte köklü izler bırakmış lakin ülkemizde pek gündeme gelmeyen isimler de yer alıyor.
Tarih boyunca karizmatik, ihtiraslı, askerlik sezgisi yüksek ve her şeyden önce de askerliğin mütemmim cüzü cesaretten nasibini almış askerler milletlerini zaferden zafere koşturmuş, ülkelerinin sınırlarını genişleterek tarih kitaplarının haklı aktörleri olmuşlardır. Ve tabii ki ihtirasın ölçüsünü kaçırıp haklılık çizgisinin dışına taşarak ülkelerini felaketlere sürükleyenler ve lanetlenenler de yok değil. Her halükârda, ister haklı ister haksız, silaha sarılıp ordularının başına geçenler, eylemleriyle tarihin köşe taşlarını inşa ettiler.
Tüm bunların yanı sıra bu kitapla Halid Bin Velid, Alparslan, Selâhaddin Eyyübi, Fatih Sultan Mehmed, Barbaros Hayreddin Paşa, Kanuni Sultan Süleyman ve tabii ki Atatürk gibi, tarafı olduğumuz siyasal ve kültürel sahnenin önemli aktörlerinin dünyasına da misafir olabileceksiniz.
Hayat Nur Artıran’dan: Nun Kapısı
“Kendini görmediğin her yerde Allah’ı görebilirsin!”
Kitaba Dair
Nun Kapısı adlı bu eser, Hayat Nur Artıran Hanımefendi’nin sosyal medyada paylaşmış olduğu Mesnevî beyitlerine ve tasavvuf büyüklerine ait vecizelere dair getirdiği kısa izahlardan oluşmaktadır. Zamansızlıktan ve okuyamamaktan şikâyet edenler için son derece kıymetli olan bu çalışma, bir sayfada büyük hakikatlerin kapısını aralamakta. Bir vecize ve beyit karşısında o beytin ve sözün izahatı verilmektedir. Misaller ve meseller eşliğinde en çetin mevzular anlaşılır bir lisanla günümüz okuruna takdim edilmektedir. Hz. Mevlânâ, Şems-i Tebrizî, Ahmed er-Rufai, Abdülkadir-i Geylanî, Ebul Hasan Harakânî, Muğlalı İbrahim Şahidî dede gibi mana erlerinin kalbe akan zebercetten sözleri Artıran’ın samimi ve deruni yorumlarıyla yeniden anlam kazanıyor ve günümüzde psikolojik sıkıntılarıyla baş edemeyen insanlara rehberlik ediyor.
Editörün Görüşü
Hayat Nur Artıran, küçük yaşlardan itibaren tekke ve dergâh adabıyla yetişmiş, sosyal ve ticari hayatın içerisinde yer almak suretiyle, adeta halk içerisinde Hakk ile beraber olmuş bir sufi rehberdir. Bilhassa, Tahirü'l-Mevlevî ve Şefik Can çizgisinde Mesnevî-i Şerif dersleri almış ve Şefik Can merhumun son yedi senesinde hizmetinde bulunmuştur. Bu hizmet yıllarında Mevlevîlik usul ve erkânını hakke'l-yakin müşahede etmiş, Hz. Pir'in mesajını bihakkın kavramıştır. İşte, her bir kitabının ismiyle daha baştan itibaren okura en temel mesajı veren Artıran, bu kez sırlı ve hikmetli "Nun Kapısı" başlığıyla ağırlıklı olarak Mesnevî beyitlerine, diğer tasavvuf erkanın sözlerine kısa dipnotlar düşerek bu sözlerden çıkarılacak dersleri yazıya döküyor.
Neden Önemli?
Bu kitap zamanın bereketsizliğinden ve azlığından şikayet eden, en önemli işlere vakit ayırmakta sorun yaşayan ama bunun farkında olup üzülen insanlara kısa kısa mesajlarla hayatın manasını, dünyanın geçiciliğini ve ahiret hayatının ebediliğini hatırlatmakta. Aklın akıldan üstün olduğunu, nefsin bakışı nasıl körelttiğini, iyiliğin yüceliğini, kötülüğün sefaletini ve usulsüzlüğün vusulsüzlük olacağını en net cümlelerle anlatıyor.
Kitaptan Alıntılar
“Allah dostları, İlâhî takdire asla itiraz etmezler; çünkü Cenâb-ı Allah’ın, neyi alırsa yerine çok daha iyisini vereceğini bilirler. Dünyanın en değerli kumaşı dahi önce kesilir biçilir parça parça olur, ondan sonra bir güzelin bedenini süsler. Kumaşın kesilmesine biçilmesine razı olmayan elbiseyi de giyemez.”
Cenâb-ı Hakk; "Ey Mûsâ! Bana günah etmediğin, kötü söz söylemediğin bir ağızla duâ et!" buyurdu. Hz. Mûsâ; "Benim öyle ağzım yok." dedi. Hakk da buyurdu ki: "Öyle ise, bize başkalarının ağzı ile duâ et! Sen, bana başka birisinin ağzı ile yâni, başkasının ağzından "Allah'ım!" diye yalvar, duâ et! Çünkü sen, başkasının ağzı ile günah etmediğin için o ağız senin için temizdir, günahsızdır. Öyle hareket et ki, başkalarının ağzı gece gündüz sana duâ etsin. Sen, başka birinin ağzı ile kötü söz söylemediğin, günaha girmediğin için o başka birinin özür dileyen ve duâ eden ağzı yok mu, işte o ağız senin için günah etmediğin bir ağızdır.
İnsan dertlerden, uğradığı zulümlerden, başına gelen belâlardan, aldığı yaralardan sızlanır, feryat eder. Başına gelen hastalıklardan Cenâb-ı Hakk’a yüzlerce şikâyette bulunur. Cenâb-ı Hakk da buyurur ki: ‘Ağrı, sızı, dert, keder, zahmet sonunda seni yalvaran, yakaran bir kul etti. Seni gaflet uykusundan uyandırdı, doğru yola getirdi. Sen dertten, kederden, ağrıdan, sızıdan değil; asıl senin yolunu kesen, seni bizim kapımızdan uzaklaştıran çeşitli nimetlerden, zenginlikten, neşeden şikâyet et!’ Hakikatte her düşman senin kimyandır, ilacındır. Onun kötülüğü, zulmü seni içine kapanmaya, gönlünü bulmaya, ‘Aman Yâ Rabbi’ demeye zorlar.”
“Allah, ayağı kırılana kanat bağışlar, kuyuda olana yol açar. Sen kuyu dibinde veya ağaç üstünde olduğuna bakma, sadece Allah’ın rahmetine, O’nun kullarına olan şefkâtine ve merhametine bak.”
Hz. Âdem’in güzel bir sözü vardır: “Yâ Rabbi; kullarını ayıplamak, onları kınamak, ayıp, kusur eksik bulmak ancak sana yaraşır. Çünkü ayıpsız, kusursuz, eksiksiz olan bir tek sen varsın.”
Sevgi, şefkat, merhamet, affetme, bağışlama, hoş görme duygularımızı köreltip, sert, kaba davranışlar sergiledikten sonra karşımızdan tatlı dil, güler yüz, tolerans beklemek ne derece doğru olur? Hz. Mevlânâ: “Sen, bu dünyada yaptığın işler, konuştuğun sözler ile Allah’ın kahrını seçtinse; seçtiğin kahrı da gönüllü olarak çek, etraftan şikâyet edip durma.” der.
Herkes hata ve yanlış yapabilir, bu gâyet tabîîdir. Önemli olan hata yapmak değil, hatada ısrarcı olmaktır. Ayrıca, ancak affeden kişi affedilir, hoş gören kişi hoş görülür. Seven, saygı duyan insan sevilir, saygı duyulur. Bir başkasını affetmek, bağışlamak karşı tarafa iyilik zannedilse de aslında bu durum affeden kişinin derin bir kişilik ve özgüven sahibi olduğunun işaretidir. Çünkü tecrübeli, olgun, kâmil kişiler böyle sığ, basit duygular içinde yaşayamazlar. Ancak zayıf, aciz, zavallı, öz güvenden yoksun kişiler yıllarca aynı kin, öfke, kıskançlık ve haset duyguları içinde yaşamaya devam ederler.
Hz. Mevlânâ şöyle buyurmuştur: “Hilâl, göklerde dolaşırken geceden geceye yavaşlık hususunda ders verir. Ey tezcanlı, aceleci, ham kişi, der. Bir dama bile basamak basamak merdivenle çıkılır. Tencereyi bile ocakta yavaş yavaş, ustaca kaynatmak gerekir. Cenâb-ı Allah’ın bu kâinatı bir kerede ol demekle yaratmaya gücü mü yetmezdi? Neden kâinatın yaratılışı altı gün sürdü? Ey bu durumu öğrenmek isteyen kişi! Allah’ın her günü de bin yıl kadardı. Çocuğun yaratılışı neden dokuz ay sürüyor? Bir anda yaratmaya Allah’ın gücü yetmez miydi? Neden Hz. Âdem’in yaratılışı kırk sabah sürdü? O, balçığı yavaş yavaş insan haline getirdi. Onu bir anda yaratmaya gücü yetmez miydi?” İnsan, bu tür sözleri binlerce defa duyup, yine de aceleci, sabırsız ve fevri davranışlar sergiliyorsa, böyle bir kişinin mânevî bir körlük ve sağırlık içinde olduğunu da kabul etmek gerekir. O nedenle de köre teklif yoktur denmiştir.
İnsanlar genellikle yaşadıkları olayları, gördükleri, duydukları bazı şeyleri yüzeysel ve günlük boyutuyla düşünerek derin üzüntüler içine düşerler. Hâlbuki birçok şey hiç de ilk göründüğü gibi değildir. Sıkıntılı bir dönem, gerçekte bizlerin huzur ve saadetine açılan mutluluk kapısı olabilir.
“İnsanlar dış görünüşlerine göre bir olsaydı, Hz. Ahmed ile Ebu Cehil arasında hiç fark olmazdı. Sen şekle, surete takılıp kalırsan, puta tapıyorsun demektir."
Bilim Susunca - Alper Bilgili
Bilim İnsanlığın Aleyhine Nasıl Kullanılır?
Kitaba Dair
Bu kitap, bilimle ilgili klişe ve mitleri özellikle bilim tarihi ve bilim sosyolojisinin sunduğu imkanlarla, bilime düşmanlık etmeden tartışmayı başarıyla gerçekleştiriyor.
Bilim tarihi ve sosyolojisi alanlarında yaptığı çalışmalarla yurt içi ve yurt dışında tanınan Alper Bilgili, bilim dışındaki tüm bilgi kaynaklarını reddetmenin, bilimi din ile doğası gereği çatışan bir uğraş olarak sunmanın ve bilimin idealize edilmiş gerçekçi olmayan bir tarifini kabul etmenin dolaylı olarak bilime zarar vereceğinden, bilimin geniş halk kitleleri üzerindeki imajını zedeleyeceğinden ve toplumda bilim karşıtı görüşlerin daha çok alıcı bulmasına neden olacağını tarihten örnekler ve farklı disiplinlerden faydalanarak göstererek bilimle ilgili daha gerçekçi bir resim çizilmesine katkı sunmakta.
Bu kitap bilim ve toplum arasındaki ilişkinin dengesinin hassas olduğunu ve otoritelerin bilimi kullanarak toplumu manipüle edebileceğini farklı disiplinlerden beslenerek gösteren bir metin. Bilimin yanlış kullanımından doğan bilim düşmanlığının toplumu bilime karşı yozlaştırdığını söyleyen metin, bilim ile toplum olarak ilişkimizin nasıl olması gerektiğine dair bir yol haritası çiziyor.
Alper Bilgili, Bilim Susunca’da bilimin toplum, dinler ve ideolojiler ile ilişkisini geçmişten ve günümüzden örneklerle ortaya koyarak bilim ile insanlığın ilişkisinin nasıl olması gerektiğine dair alışılmış kalıpların dışında keyifli ve doyurucu bir okumaya davet ediyor.
Kitaptan Alıntılar
“Bilim insanları iyi niyetli de olsalar ideolojilerin, şartlanmışlıkların, hatta bazen aldıkları eğitimin etkisiyle doğruyu görmekte ve kabul etmekte zorlanabilirler. Ancak bunlar da bilimin itibarını zedeleyen özellikler olarak görülmemelidir. İnsanlar tarafından icra edilen bir uğraşın insani zaaflardan etkilenmesi gayet olağandır. Asıl sorun, bu defoların üzerini örtmek, bilim insanlarının objektifliklerini yitirebileceğini reddetmektir.”
“İnsanlığın uzayla ilgili bilimsel çalışmalarını da savaş teknolojisinden tamamen bağımsız düşünemeyiz. Hem de ilk günlerden beri… Galileo, 17. yüzyılın başında Hollanda teleskobunu geliştirirken maddi destek beklediği Venedik Senatosu’nu ikna etmek için bu icadın düşmanı erken görmeye yarayacağını ve böylece düşmana karşı büyük avantaj sağlayacağını vurgulamıştı.”
“Bilim insanı olmak beraberinde erdemli, açık görüşlü veya demokrat olmayı getirmemektedir. Tarih göstermiştir ki, bilim ve teknoloji, insanları yaşatmak, medeniyete katkıda bulunmak, refahı artırmak, açlıkla savaşmak gibi faydalı amaçlar için kullanılabileceği gibi, soykırımlar, terörizm, dünya savaşları ve sömürü için de araçsallaştırılabilir.”
“Devletleri bilime yatırım yapmaya ikna eden faktörlerin başında teknolojinin savaşlarda düşmana karşı avantaj sağlayacağı fikri gelmektedir.”
“Normalde güçlerini paylaşmayı sevmeyen siyasetçiler ve devlet yöneticileri de bu pratik faydasının farkında olduklarından bilime büyük önem vermekten gocunmamışlardır.”
“Bugün insan uğraşlarının en prestijli olanı bilim ise, insanların ideolojilerini, inançlarını, inançsızlıklarını bilime referansla savunmalarına pek de şaşırmamak gerek.”
Ne Dediler?
"Kurucu ideolojisi, on dokuzuncu yüzyıl vülger materyalizminin ‘kaba bilimcilik’i üzerine inşa edilmiş olan Türkiye’de, Tom Sorell’in dile getirdiği gibi, ‘bilimsel ile bilimsel olmayanı ayırt etmek’ten ziyade ‘bilimsel olanın olmayandan çok daha değerli olduğu’nu iddia eden aksiyomatik bilimcilik, toplum ve dünyanın geçirdiği değişimlere karşılık entelektüel egemenliğini sürdürmektedir. Böylesi bilimciliğin ‘bilim’ değeri kazandığı, onun eleştirilmesinin, ‘bilim düşmanlığı’ olarak yaftalandığı bir toplumda küresel ölçekte değişik ideolojik amaçlar çerçevesinde işlevselleştirilen bir yaklaşım fazla sorgulanmamaktadır. Alper Bilgili, bunu yapabilen az sayıda bilim insanının önde gelenlerinden birisidir. Tarihî bağlamları derinliğine analiz ederek güncel gelişmelerle bağlantı kuran titiz çalışmaları, bilimcilik eleştirisinin ‘dünyanın düz olduğunu iddia etmek’ olmadığını göstermenin ötesinde, onun ideolojik tasavvurlara hizmet amacıyla işlevselleştirilmesinin doğurduğu sorunlara da ışık tutmaktadır."
Prof. Dr. M. Şükrü Güngör
Princeton Üniversitesi
Ahmet Günbay Yıldız’ın Kaleminden: Uzak Umutlar Şehri
Yıllanmış bir husumetin nesilleri gölgeleyen öfkesi, gün yüzüne çıkmayı bekleyen suçlar ve aşk üzerine sarsıcı bir roman…
Kitaba Dair
Pınarbaşı Beldesi’nin yiğit delikanlısı Efruz, en yakınlarının işlediği akıl almaz bir suça tanıklık eder. Yaşadığı travma ruhunda derin yaralar açsa da Efruz, gerçeklerin ve adaletin izini sürer. Bu uğurda karşısına çıkan engelleri göğüsleyerek önce annesine ardından masum bir insana kurulan tuzakları gün yüzüne çıkarma gayretindedir.
Bir diğer yanda Dündar Nakkaş ve Devran Bulut… Paylaşılamayan sevdanın nesiller sürecek kan davası vardır iki dev arasında. Torunlarına ve çocuklarına sirayet eden bu husumetten en çok etkilenen ise Dündar Nakkaş’ın herkesten gizlediği torunu, Efruz’un hala kızı bildiği Güher’dir.
Aşk, dostluk, vefa ve sadakat gibi kavramların yanı sıra türlü insani haslete dikkat çeken, toplumsal ve ferdi meselelere mercek tutan, ibret dolu bir Ahmed Günbay Yıldız romanı...
Editörün Görüşü
Ahmed Günbay Yıldız’dan aşk, ihanet, dostluk gibi temaları merkeze aldığı, ahlaklı nesiller yetiştirme misyonunu sürdürdüğü ibret dolu bir roman. Okurlarına ahlaklı yaşamayı öğütleyen yazar, hırslarının ve egosunun kurbanı olan insanların portresini çizerek günümüzün ferdi ve toplumsal problemlerine mercek tutuyor.
Neden Önemli?
Eserinde, sahip olma hırsının yol açtığı felaketleri gözler önüne seren Ahmed Günbay Yıldız, yozlaşmış ilişkilere, “aşk” bahanesiyle kadınların maruz bırakıldığı fiziksel ve psikolojik şiddete dikkat çekerek toplumsal bir soruna parmak basıyor. Nesillere sirayet eden kan davalarının, intikam duygusunun yıprattığı hayatların konu edildiği Uzak Umutlar Şehri, manevi değerleri incitmeden yaşanan sevdalara, sarsılmaz dostluk örneklerine de yer vererek okurlarına sadakat, dürüstlük, hoşgörü gibi kavramları hatırlatmayı amaçlıyor.
Alıntılar:
“Makam ve para, onlar da aşka benzerler çocuk… Birbirlerine en yakın mesafede olanlar aynı ortamda kendilerinin değil de arkadaşlarının yükselişlerini sindiremezler.”
“Bütün çiçekler solmak için açarlar… Doğuşlar ki ilk adımıdır vedanın…”
“Dokuz arşınlık bir bez ve boyunun sığacağı kadar toprağın olacak…
Oysa umursamayıp hatırlamak istemediğimiz bir gerçekte gizliydi her şey…
Kundakla mezar arasıydı dünya dedikleri gölgeliğimiz…”
“Göçmen kuşların yuvaları muhtelif yerlerde olur. Onlara gönül verenlerin pek şansı yoktur, hasret araya girdiğinde hayata küstürür gönül verenlerini…”
“Genç yüreği, çaylak duyguların deposudur çocuk, alışacaksın gidenlere. Tecrübelerin öğretecek sana duyguların sırrını. Her özlem duyduğun şeyin sahibi olamayacağını anlatacak sana edep ve hayânın ikazları…”
“Sevgi yüreğin harcı, aşk aslında manevi değerleri incitmeden yaşamaktı.”
“Yeryüzünde haksızlığı iş edinenler kadar huzur isteyenler de yürekli olmadıkça, hürriyetlerine hasret yaşar insanlar...”
“Genç yüreği, çaylak duyguların deposudur çocuk, alışacaksın gidenlere.”
Abdullah Harmancı’dan Yepyeni Bir Kitap: Kışın Şarkısını Kim Söyleyecek
“İlk Genç okurlarını rüya mı yoksa gerçek mi sorusunun peşine düşüren öyküler!”
Kitaba Dair
Eğlendiren, düşündüren, sorgulatan ve meraklandıran öykülerle hayalin sınırlarına bir yolculuk!
Üç apartman büyüklüğünde serçe mi?
Cevap alamadığı soruları bulut rengi balonlara dönüşen çocuk mu?
Balıklı sostan şapka mı?
Ağaç yapraklarından bir dede mi?
Karların Beyi’nden şehre neden gelmediğine dair bir açıklama mı?
Kış mevsimi, bir gün okula gelip çocuklara sitem mi edecek?
Yıkık evlerin duvarlarını okşayan iki kafadar kız arkadaş mı?
Birbirinden tuhaf on üç öykü… Sular seller gibi akıp gidecek bir kitap…
Editörün Görüşü
Abdullah Harmancı, sade, anlaşılır dili ve akıcı üslubuyla ilk genç okurlarının rahatça okuyabileceği öyküler kaleme alırken genç okurlarını estetik hazdan mahrum bırakmıyor. Özgün konuları hayal gücüyle birleştiren yazar, düşündürmeye önem veriyor. Yazarın kendi hayat tecrübelerinden izler bulabileceğimiz öyküler, hayata dair güzel mesajlar içeriyor. Geçmişin güzelliklerini günümüzün gerçekleriyle birleştiren öyküler okurlarını farklı dünyalara götürüyor.
Neden Önemli?
Abdullah Harmancı çocuk edebiyatı alanında eğlendiren, düşündüren, sorgulatan ve meraklandıran eserler vermeye devam ediyor.
Öyküleriyle tanınan yazar, okurlarından, öğrencilerinden, eğitimcilerden oluşan okur kitlesine çocukları ve çocuklarıyla birlikte okumayı seven ebeveynleri de kazandırıyor.
İlk Genç okurlarının dünyasına uygun felsefi sorularla çocukların kitabı okuyup yorumlamalarını, üzerine düşünüp soru sormalarını sağlıyor.
Akıcı, sade, samimi dili ve masalsı anlatımıyla okurlarını hayal gücünün sınırlarına doğru bir yolculuğa çıkarıyor.
Rüya mı, gerçek mi sorusunun peşinde okurlarını hayal gücünün sınırlarına doğru bir yolculuğa çıkarıyor.
Yazarın dilinin sade, anlaşılır ve samimi olması, üslubunun akıcılığıyla birleşince estetik bir zevk veriyor.
Çocuklara bir dost edasıyla verilen mesajlar dikkat çekiyor.
Çocuğun görsel yorumlama kabiliyetine destek olan çizimlerle hikâyenin olay örgüsü destekleniyor.
Kitaptan Alıntı
"Ama siz çocuklar hep sonbahar resmi çiziyorsunuz. Yaz çiziyorsunuz. Hele hele o ilkbahar yok mu? En çok da onu çiziyorsunuz!”
Doç. Dr. Veysi Çeri’den Yeterince İyi Ebeveyn Olmak
Mükemmel Değil Yeterince İyi Ebeveyn Ol!
Kitaba Dair
Her bir çocuk, oldukça özel ve tamamen kendine has bir potansiyel ile dünyaya gelir ve bu potansiyel ancak yeterince uygun bir ortam bulduğunda filizlenerek ortaya çıkabilir. Aksi takdirde bu potansiyel kabiliyet çürüyerek ortaya çıkma imkanını sonsuza dek kaybeder. Böylelikle çocuklara ilk yıllarda sunduğumuz çevre ve davranışlarımız, ya potansiyellerinin filizlenerek ortaya çıkmasını sağlar ya da kendilerindeki potansiyel kabiliyetlerin çürüyüp kendilerini gerçekleştirme imkânını tamamıyla kaybetmelerine neden olur.
Çocuklarımıza, kendi kimliğini bulup tesis etmesini ve bireyselliği ile biricikliğini kaybetmeden toplumun aktif, düşünüp üretebilen, sevip oynayabilen bir üyesi olmasına imkân tanıyacak bir çevre ve bakım tarzını verebilmek en büyük toplumsal görevimiz.
Doç. Dr. Veysi Çeri, Yeterince İyi Ebeveyn Olmak kitabında hem mesleki pratiğinden hem de yaptığı araştırma ve gözlemlerden yola çıkarak, “yeterince iyi bakım” tarzını ve çocuklar için ideal ortamı ortaya koymakta. Ebeveynlere modern dünyanın dayattığı mükemmellik kaygısı ve baskısı altında ezilmeden hem kendilerini hem de çocuklarını yıpratmayacak ve yeterince iyi bireyler yetiştirmeyi sağlayacak yolları göstermekte.
Editörün Görüşü
Yeterince İyi Ebeveynlik kavramı: İngiliz psikanalist Donald Winnicott’un en önemli kavramlarından biri “yeterince iyi anne” kavramıdır. Winnicott, çocuğun tüm istediklerini değil ihtiyaçlarını karşılayan anneyi “yeterince iyi anne” olarak tanımlar. Winnicott’un deyişiyle “yeterince” iyi olmak, çocuklarınız için son derece kâfidir. Bu durum eğer sizin için yeterli gelmiyorsa, burada çocuğunuzun değil, sizin ihtiyacınız ön planda oluyor demektir.
Doç. Dr. Veysi Çeri, kendi deneyimlerini ve günümüz ebeveynlerin yaşadıklarını göz önünde tutarak devamlı gündemde olan bu kavramın nasıl uygulanabileceğinin detaylı yol haritasını sunmakta.
Neden Önemli?
Yurt içinde ve yurt dışında sahada ve akademide aktif olarak çalışan çocuk ve genç psikiyatristi Doç. Dr. Veysi Çeri, günümüz ebeveynlerinin yaşadığı eksiklik duygusu hissiyatının nedenlerini ve çözümlerini bilgisi ve tecrübeleri ışığında detaylı bir şekilde Yeterince İyi Ebeveyn Olmak kitabında aktarmakta.
Kitaptan Alıntılar
Uzmanların yapabileceği en büyük hatanın annenin kendi annelik içgüdülerini duymasını ya da dinlemesini engelleyecek nasihatlerde bulunmasıdır.
Sizleri modern dünyanın bize dayattığı mükemmellik baskısından sıyrılarak dünyadaki yegâne aşk olduğunu düşündüğüm anne-bebek ilişkisinin sihirli akışına bırakmaya davet ediyorum.
Oysa ‘stresle nasıl başa çıkacağımızı, başkalarıyla nasıl ilişki kuracağımızı ve yapacağımız seçimleri etkileyen’ ruh sağlımız sadece bizleri değil, başta yakın ilişki içinde olduğumuz aile üyeleri ile iş ve sosyal çevremiz olmak üzere, parçası olduğumuz toplumu her yönüyle derin biçimde etkiliyor.
Zihinsel ve duygusal dünyamızı oluşturan iç dünyamızı yani kelimenin tam anlamıyla bizi inşa ettiğinden yaşamın ilk yıllarının yeterince iyi geçmesi, kişi ile içinde bulunduğu toplum için maddi ölçütlerle ölçülemeyecek düzeyde önem taşıyor.
Karl Olsberb’den Beyaz Odadaki Çocuk
“Nefes kesen, tüyler ürperten, uzun uzun düşündüren bir bilim-kurgu!”
Kitaba Dair
Beyaz bir oda, hafızasını kaybetmiş bir çocuk, gerçeğin peşinde bir macera.
Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı, nefes kesen bir bilim-kurgu.
Manuel zihni gibi boş, beyaz bir odada gözlerini açar. Kim olduğu ve oraya nasıl geldiği hakkında hiçbir şey hatırlamaz. Kendisiyle iletişim kuran tek kişiyse bilgisayar tarafından oluşturulmuş Alice adlı yapay bir ses. Manuel yavaş yavaş başına gelenleri çözmeye başlar ve inanılmaz bir şey keşfeder: Bedeni hastanede, derin bir uykudadır. Bilinciyse ancak bilgisayar teknolojileri sayesinde canlı tutulur. Peki, babası olduğunu iddia eden adamın söyledikleri gerçek mi?
Hiçbir şeyin başlangıçta göründüğü gibi olmadığı bu sürükleyici macera, Manuel’i sorgulamaya itiyor: Kaçırıldı mı yoksa orası onun evi mi? Dünyada gerçekten yapayalnız mı, bir ailesi var mı? Öğrendikleri doğru mu? Manuel aslında kim?
Çoksatan gençlik kitapları yazarı Karl Olsberg’in yapay zekâyı ve teknolojiyi sanal bir dünyada, kavislerle dolu bir olay örgüsüyle yoğurduğu bilim-kurgu türündeki bu eşsiz eserini elinizden bırakamayacaksınız. Nefesinizi kesecek, beklenmedik bir son ile karşılaşmaya hazır olun!
Neden Önemli?
-Karl Olsberg, uluslararası alanda büyük başarılara imza atmış, bilim-kurgu ve distopya alanında bolca övgü toplayan bir yazar.
-Liste, Oasis, Çöpçüler ve Ortanca gibi kuvvetli kitaplardan oluşan Genç Timaş Distopya Kitaplığı’na yeni bir soluk getirecek.
-Kitabın film ve dizi hakları Netflix tarafından satın alındı.
-Yazar, felsefe ve kişinin kendi kimliğini sorgulaması açısından yaratıcı sorular sorarak okuru hikâyede tutuyor.
-Günümüzde çokça konuşulan ve gelecek için en büyük tehditlerden biri olarak görülen yapay zekâyı hikâyenin temeline alan gerçekçi bir eser.
Kim Ne Dedi?
"Sadece inanılmaz derecede heyecan verici değil, aynı zamanda felsefi bir derinlikle yazılmış. Bir ömür boyu hatırlanacak kitaplardan biri." -Andreas Eschbach
"Kurgu sadece sizi düşündürmekle kalmıyor, aynı zamanda beklenmeyen olaylar sebebiyle size gerginlik sunuyor." -Stiftung Lesen
"İnsan ve makinenin nihai gerilimi." Fritz Göttler, Süddeutsche Zeitung
“Bu gerilim kitabı hiç de göründüğü gibi değil! Beyaz Odadaki Çocuk sadece heyecan verici değil, aynı zamanda felsefi düşünceler de barındırıyor.” -NDR
“Karl Olsberg'in kitabı karanlık bir distopya. Büyük filozoflara yapılan göndermeler de bu okumayı günümüz hakkında düşündürücü bir gezi haline getiriyor.” -Barbara Weitzel, Berliner Zeitung
"Ultra heyecan verici, karmaşık ve son derece çok katmanlı. Sizi büyüleyen ve uzun süre aklınızdan çıkmayacak bir kitap.” -Nina Daebel, Münchner Merkur
“Kitabı elimden bırakamadım. Düşünceli, derin, gerçek!” -Spiesser
“Derinliğe sahip büyüleyici bir gerilim.” -Stuttgarter Zeitung
"‘Düşünüyorum öyleyse varım’, yapay zeka, ahlak ve etik hakkında düşündüren bir kitap." -Matthias Ziegler, Wiener Zeitung
"O kadar büyüleyici ki, kitabı okumaya ara veremeyeceksiniz." -Tanja Kasischke, Der Sonntag
"Yalanlar, gerçek, güven ve kendi kimliğinizle ilgili sorular sorduran sürükleyici bir gerilim." -Sabine Hoß, Bücher
“Soru soran ilgi çekici bir kitap: 'Bir insanı, insan yapan nedir?'” -Buchkultur
“Sadece gençler için değil, herkes için ilginç ve heyecan verici.” -Geek!
“Heyecan verici ve sürükleyici.” -Bangerang
“Kurgu kendine öyle bir bağlıyor ki, kitabı elinizden bırakmak için zorlanacaksınız." -Tintenhain.de
Kitaptan Alıntılar
“Adımın ne olduğuna ya da nasıl göründüğüme dair bir fikirim yok. Yalnızca terimler… Bir küpün, bir ağacın, bir köpeğin, bir bilgisayarın ne olduğunu biliyorum. Ama bu nesnelerin benimle hiçbir ilgisi yok. Onlarla aramda hiçbir bağlantı yok. Bu terimlerin zihnime nasıl yerleştiğini bile bilmiyorum. Hiçbir şey hatırlamıyorum. Neredeyim ben?”
“Küp şeklinde beyaz bir oda. Herhangi bir ışık kaynağı yok. Görünüşe göre duvarlar kendiliğinden parlıyor, çünkü sınırları sadece köşelerdeki ince, koyu çizgiler sayesinde belli oluyor. Kapı ya da pencere yok, mobilya yok, duvarlarda bir resim yok. Bu odanın dışında ne olduğu ve buraya nasıl geldiğim hakkında bir fikir yürütmeme yarayacak hiçbir şey yok. En ufak bir ses dahi yok. Kimim ben?”
“Adımın ne olduğuna ya da nasıl göründüğüme dair bir fikirim yok. Yalnızca terimler… Bir küpün, bir ağacın, bir köpeğin, bir bilgisayarın ne olduğunu biliyorum. Ama bu nesnelerin benimle hiçbir ilgisi yok. Onlarla aramda hiçbir bağlantı yok. Bu terimlerin zihnime nasıl yerleştiğini bile bilmiyorum. Hiçbir şey hatırlamıyorum.”
"Geçmişimi hatırlayabilirim! Tekrar kendim olabilir, belki de tamamen normal bir hayat yaşayabilirim; beyaz oda ve içinde yaşadığım her şey uzak bir anı, solup giden bir kâbus olarak kalır. Her ne kadar düşük bir ihtimal de olsa uğruna savaşmaya değer."
Thomas Taylor’dan Bir Tuhaf Deniz Kasabası Gizemi: Shadowghast
Tuhaf Deniz Kasabası’nda işler hiç bu kadar karışmamıştı! Karakasvet, kasaba halkının gölgelerini çalmaya geldiğinde Herbie ve Violet boylarından büyük bir maceraya atılıyor.
Kitaba Dair
Tuhaf Deniz Kasabası Efsaneleri’nin üçüncü macerasında, kasabanın geleneksel festivali Kasvet Gecesi için hazırlıklar devam ederken bir fenerin içine sıkışmış antik bir ruh olan Karakasvet tüm kasabayı ele geçirmek için pusuda bekliyor.
Serinin üçüncü kitabında, yıllar önce ailesini kaybettiği bir gemi kazası geçiren Herbert Limon, geçmişindeki karanlık gölgelerle yüzleşirken kasabayı tehdit eden bir yaratığın peşine düşer. Diğer kasabalar bilindik festivallerle oyalanırken, Tuhaf Deniz Kasabası’nda işler her zamanki gibi tam tersi işler. Efsaneye göre, kasaba halkı Kasvet Gecesi’nde mum yakmaz ve hiçbir şovmen iskelede kukla gösterisi sergilemezse hakarete uğramış hisseden Karakasvet, kasaba halkının gölgelerini yakalayıp yutar.
Bu yıl festival için kasabaya davet edilen profesyonel tiyatro ekibinden biri de Herbie’nin geçmişi hakkında şaşırtıcı haberler veren kuzgun saçlı sihirbaz Caliastra’dır. Tiyatrocular otele girer girmez Herbie’nin en yakın arkadaşı Violet’in koruyucusu da dahil olmak üzere kasaba halkı bir bir ortadan kaybolmaya başlar. Gerçeği kurnazlıktan ayırmak ve karanlık herkesi yutmadan önce Karakasvet’in gizemini çözmek yine Herbie ve Violet’e kalır.
Neden Önemli?
Serinin ilk iki kitabı Malamander ve Gargantis, kısa sürede okurların kalbinde taht kurdu ve iyi satış rakamlarına ulaştı.
Tüm dünyada 16’dan fazla ülkede yayımlanan ve ilk iki kitabı kısa sürede çoksatanlara giren Tuhaf Deniz Kasabası Efsaneleri’nin üçüncü kitabı Karakasvet, bu macerada okurları daha karanlık bir atmosfere sürüklüyor. Genç okurlar, fantastik edebiyatın önemli bir öğesi olan gotik temayı bu kitapta iliklerine kadar hissedecek.
Thomas Taylor, yeni nesil fantastik edebiyatın önemli temsilcilerinden biri oldu. Yazar, serinin Türkiye’de gördüğü ilgiden çok memnun ve ülkemizdeki okurlarıyla buluşmaktan keyif alıyor.
Sony Pictures serinin film haklarını satın aldı ve film, Oyuncak Hikâyesi, Ters Yüz, Yukarı Bak gibi kült animasyonların yönetmeni Josh Cooley tarafından yönetilecek.
Karakasvet, 4. Kitaptan ön okuma metni içeriyor.
Tuhaf Deniz Kasabası, ilgi çekici mekânları öne çıkan bir atmosfere sahip. Bu mekânları yazarın kendisi çizip renklendirdi. Kitabın içindeki bu detaylar okurların çok hoşuna gidecek.
Kitaptan Alıntılar
“Gerçekten istediğin kadar kaçabilirsin, Herbert Limon, ama ondan asla saklanamazsın.”
“Bir kayıp eşya sorumlusunun sevmediği tek bir şey varsa bu da karmaşadır. Bir karmaşanın içinde neyin kayıp olup olmadığını anlamak çok zordur.”
“Kendimi bildim bileli Büyük Nautilus Oteli’nin Kayıp Eşya Sorumlusu Herbert Limon’dum. Ben buydum. Ama derinlerde bir yerde, bunun gerçek adım olmadığını, bunun gerçek kişiliğim olmadığını asla tam olarak unutmamıştım. Herbie adı, başka bir ad hatırlamadığım için bana verilmişti. Kasabanın tıp adamı Doktor Deryadeniz, anılarımın zamanla geri döneceğini söylerdi. Ancak anılarım hiç geri dönmemişti ve Doktor bu konuyu artık açmıyordu. Gerçeği bulmaktan neredeyse vazgeçmiştim. Yoksa şimdi gerçek mi beni bulmaya gelmişti?”
“Gerçekten istediğin kadar kaçabilirsin, Herbert Limon, ama ondan asla saklanamazsın.”
Elif İşleyen’in Kaleminden: ‘Deve Kuşu Oteli’
“Nereden bakarsan bak hatalarla dolu bir cinayetti bu. Kötü ve özensiz.”
Kitaba Dair
“Dünyanın en trajikomik cinayet soruşturmasıyla çalkalanan Devekuşu Oteli’ne hoş geldiniz!”
Köyceğiz’in en tenha köşesinde, hayvanlarla ve ilginç misafirlerle dolu Devekuşu Oteli.
Otelin resepsiyonisti İpek’in oldukça tekdüze bir hayatı vardır -ta ki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı sekreteri Ali Koçer’in odasını kontrol etmeye gidene kadar. İpek, Ali Koçer’in otelin diğer müşterilerinden olan Civan Perçem tarafından öldürüldüğüne tanıklık edince kendini içinden çıkılamaz bir durumun tam ortasında bulur. İstanbul’dan gelen yirmi dört yıllık komiser Serim Düğüm, bütün “deneyimleriyle” cinayeti aydınlatmak için kolları sıvar. Tesadüf odur ki kendine yardımcı olarak da İpek’i seçer.
İpek kargaşanın, yanlış anlaşılmaların ve heyecanın dinmediği hayvanlarla dolu bir otelde kendini bu kördüğümden kurtarabilecek mi? Yıldızlar Arası Dinlenme Tesisi’nin yazarı Elif İşleyen Devekuşu Oteli’nde absürt mizahı dünyanın en trajikomik cinayet soruşturmasıyla harmanlayarak okuru eğlenceli bir yolculuğa çıkarıyor.
Neden Önemli?
Genç yazar Elif İşleyen, güncel edebiyatta örneğine az rastladığımız absürt mizahı polisiyeyle harmanlayarak eğlenceli ve heyecanı yüksek bir roman ortaya koyuyor.
Devekuşu Oteli, iklim krizinin sonuçlarıyla boğuştuğumuz bugünlerde bir orman yangınının etrafında şekillenen kurgusuyla krize dikkat çekiyor, çevreye duyarlı bir duruş sergiliyor.
Kitaptan Alıntılar
“Ben tutkulardan azade bir yaşamın ilk ve tek örneğiyim. İnsanlara kendi hayatlarının ne kadar anlamlı olduğunu düşündürüp yollarına keyifle devam etmelerini sağlayan bir nirengi noktasıyım. Keyifsizliğe dair bir ölçü birimiyim. Sıkıcı geçen geceleri tarif edebilmek için “İpek kadar” demek yeterli olur. Öyle istikrarlı bir durma biçimiyim.”
“Hayatımda toplam iki kere ifade verdim. İkisi de son iki günde cereyan etti. Bu olaydan öncesine kadar şahit olduğum tüm polisiye vakalar Arka Sokaklar dizisine dayanıyor. Orada gördüklerim kadarını biliyorum. Beni bu konuda yargılayamazsınız.”
“Makrokozmosta cereyan eden olağan dışı hadiseleri aşmak için odağı mikrokozmosa indirgemek hayli işe yarar bir yöntemdir. Bu yüzden kimin absürt derecede küçük meselelere haddinden fazla kapıldığını görsem, hayatında yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anlarım.”
“Ön bahçenin girişinde, en az otel kadar silik bir kulübe bulunuyordu. Ormana açılan büyük arka bahçesi ve havuza açılan ön bahçesiyle bu otelde güvenlik kulübesinin varlığı sadece sembolikti. Dışarıdan bakanlara, “Evet, bu arazinin korunması gerektiğinin farkındayız. Ancak bunu gerçekleştirecek imkânımız yok. İyi niyetimizi göstermesi adına da buraya küçük bir güvenlik kulübesi kondurduk. Şimdi hep beraber bunun yeteceğine inanalım ve hayatımıza devam edelim,” diyordu.”
“Yapabileceklerim konusunda bu kadar kötümserken nasıl bu kadar devasa bir istekte bulunabilirdi? Aklıma gelen dâhiyane fikirle arkamı döndüm. Deli taklidi yapacaktım. Akli melekeleri yerinde olmayan birinden kimse yardım isteyemezdi.”
“Sessizliklerin farklı anlamları vardır. Doğru yerde kullanıldıklarında söylenebilecek tüm kelimelerden daha tesirli olabilirler. Ama bunun için tarafların bu sessizliğin anlamı konusunda mutabık olması lazım. Öbür türlü herkes kendi sessizliğinde kayboluyor.”
Elif İşleyen Kimdir?
8 Haziran 1999’da İstanbul’da doğdu. İlk ve orta öğreniminin ardından eğitimine Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık bölümünde devam etti. Eğitimine devam ederken metin yazarlığı yapmaya başladı. Mizah içerikli yaratıcı metinler yazma üzerine deneyim edindikten sonra hikâye anlatma tutkusunu keşfetmiş, ilk romanı Yıldızlar Arası Dinlenme Tesisi'yle yazarlık kariyerine adım atmıştır.
Mehmet Özcan’dan İçinizi Isıtacak Bir Kitap: Gizemli Öğretmen
“Hayatta en büyük şans küçükken iyi bir öğretmene rastlamaktır.”
Kitaba Dair
İsmail namıdiğer İso on yaşında, geleceğe dair umutları olan bir köy çocuğudur. Çok sevdiği söğüt ağacı Salkım ve kitap kahramanları dışında arkadaşı yoktur. İsmail’in babası tüm gün tarlada çalışır. Mucit olma hayallerini geride bırakmanın üzüntüsü, ağır ve sessiz bir şekilde onu takip eder. İso’nun da tıpkı babası gibi hayalleri ve özlemleri vardır. Köy okuluna yeni bir öğretmenin gelmesini ve tekrar okula başlamayı ümitle bekler.
Yeni öğretmenleri Mustafa Lokman, İsmail’in tanıdığı diğer öğretmenlere hiç benzemez. Çocuklar başta sert görünümlü ve onlara karşı mesafeli olan yeni öğretmenlerinden korkar. Okulun bahçesinde duran yeşil karavanının camları siyah filmle kaplıdır ve tekerleri her zaman çamur içindedir. Tüm bunlar yetmezmiş gibi okulun sevimli köpeği Reçel de sürekli karavanı koklamaktadır.
Çocuklar daha ilk günden öğretmenlerinin gizemli biri olduğunu düşünür. Peki, yeni öğretmen köydeki tarihî kalıntıların peşinde olabilir mi? İso, uzun yıllardır beklediği yeni öğretmenin böyle bir şey yapacağına asla inanmaz. Şimdi arkadaşlarının şüphelerini boşa çıkarmalı ve öğretmenin masum olduğunu ispat etmelidir.
Gizemli Öğretmen, “Hayatta en büyük şans küçükken iyi bir öğretmene rastlamaktır.” dedirtecek samimi ve etkileyici bir kitap.
Bir çocuğun kalbinde çiçekler yeşertip cümlelerini çiçekli sözcüklerden kurdurabiliyorsak güzel yarınlar gelecektir.
Neden Önemli?
- Şimdiye kadar Anadolu kültürünü ve insanlarının yaşamlarını fotoğraflarıyla konuşturan Mehmet Özcan, hikâyesini anlatmaya Gizemli Öğretmen romanıyla devam ediyor.
-Hayat şartlarının zor olduğu Doğu Anadolu bölgesinde geçen hikâye, bölgedeki çocukların yaşadıkları zorlukları samimi bir dille anlatıyor.
-Sosyal medyada 215 bin takipçiye ulaşan Mehmet Özcan, başlattığı kampanyalarla şimdiye kadar ihtiyaç sahibi on binlerce çocuğa ulaştı.
-Sosyal medya sayesinde oluşturduğu iyilik ordusuyla daha on binlerce çocuğun hayatına dokunmayı hedefleyen Özcan, Gizemli Öğretmen kitabının telif gelirleriyle köylerde oyun parkları yapmayı planlıyor.
Mehmet Özcan Kimdir?
Mehmet Özcan Iğdırlı bir fotoğraf sanatçısı ve aynı zamanda coğrafya öğretmenidir. İlkokuldan liseye eğitimini Iğdır’da sürdürdükten sonra öğretmenlik okumak için İstanbul Üniversitesi’ne gelen Özcan, maddi durumu çok iyi olmadığı için öğrencilik yıllarını epey zor geçirir. Üniversite yıllarında fotoğrafçılığa merak salar. Anne ve babası çektiği bir fotoğraf ile çeşitli yarışmalardan ödüller alır. Okulunu bitirip memleketine döndüğünde köylerde çocukların portre fotoğraflarını çekmeye başlar. Bir gün bir çocuğun yırtık ayakkabısını fark eder. Kendi öğrencilik yıllarını da anımsayıp o çocuğa yardımcı olmak isteyen Özcan’ın hikâyesi burada başlar. Köy çocuklarına yeni ayakkabılar temin etmek için çıktığı yolda tek başına bir iyilik ordusu kurar. Sosyal medya üzerinde başlattığı kampanyalarla yaklaşık 80 bin çocuğa mont, ayakkabı ve oyuncak dağıtır. Türkiye’de gelirlerin düşük olduğu ve hava koşullarının en sert geçtiği Iğdır başta olmak üzere Doğu Anadolu Bölgesinde on binlerce çocuğa yardım ulaştırır. 13 kütüphane kuran ve yüzlerce oyuncak dağıtan ve hâlâ dağıtmaya devam eden Özcan’ın çocuklarla ilgili daha birçok projesi var ve şimdiden çalışmalara başladı.