Ekim ayı neşriyatından özel bir derleme

Şule Yayınları Ekim ayında farklı türlerde yeni çıkan eserlere ev sahipliği yapıyor. Sizin için seçtiğimiz 5 eseri paylaşıyoruz.

Ekim ayı neşriyatından özel bir derleme

Hasar Raporu

Özlem Metin, Alametifarika’dan sonra ikinci kitabında da öyküdeki mizah, ironi ve espriyi bırakmıyor. Günlük hayatta her zaman karşılaştığımız durumlar, hatta dost sohbetlerinde her zaman anlatılan olaylar Metin’in kaleminde sıcak, komik, samimi hikâyelere dönüşüyor.

Tarih bu bahçede donmuş, köy tuvaleti internet devrimine ve iki binli yıllara inat, bize antik çağların esintisini getiriyordu. Romalıların helalarıyla bu tahta kutunun arasındaki en önemli fark, onların bu işi otuz kırk kişi birlikte oturarak ve karşılıklı muhabbet ederek yapmasıydı. Bizimkinde etrafına tahtadan duvar çevirdiklerinden derdinizle yalnız baş etmek zorundaydınız. Romalılarınki geceleri korkutucu olmuyordu herhâlde, ne de olsa her şey birlik beraberlik içinde gerçekleşiyordu. Burada, hafazanallah gece ihtiyaç olsa insan, korku filmi sahnelerine on basacak durumlar tecrübe edip adrenalin patlaması yaşayabilirdi. Şuraya yazıyorum; Hitchcock Abi’nin yolu ezkaza buraya düşse de gece tek başına girmek zorunda kalsaydı, sadece bu tuvaleti konu alan şahane bir film izlerdik. Önceki seferlerde ziyaretleri kısa tuttuğumuz için ihtiyaç hâsıl olmadan köyden ayrılabilmiştik ama şimdi ne yapacağımı kestiremiyordum.

Normali nasıl tanımlarız? Alıştığımız şeyler galiba! Zamanla alıştığımız konfor alanları normalimiz olmuştur. Peki alışılmışın dışına çıktığımızda bizi neler bekler? Rutin akışın dışına, aksine oluşan her durumu kaza olarak tanımlayabiliriz. Her kazada da oluşan hasarların tespiti gerekir. Hepimizin başına gelmiştir. Kırsal alanda tuvalet ihtiyacı, yanlış emlakçılar, kaybolan bir makas, hava durumunu hesaba katmadığımız bir akşam yemeği, selfieci kızlar, modern anneler… Normalin dışında, okurken sizi gülmeye zorlayacak hikâyeler Hasar Raporu’nda.

Tipide Koşu

Hüseyin Akın’ın Tipide Koşu isimli şiir kitabı geçtiğimiz günlerde Şule Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. Günümüz şiirinde sesi, ironisi, biçim özellikleriyle dikkat çeken isimlerden Akın, kitabına bir ithafla başlıyor:

Üstat Sezai Karakoç’un ölüm redifini tekrarlayan Ahmet Kekeç, Mevlana İdris, Bülent Parlak, Asım Gültekin, Hayrettin Orhanoğlu, N. Ahmet Özalp ve önden gidenlere rahmetle...

İthaftan da anlaşılacağı üzere ölüm, Hüseyin Akın şiirinde önemli bir tema olarak görülmekte. Yaşamı anlamlandırmaya çalışan her şair gibi Akın da zıttıyla sesleniyor.

Susmadığın kadar yaşıyorsundur

Uyandığın kadar derin uykudan

Bilmediğin kadar bazı şeyleri

Kim bilir belki de o son uykundur

Evden kovduğun gün endişeleri

Meğer herkes genç yazılmış kütüğe

Herkesin verilmiş bir sözü varmış

Yarı yolda kalmış, çıkmış çürüğe

Anne ölür biter uyku nöbeti

Zaman meğer boş beşiği sallarmış

Lorem İpsum

Selman Nuriler, distopik bir dünyanın sınırına geldiğimizi öyküleriyle bize gösteren bir yazar. İkinci kitabı Lorem İpsum’la okura hem kurmacadan hem gerçeklikten yola çıkarak algımızın nasıl değiştiğini yüze çarpan cinsten şaşırtıcı hikâyelerle anlatıyor.

Bu defa arkadan öne doğru bir slogan geldi: “Yort savul! Yort sa-vul!” Demek ki “Vareste” misyonunu tamamlamıştı. Yeni sloganın iki kelimelik olması eylemin verimliliğine işaretti. Kalabalık kendi literatürünü yaratacak kadar birlik olmuştu. Yürüyüş ritmimiz hızlanıyor, ses tonumuz kulağımı çınlatacak kadar yükseliyordu. Polis barikatını görmek, sanırım ben hariç kimseyi ürkütmedi. Bu tempoyla bir dakika içinde burun buruna gelecektik. Dudaklarımı ısırmaya başlamıştım. Beynim, orada bulunuşuma mantıklı bir sebep bulmaya çalışıyordu hâlâ. Söz gelişi, ekipler amiri, “Buyurun, ne istemiştiniz?” diye soracak olsa, az evvel attığım sloganı açıklamamı istese, “Sanal gerçeklikte sizle çatışamamak bütün keyfimizi kaçırdı, sizi öldürme özgürlüğü istiyorum,” mu diyecektim yani? Onlarla karşılaşmadan önce dalıp kaçabileceğim bir sokak vardı caddede ama tek arkadaş grubumun bir daha yüzüne bakamazdım. Polis kalkanları bitişik nizamını aldı.

Sanal dünya, maskeler, salgın hastalıklar, değişen değerler, terfiler, site yaşamı, sanal gerçeklik… Yaşam şeklimizin değişimine şaşırmak için bile vaktimiz yok. Teknoloji hızla yeni bir yaşam dayatırken dünya kendini hemen teslim etmemek için dengenin bozulması durumunda olabileceklerin ön gösterimini yapıyor. Dünya, doğal döngüsü içindeyken aklıyla yeni bir döngü kurmaya çalışan insan, sınırlarını nereye kadar genişletebilir? Hayal gücünün ve kurgunun sınırsızlığı, olan ve mümkün arasındaki ince çizgideki “İnsan” Lorem İpsum’da.

Bunu Bana Öğretmediniz

Hüseyin Akın, eğitim üzerine denemelerini kitaplaştırmaya devam ediyor. Bunu Bana Öğretmediniz, geçtiğimiz günlerde Şule Yayınları tarafından yayımlandı. Eğitimin nerede olmasına odaklanmış olan Akın, eğitimin kaynağı ve hayat boyu merkezi olarak aileyi işaret ediyor. Aile ve dışındakiler olarak ayırabileceğimiz bakış açısında aileyi de ikiye ayırarak Anne ve Baba üzerinden inceliyor. Gençlerin sorunlarına yakından bakan bir eğitimci olarak dikkat çeken yazılar.

Gençlerin en büyük problemi nedir?

Herkesin onları problemli görmek gibi bir yaklaşıma sahip olması.

Gençler her geçen gün kötüye mi gidiyor?

Hiç sanmıyorum. Aksine, gençlik kötülükle mücadele edecek enerjiye sahip olmanın adıdır.

Gençlerden neden bilge çıkmıyor?

Bilgelik kontenjanı yaşla sınırlı ve bir türlü ihtiyarlardan fırsat kalmadığı için olsa gerektir.

Gençlerin hızla ateizme ve deizme kaydığı doğru mudur?

İzimler içerisinde gençlerin en çok kaydığı atletizm ve turizmdir.

Genç işsizler hakkında ne diyorsunuz?

Belki de çalışarak başlarına iş almak istemiyorlardır?

Gençlere son olarak ne söylemek istersiniz?

Yürüyün gençler, takmayın kafaya!

Evin, okulun ve caminin dışarıya açılan kapısı neresi ve rahatlıkla onayladıkları bir çevresi var mıdır? Çok önemli bir soruya cevap arıyor Hüseyin Akın. Ev ve işi birinci ve ikinci mekân olarak tanımlayan Akın, bunların dışında kalan her yeri üçüncü mekân olarak tanımlamakta. Üçüncü mekân, çocuk ve gençlerin eğitimi dışarıdan aldıkları ilk mekânlar. Eğitimin başladığı ilk yer ev. Peki çevre etkisini nasıl sağlamalı ve nasıl yönetmeli? Kendisi de bir eğitimci olan Akın, insanın yaşamı boyunca süren eğitimi dert edinmiş bir şair. Kendi yaşamından yola çıkarak soruduğu sorulara kendi tecrübeleri, aile yaşamı, okul hayatı ve günlük işlerinden bulduğu; yani sahici hayattan, samimi, sıcak, gerçek yanıtlar Bunu Bana Öğretmediniz’de.

Eve Dönen Masallar

Demek ki denize çok yakındım. Bunu duyunca daha bir gayretle yüzmeye başladım. Yüzdükçe içim açılıyordu. Irmağın akışı daha da hızlanmıştı. Yüzdüm, yüzdüm, bir de baktım ki karşımda masmavi deniz. Annem benim gibi yeşil miydi yoksa deniz gibi mavi mi? Ne renk olursa olsun onu gördüğüm anda tanıyacağımı biliyordum.

Çocukken başlar eve olan sevgimiz. Güvenli olandır ev. Dünyayı keşfetmek için ilk adımlarımızı attığımız yerdir. Bir isimle yola çıkar, sayısız hikâyeyle geri döneriz. Eve Dönen Masallar'da Mustafa Uçurum, çocukluğun kıymetli armağanı merak duygusuyla gidilen ve dönülen yolları anlatıyor. Bu yolculukta sabırsız bir tilkinin kanatlarını ödünç alıyor, bir atın sırtında dostluğu öğreniyor, ırmakları aşıp evden uzaklaşıyor, güneşe bakıp kendimize bir isim arıyoruz. Dağları, denizleri, ormanları dolaştığımız bu kitapta Anadolu bütün masallara “ev” oluyor.

YORUM EKLE