Bütün güçlüklere rağmen: Kumru ve Gölge

“Yeter…” diyene kadar söylenen “seni seviyorum”lara duyduğumuz hasret çoğalacak bu kitaptan sonra belki. Yine de gönül koyduklarımıza yeniden açacağız kapılarımızı. Ayşe Aydın yazdı.

Bütün güçlüklere rağmen: Kumru ve Gölge

    

                     

                                            

İnsan bir çocuktan ne öğrenir? Düşmeyi, ağlamayı, yeniden ayağa kalkmayı, tutunmayı -değer verilince- umudun nasıl da kök saldığını. Belki de en önemlisi yaşamayı.

Hayatı hep bizden öğrendiklerini sanırız, ta ki gözlerindeki sevince, ellerindeki yaşama tutkusuna rikkatle bakana değin. Gölgemize sığındıkları zaman güvende olduklarını zannederiz. -Ne büyük yanılgı!- Merhametin taşlarını merhametle oynatırız da bilemeyiz zamanda savrulmadan. Gerçek şu ki insan, en çok da gölgesiyle baş başa kalır. Esir olduğunu bilmeden yeni gölgelere açar kapılarını. Güneşe sırt çevirdiği an göremez gölgelerini. Bir aynadan duyar insan bazen acı gerçekleri. Bir eldiven söyleyiverir aşka susayan kalbin cümlelerini. Sıcacık bir bakışta, bir dokunuşta ısınmak ister. Yaşamak belirtisidir çünkü ısınmak. İnsan yaşarken ölmeye gelemiyor çünkü. Bir avucun içinde yeniden atmaya başlıyor insanın kalbi. Kumru ve Gölge’de, sevgiye susayan gönülleri yeşertecek sıcacık bir ses bamtelimize öyle inceden ve derinden dokunuyor ki görmezden gelemiyor insan bu hikâyeyi. Oturup bir köşeye Meltem’in ılık isminde gizlenen buz gibi sevdasının çözülüşüne şahit oluyoruz. “Gece nasıl sevilirdi?” nin arkasındaki korkuları, “İnsan vazgeçerdi çünkü” nün altındaki teslim oluşları. Bir ceza, bir eziyet gibi gelen nefes alışverişlerin nasıl Rahmani bir nimete dönüştüğünü. Aynaya yansıyan yüzde kendisi olamayan ruhların iç sesini duyarken yalnızca dört duvarın bir yuva olmaya muktedir olmadığını bir kez daha görüyoruz. Hizaya çekilemeyen, çatıya kaldırmaya bile takatimizin olmadığı düşünceler. Ruhumuzu didikleyen keşke’ler, yoksa’lar...

Ölüm soğuktur, kanınız çekilir, bakışınız donar. Bir vedayı bile çok görür geride kalanlara. Yaşamak nasıl zıt kutupların keskin uçurumunda bir yolculuksa, gökyüzünün kudretinden, dünyanın bir başınalığından, baharından, umut damlayan tabiattan da çok şey düşüyor hissemize.  Bu hikâyede İstanbul’un sokaklarından bir sahil kasabasına giden yol uzuyor. İnsan bazen yaşamaya geç kalıyor. Sevginin üzerini kaplayan buz bir çift bakışta nasıl da eriyiveriyor. Görünenin arkasında sırlanan ne varsa bir gün dökülüyor bir mektup sahiciliğinde. Kıştan bahara bir yolculuk ne anlatırsa Kumru ve Gölge onu fısıldıyor sessizce. Dimdik durmak isteyen nazarlara düşmek nasıl da kıymetleniveriyorsa İlknur Demirci bu ilk uzun soluklu hikâyede bunu söylüyor aslında yüzümüze karşı.

“Yeter…” diyene kadar söylenen “seni seviyorum”lara duyduğumuz hasret çoğalacak bu kitaptan sonra belki. Yine de gönül koyduklarımıza yeniden açacağız kapılarımızı. Verdiğimiz sözlerin ağırlığında ezilmeyip daha da kuvvetlenmenin imkanını öğreneceğiz. İki kapılı han misali bu iki kapak arası yolculukta tek bir cümle yankılanacak duvarlarımızda, kulak verelim:

“Hayat bütün güçlüklerine rağmen güzel.”

 

Ayşe Aydın

YORUM EKLE

banner36