Suriye’deki iç savaş sebebiyle milyonlarca Suriyeli ülkesini terk etti ve çeşitli ülkelere iltica etti. Mültecilerin Avrupa’ya sığınma talepleri ise büyük bir krize sebep oldu; daha önce kapılarını en az dört büyük göç dalgası için açmış olan Avrupa, bu sefer mültecilere geçit vermemek için her yolu deniyordu. Sınırların kapatılması ve geçişlerin çok zor şartlar altında yapılması, göç yollarının güvensizliği ve insan kaçakçıları sebebiyle büyük bir insani kriz yaşandı ve sorun giderek daha da büyüdü.
Bu insani krizin en fazla ayyuka çıktığı yıl olan 2015’te çekimlerine başlayan “Avrupa’nın Mültecilerle İmtihanı” belgeseli, mültecilerin hangi saiklerle Avrupa’ya doğru yola çıktıklarını, yolda ne gibi zorluklarla karşılaştıklarını, hangi güzergahları izleyerek yol aldıklarını ve gittikleri ülkelerde başlarına gelenleri konu ediniyor.
Ayşe Böhürler’in “Mülteci Parfümü” kitabı da esas olarak bu belgesel projesinin ürünü. Yunanistan’daki Kos Adası’nda başlayarak Danimarka’da son bulan hikaye, akıcı bir şekilde görsellerle desteklenerek kitaplaştırılmış.
Avrupa’nın mültecilere bakışı
Hikayemiz 2015 yılında başlıyor. Mültecilerin yüksek ölüm riskini göze alıp, insan kaçakçılarına kişi başı 2 bin dolar ödeyerek 40 kişilik botlarla Avrupa topraklarına, yani Yunanistan’a ayak basmaya çalıştıkları dönemde, Avrupa ülkeleri, birliğin ortak kurallarını dikkate almayarak kendi buldukları kısa süreli çözümleri uygulamaya koyuyorlardı. Onlar tek tek sınırlarını kapatırken, hatta yetinmeyip mültecilere karşı ses bombası kullanır ve sınırlara tank yığarken Yunanistan’a ulaşamadan denizde boğularak hayatını kaybedenlerin sayısı bini aşmıştı.
Avrupa’nın mültecilere bakış açısı, bir mültecinin “Bize mülteci diyorlar ama biz insanız.” cümlesinin açığa vurduğu kadar acımasız ve sertti. İslamofobinin yükselmesi, mültecilerin istenmeme sebebi olarak “kültürel” farklılıkların öne sürülmesi ve onların hiçbir zaman Avrupa toplumuna entegre olamayacağının sağcı partiler tarafından düşmanca dile getirilmesi gerilimi tırmandırmıştı. 500 milyon nüfusu olan Avrupa’daki mültecilerin oranı binde bir dahi değilken, sağcı partiler Müslümanların Avrupa’yı işgal ettiğini ve büyük tehlike yarattıklarını savunuyorlardı. Avrupa’da atmosfer böyleyken 3 yaşındaki Aylan Kurdi’nin Bodrum’da kıyıya vuran minik bedeni, yaşanan insani krizi boyutlarını gözler önüne serdi ve sivil inisiyatifler ile yardım kuruluşlarının baskısıyla hükümetlerin kapıları açmasına neden oldu. Ve sadece 2015 yılında Avrupa topraklarına deniz yolu ile ulaşanların sayısı bir milyonu aştı.
İlk durak Kos Adası
Avrupa’ya ulaşmak isteyen mülteciler, en kısa yol olması sebebiyle genellikle deniz yolunu tercih ediyorlar. Bunun için de Bodrum’dan Yunanistan’a bağlı Kos Adası’na botlarla geçiş yapılıyor. Bu botlar güvenli değil, ancak mültecilerin insan kaçakçılarından başka çareleri yok. Kişi başı 2 bin dolar ödeyip, canlarını hiçe sayarak bu botlarla yola çıkıyorlar. Kos Adası, sığınmacıların Avrupa’daki ilk durağı. Adadaki nüfus, sığınmacıların gelmesinden önce yaklaşık 33 bin kişi civarındaymış. Dolayısıyla sığınmacıların barınabilmeleri için dahi yeterli olanak sağlanamıyor, maddi imkanlar gerçekten yetersiz. Bu yüzden gönüllüler adadaki sığınmacıların maddi manevi her türlü yardımına koşuyor. Mesela Kos Adası’na İngiltere’den gelen iki gönüllü arkadaş, sığınmacılara palyaço kılığına girerek gösteri yapıyorlar. Onlar için, hayatla çok zor şartlar altında mücadele eden sığınmacıların yüzünde anlık bir gülümsemeye sebep olmak bile büyük bir kazanç.
250 mülteci için tam 7000 kişi gönüllü olmuş
Kos Adası’ndan sonra mültecilerin durağı Makedonya ki eğer sınırı geçebilirlerse güzel bir gelecek kurabilme umutları bir nebze daha artacak. Sınırdaki mültecilere gönüllü şekilde hizmet edenlerin içindeki en önemli isim, kitaba ismini veren sözün sahibi Kemal Skrijelj. Kendisi de bir zamanlar mülteci olarak kamplarda yaşadığı için mültecilere canla başla yardım etmeye çalışıyor. Her gün farklı bir dokunaklı hikayeye tanık olan Kemal’in en etkileyici cümlesi ise “Burada mülteci parfümü, hüznün kokusu var.” Bu ‘mülteci parfümü’nü soluyarak güçlü kalınamayacağını bildiğinden kampa girerken duygularını dışarıda bırakmayı öğrenen Kemal, aksi halde insanın sağlığını kaybedeceğini söylüyor.
Makedonya sınırını geçmeyi başararak Avusturya, Almanya, Hollanda ve Danimarka gibi ülkelere ulaşan mültecileri neredeyse hep aynı sorunlar bekliyor. Sığınma talep eden insan sayısının çokluğuna rağmen Avrupa’nın gerekli hazırlığı yapmaması, mültecilerin insanlık dışı yerlerde kalması demek. Kapasitenin, sağlık ekipmanlarının ve altyapının yetersizliği yanında siyasilerin mültecilere karşı takındığı tutum, durumu daha da kötüleştirdi.
Ancak bu kötü tabloya karşı gönüllülerin ve yerli halkın mültecilerin kendilerini yalnız hissetmemeleri, istenmediklerini düşünmemeleri için gösterdikleri çaba takdire değer. Mesela Macaristan’daki kampın kapasitesi 600 kişilik ancak yaklaşık 5 bin mülteci gelince Traiskirchen Camii’ne ait olan dernek kapılarını mültecilere açmış. Diğer bir örnek ise Hollanda’daki Leiden şehrinden. Şehirdeki 250 mülteci için tam 7000 kişi gönüllü olmuş. Öyle ki burada da gönüllü fazlalığından dolayı sıkıntılar yaşanmış.
Mülteci değil, Avrupa krizi
Avrupa’da halkın bir kısmının mültecilere karşı tutumu bu şekilde iken, İslam ve mülteci karşıtı propaganda yapan sağcı partiler oylarını artırıyor ve İslamofobi artıyor. Siyasetçiler mülteci sorununu çözecek imkanlardan yoksun oldukları için değil, çözmek istemedikleri için gerekli adımları atmıyorlar. Ekonomik olarak bu yükün altından kolaylıkla kalkabilecekken bu yolu tercih etmiyorlar. Bir ‘Müslüman istilası’ndan söz edilmesine rağmen, bir milyon sığınmacı Avrupa nüfusunun %0,2’sine karşılık geliyor.
Peki bunun esas sebebi ne? Uzmanlara göre bunun sebebi ise Müslüman karşıtı olmayan çoğunluğun sesinin çıkmaması ve radikallerin sayıca az olmalarına rağmen medyada seslerini çok fazla duyurabilmeleri. Avrupalıların gelen mültecilerden korktuklarını çünkü aralarında teröristlerin de olabileceğine inandıklarını ancak mülteciler ile iletişim içinde olduklarında bu korkularından sıyrıldıklarını ve çoğunluğun da mültecilere yardım etmekten mutlu olduğunu aktarıyorlar.
Ülkelerinde büyük acılar çektikleri ve güzel bir gelecek kurmak istedikleri için başka ülkelere yerleşen mültecileri yerleştikleri yerlerde başka sıkıntılar da bekliyor. Bunlardan en önemlisi ise entegrasyon sorunu. Ancak bu sorunlar, savaşın, açlığın, sefaletin had safhada olduğu ülkelerindeki sorunlar ile kıyas kabul etmez derecede. Bu yüzden ülkelerini özleseler dahi, esas olarak kurmaya çalıştıkları yeni hayata odaklanıyorlar. Bunu ne derece başarabileceklerini ve Avrupalı siyasilerin tutumlarının ne olacağını ise zaman gösterecek.
Ayşe Böhürler, Mülteci Parfümü, Erdem Yayınları
Dilara Yabul
Duyarlılıkları için Ayşe Böhürler ve Dilara'ya teşekkürler...