Bir modern çağ tasviri bu kitap

Rasim Özdenören, oldukça geniş bir perspektif içinde, yaşadığımız günlerin eleştirisinden yola çıkarak bütün bir modern çağı sorguya çekiyor 'Yaşadığımız Günler'de. Hatice Kübra Karadeniz yazdı.

Bir modern çağ tasviri bu kitap

Yaşadığımız Günler, hem bugünü hem geçmişi tasvir ediyor. On bölümden ve pek çok alt başlıktan oluşan kitap, zenginleştirilmiş sekizinci baskısıyla 2015'de yayınlanmış. İlk baskısı ise 1985 tarihli. Değişen zamanın getirdikleri ve götürdüklerine binaen on sekiz yeni parça ile bütünleşen kitap, pek çok şeyi gün yüzüne çıkarıyor.

Yaşadığımız Günler, yaşayamadığımız hayatların da yer aldığı bir modern çağ tasviridir. Nedir modern çağ? Bir genelleme mi? Bir soyutlama mı? Bir yaşama ve düşünme biçimi? Bizi denetleyen sayısız kurum, yönlendiren sayısız kavram, abluka altına alan sayısız kuram arasında bize ait olan nedir? Batı uygarlığının damgasını vurduğu bu modern çağda her şeyin yolunda olduğu söyleniyor. Peki bu gidiş nereye? İnsanı her kademeden tehdit eden bu gidiş gerçekten yolunda mı? Rasim Özdenören, oldukça geniş bir perspektif içinde, yaşadığımız günlerin eleştirisinden yola çıkarak bütün bir modern çağı sorguya çekiyor bu kitabında. Olgulara müslümanca bakmanın getirdiği hakikat kaygısı, kitap boyunca ortaya atılan soru ve cevapları da yine hakikat doğrultusunda belirliyor.” İşte tam olarak anlatmak istediğim şey bu. Kitabın arka kapağındaki bu yazı. Çağdaşlık tasviriyle başlayan sunuşla, çağdaş kelimesi ve çağdaş olma etrafında bir anlatı mevcut.

Buzdağının görünen ve görünmeyen yüzleri

Rasim Özdenören, kitapta, genelden özele doğru giden bir yapının üzerinde, geçmiş ve gelecek tüm kavramsal çerçevelerin örtüsünü kaldırarak pek çok açıklamalarda bulunmaktadır. Her konu başlığının içinde sadece net tavırlar ve cevaplar yok. Sorular var. Bir soru bir diğerini beraberinde getiriyor ve sonrasında ise cevaplar peşi sıra gelerek yazının bütünlüğü sağlanıyor. Bir puzzle gibi düşünün, yarım yarım farklı bir çok bilginiz olabilir ama bunu yerlerine yerleştirmek, doğru yeri bulabilmek asıl mesele. Aynı zamanda modern çağda değişen ve değişmeye mahkum hayatların aciz görünen bütün yüzlerinden yansıyan görüntüler ele alınıyor.

Birinci bölümde “Tarih” alt başlığı içerisinde tarih ile alakalı şöyle bir paragraf bulunmaktadır: “Burada 'tarih' dediğimiz olguyu bir sosyal bilim dalı olarak değil, zamanın ve mekanın ilk ve son sınırı arasında, yani evrenin yaradılışından onun son bulacağı güne kadar (kıyamet) insanoğlunun yaşadığı maceraya özel bir perspektiften yaklaşmamızı sağlayabilecek bir 'hikmet bilgisi' olarak değerlendirdiğimiz anlaşılmaktadır sanırım.” Tarihle ilgili farklı bir bakış açısına sahip olan bu yazı, zihin dünyamızdaki algıları yerinden oynatmaya yönelik başka kapıları aralamaktadır. Tarih kelimesinin sadece geçmişi ifade etmediğini vurguluyor. Bugünün aslında geçmişin ıslak tozlarıyla yoğrulduğunu dile getiriyor.

Yine aynı bölümün “Nesneleşen Kadın” alt başlığı içerisinde kadın ile alakalı şöyle bir paragraf mevcuttur: “Kadının çalışma hayatına katılmasının kökeninde yatan sebebi hepimiz biliyoruz: Geçen yüzyılın adaletsiz, dengesiz Avrupa toplumunda patlak veren 'sınai devrimi' de, egemen kapitalist gücün malını daha ucuza getirmek için, yoksul kadınların ve çocukların iş gücüne müracaat etmesiyle başlayan bir olaydır bu.” Yine aynı alt başlıkta devam eden şu yazı da ilgi çekicidir: “Batı kapitalizmi, kadını çalışmak zorunda bırakırken bunun adını 'özgürlük', 'çalışma özgürlüğü' veya 'kadın hakları' olarak koyuyorsa, böyle bir özgürlük anlayışı, benim özgürlük anlayışıma ters düşer. Geçen yüzyılın kapitalizmi, kadınların ve çocukların iş gücünü ucuz bulup erkeklerin yerine kadınları çalışmaya zorlarken ve kadın çalışmadığı takdirde aç kalma tehlikesi ile karşı karşıya bırakılırken, kadınları çalıştırmasını ona nimet gibi göstermek sahtekarlık sayılmalıdır. Batı kapitalizmi kadını çalışmak zorunda bırakıyor, onu istismar ediyor, sonra da bunun adına özgürlük veya çalışma hakkı diyor; üstelik de nimet ihsan ediyormuş pozu vererek.” Örneklerle de pekiştirilen bu bölüm buzdağının görünen ve görünmeyen yüzlerini ortaya çıkartmış oluyor. Anlamak ve görmek isteyene...

İkinci bölümde “Çağdaş İkonlar” alt başlığında tapınma konusu ile ilgili şöyle bir paragraf bulunmaktadır: “Tapınılanın konusu değişmiştir, o kadar. Modern putperestler, putatapıcılık denilince, eski putperestlerin yaptığını hatırlıyor: Yani taştan (somut) bir heykelin (idol) karşısına geçip tapınmayı, ondan medet ummayı...Oysa putperestlik de gitgide incelmiştir, gitgide bu anlamda somut olmaktan çıkıp daha karmaşık, daha soyut biçimlere dönüşmüştür. Oysa 'akıl'dan başka bir şeye itibar etmeyen, yalnız ondan yardım dileyen ve yalnız ondan çare uman, ona sığınan modern kafanın geçmiş dönemlerin putperestlerinden farkı ne? Ama kafalarda, putatapıclık denilince, sadece 'idol' karşısında tazim anlaşıldığından bu fark gözden kaçabilmektedir. ... Değişen sadece putların şekilleri...”

Altıncı bölüm ise kitabın en can alıcı noktalarından birini gün yüzüne çıkarmaktadır. Dokuz gazozu içen kim? Bir kişiye dokuz gazoz mu? Dokuz kişiye bir gazoz mu? Bu soruların etrafında bir çok araştırmalar yapılıyor. Ve sonuç olarak yoksullara yardım edilmesi kanaatine varılıyor. Yalnız dikkat etmemiz gereken husus durumun sadece bir yardımla geçeceğine inandırılıyor. Ama durum farklı. Bu husus ile alakalı gözüme çarpan bir sözü de buraya ekmek istiyorum. “Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz, biz ise ortadan kaldırılmış yoksulluk.” (Victor Hugo) Bu cümle Batıyı ve şu andaki durduğumuz konumu özetliyor. Devam etmesi gereken bir düzenin içinde 'var olanlar!' ve 'var olmaya çalışanlar!'

Genel olarak toparlayacak olur isem, Yaşadığımız Günler hayatımızın bir çok alanına bir ışık tutmaktadır. Öğrendiğimiz pek çok şeyin ardında öğrenmek istediklerimiz, öğrenmemiz gereken nice başka şeyler de var. Hayatı iyi okumak, sadece bakmak değil görmek, sadece bilmek değil anlıyor olmak ve harekete geçirmektir belki de yaşıyor olduğumuz günler. Yine kitabın içerisindeki bir alıntıyla bitirmek istiyorum cümlelerimi: "Yaşadığımız her gün bir önceki günlerin toplamı ve hasılasıdır.”

Hatice Kübra Karadeniz yazdı

YORUM EKLE