Avrupa yolcusu Müslüman seyyahlara bir rehber

Ahmet Mithat Efendi'nin ''Avrupa Adab-ı Muaşereti yahut Alafranga'' kitabı, keyifli bir anlatım ile Avrupa’yı panoramik bir seyre de imkân veriyor. Hasan Burak Özkanlı yazdı.

Avrupa yolcusu Müslüman seyyahlara bir rehber

Ahmet Mithat Efendi, hayatının ve eserlerinin bütününe baktığımızda, edebiyat ve fikir tarihimiz açısından kıymeti pek az teslim edilmiş, hatta bir dönem maalesef unutulmuş müstesna bir sima. Edebi olarak eserleri tenkite müsait olsa da edebiyatımıza kazandırdığı isimler, fikri hayatımıza döneminde ve sonrasında faydası ile üzerine eğilmek, okumak gereken bir isim. Dergâh Yayınları da bu lüzumu takdir etmiş olacak ki Mehmet Kaplan’ın da arzusu ile geç de olsa Ahmet Mithat Efendi’nin eserlerini neşre başladı. Tüm eserlerinin okura sunulması ile bu hizmeti de kendine yaraşır şekilde ifa etmiş olacak Dergâh, inşallah.

İşte bu seride çıkan yirminci kitap olan “Avrupa Adab-ı Muaşereti yahut Alafranga”, yine Fazıl Gökçek’in kıymetli çalışması ile orijinal dilinde yayınlandı. Felatun Bey’le Rakım Efendi eserinde alaya aldığı alafranga tiplere adeta bir ders mahiyetinde 1896'da kaleme almış bu eseri müellif. Batılı olacaksanız Batı’nın adab-ı muaşereti işte budur dercesine...

Eser, Avrupa’ya gidecek bir Müslüman-Türk seyyaha verilen bilgiler üzerine. Ancak konu çeşitliliği yolculuk vasıtalarından otellere, nerede nasıl yemek yenileceğinden garson bahşişlerine, ev ziyaretlerinden eğlencelerde davranış biçimlerine kadar uzanıyor. Üstelik keyifli bir anlatım ile Avrupa’yı panoramik bir seyre imkân veriyor. Çeşitli konularda adabı anlatırken araya giren hikâyecikler oldukça renkli.

İnsanı koca bir prensle tanıştıracak talih nerede bulunur

Eser, “savoir vivre- yaşamasını bilmek” esaslı yazılmış bazı kaynaklara atıflarla başlıyor. Bertal, Mösyö de Marn, Madame Louise Dalque bahsi geçen kaynakların yazarları. Fazıl Gökçek, eserin, Ahmet Mithat Efendi’nin romanlarını kurgularken tasvir ettiği kişilerin davranış biçimlerinin kaynağını göstermesi bakımından da önemine dikkat çekiyor.

Doğrusu böyle bahsedince ne kadar cazip geliyor okumak bilemeyeceğim ama mutlaka okunmalı diyerek, eserin ilk sayfalarında “Şimendifer Seyahati” başlıklı yazının sonunda yer alan bir fıkrayı anlatıp yazıyı noktalayayım.

Münih’ten Viyana’ya giden bir trenin vagonlarından birinde yalnız iki kişi seyahat ediyormuş. Biri sohbete pek meyilli olunca diğeri ile sohbete başlama bahanesi olarak da sigara içmeye müsaade istemiş. Gayet kibar şekilde izin verince muhatabı, sohbet de başlamış. Adam, konuşmayı sürdürdükçe muhatabın hoşnut olup dinlediğini görüp sohbeti hayli ilerletmiş. Viyana’ya gitme nedeninin orada bir tacirle evlendirdiği kızını görmek olduğunu söylemiş. Kızını nasıl evlendirdiğine kadar anlatmış. Hatta eğer Avusturya hükümeti ile bir işi olursa damadının yardımcı olabileceğini de söylemiş muhatabına. Muhatap bu teklifi kibarca teşekkürle geri çevirip söze başlamış. Kendisinin de Viyana’ya bir Viyanalıya verdiği kızını görmeye gittiğini söylemiş. Bunu duyunca diğer adam “siz de damadınızdan memnun musunuz” diye sormuş. Muhatabı, “şüphesiz ancak bu kadar iyi olabilirdi” deyince meraklanan adam damadın ismini sormuş. Muhatap, “damadımın ismi haşmetli François Jozef’tir” demesin mi? Adamcağız, “demek oluyor ki zât-ı âliniz de Dük Maximillian de Baviere’siniz” deyip laubali sohbeti sebebiyle bin bir özür dilemiş. Dük, adamı sevmiş olacak ki Viyana’ya varınca adamın damadını buldurup imparatora tavsiye etmiş ve sarayın bazı ihtiyaçları bu tacirden karşılanıp hayli zengin edilmiş tüccar.

Ya işte böyle, hikâye güzel ama insanı koca bir prensle tanıştıracak talih her zaman nerede bulunur diyor Ahmet Mithat Efendi…

Burak Özkanlı 

YORUM EKLE

banner36