Ateşten kelimelerle şiir evreninde yolculuk

Eleştiri ve inceleme yazıları ile tanıdığımız Ömer Lekesiz, bir eleştirmen gözüyle şerhe başvurmuş 'Ateşten Kelimeler' kitabında.. Ayşegül Uyar yazdı.

Ateşten kelimelerle şiir evreninde yolculuk

Kelime; sesten ve sözden münezzeh olan Rabbin kuluna ilk ikramı, atamız Âdem'e ilk öğrettiği, meleklerin insanla ilk kıyaslanışı…

Kelime ki dünyada insan denilen faniyi diğer tüm fanilerden ayıran nazlı bir dere, yüksek bir yamaç olmak yerine insan yaratılmanın en beliğ vasfı. “Oku!” emrine verebilecek cevabı olmak hali, sese anlam, kaleme kâğıda mana yükleme becerisidir bizler için.

Elbet bilmediğimiz başka âlemlerde başka manalara da gelebilir kelime lakin budur fakirin bildiği, dilinin döndüğü. Allah verince onu kullarına, nimettir; lakin tüm diğer nimetler gibi imtihandır kelime. Bir imtihan ki önü ateş, sonu ateş, iki ateş arası gül bahçesidir cennet.

Beni ateş üstünde yürütme” derken sevgili, tam da budur kastı. “Bana imtihan olma, ağzımdan çıkacak bir hayırsız sözle kararmasın cennetim” demez mi delikanlılar genç kızlara? Çünkü bilinir, her bir ses kaydedilir iki melekçe hiç atlanmadan, o en büyük buluşma için. Bu sebepten olsa gerek Ateşten Kelimeler deyiverince kitabın kapağında Ömer Lekesiz, cennetle cehennem arasında bir sarkaç gibi düşünüverdim kelime dediğimiz o burguyu.

2009 yılında ilk baskısını Selis Yayınları’ndan yapan Ateşten Kelimeler, geçtiğimiz Nisan ayında Profil Yayınları’nca yeniden basıldı. Bu tazelenme ile Ateşten Kelimeler, “Ne Okuyalım?” sorusunun peşinde olan okurların gündemine girdi bir kez daha.

Yakın zaman şiirlerine şerhin ışığı ile bakıyor Ömer Lekesiz

Ağırlıklı olarak eleştiri ve inceleme yazıları ile tanıdığımız Ömer Lekesiz, bir eleştirmen gözüyle şerhe başvurmuş bu kitapta. Şerh kelimesinin açmak, genişletmek gibi anlamlarını düşününce yapılan işin bir yarayı açmak kadar titizlik gerektirdiğini görmek daha da netleşiyor.

İslam yazı geleneğinde eleştirinin yakın tarihimize kadar şerh, haşiye ve reddiyeler üzerinden ilerlediğini düşününce, Ömer Lekesiz gibi bir eleştirmenin modern zamanlarda şerhe bir yöntem olarak yeniden dönmesi şaşırtıcı olmayan bir sonuç. Esasında eldeki terazinin tartmaya yetmediği durumlarda yeni bir terazi arayışının bereketli bir numunesi ateşten kelimeler.

Kitap merkezli eleştirinin sırf reklam ve tanıtım amaçlı yazılarla eşitlendiği bir paydada yazarın “eleştiri nedir”i bir kez daha sorgulaması ile boy vermiş bu kitap. Önceki kitaplarından farkı ise bu sefer metinlerin şiir üzerinden yoğrulması.

Sekiz şiirin şerhinde sekiz ayrı yol gösterir bize Lekesiz. Nabi, Fuzuli gibi şerh deyince adlarını andığımız divan şairlerinden gayrı Tanpınar’dan Hüseyin Atlansoy’a uzanan bir çizgide yakın zaman şiirlerine şerhin ışığı ile bakar Ömer Lekesiz.

Şiir gibi zengin bir miras üzerinden önce kendine, ardı sıra insanlara seslenmeye niyet edince yazar, şerhe ufuk açan ayetler, simgeler, imgeler de payitaht-ı Osmanlı gibi geniş bir coğrafya ve kültürden seçilmiştir. Gaye belki de modern zaman insanına şerhin tadını bir nebze olsun göstererek şiiri yeni bir çaba ile anlatmaktır. Satırlar arasına daldıkça genelde kelimenin, sesin, daha özelde ise şiirin, nesrin milletler, kültürler ve hatta dinler üstü efsunu ile buram buram tütmektedir İstanbul.

Sekiz şiir, sekiz kapı, sekiz yol, sekiz hikâye

İçinde bir şiir taşıyarak İstanbul sokaklarını adımlayan bir adamın, bir şiiri nasıl yaşattığını, şiirin başlayıp biten bir romandan, hikâyeden farklı olarak akan, çağlayan, devam eden bir sürece talip olduğunu görmektir okurun bahtına düşen. İşte tam da bu sebeple bir kez okunmaya başlayan ve her okuyuşta sayısız çağrışımla bir ruhtan diğerine biteviye akan şeyin adıdır şiir. Şiir için en az sözle en çok mana ifade etme sanatı dersek, yaşadığımız şiirlerden devşirdiğimiz hikâyeler daha anlaşılır olur muhakkak.

Hem bizim şairlere yakıştırdığımız hikâyeler mi vardır sadece? Ya şairlerin bize yakıştırdıkları? İşte Ömer Lekesiz onlara da değinir bu kitapta. Şiiri okudukça şiirden bir karakter canlanıp adım atar hayata, yazarın elinden tutarak götürür kimi zaman, kimi zaman öylece bekler ayağına gelecek nasibi. Dâhil oluverir şiirin içine hem okur hem yazar.

Yazar şiirden aldığı bir kelime, bir imge, bir öbek üzerinden açtıkça açar bize gönlünü. Katman katman açılır yazarın ruhu okurun önünde. Yazar bir kez “ağlamak” deyip bırakmaz kalemi. Ağlamaya dair tüm tanımlarını bir bir sıralar. Her tanım, her cümle farklı bir ruh halidir, farklı bir âlem karşımızda. Âdem aleyhisselamdan ana rahmine bir yolculuk yaparsınız ağlamak üzerinden. Okurken derin bir nefes alışınız bundan. Genişler göğsünüz kelamın kudretini görünce. Hem öyle ki bunu yazar bir değil pek çok defalar yapar ve her seferinde hayretler içinde okursunuz satırları. Modern çağın çok renkli, tek katmanlı sunularının yanında orada olanca sadeliği içinde derin, çok derin bir medeniyetin gizlendiğini görürsünüz siz de. Bu, aynı zamanda tek bir doğru olmadığının en güzel örneğidir. Bana hüzn olan sana sevinç, bana bayram olan sana kurbandır. Biz faniler binlerce, yüz binlerce penceresi olan bir evde sabahlayanlarız ve güneşi gördüğümüzde açtığımız pencerelerin her biri farklı bir yönde. Tartışmasız olansa güneşe yönelişimizdir.

Kitabı okumaya başlayınca uzun bir yolculuktur çıktığınız. Artık ne akşam, ne yorgunluk, ne uyku, ne kadın eski bildiğiniz kadardır. Fark etmeden Üsküdar’ın arka sokaklarını adımlamış, Mihrimah Sultan’da nefeslenmişsinizdir. Tam ne oluyor dediğiniz anda seslenir size yazar: “Ben gitmiyordum hiçbir yere, götürülüyordum sanki.” (s:52) Yolculuğa dair son sorular da cevaplanınca bir kez daha teslim olursunuz kitaba. Giderek silikleşir tüm nesneler, çay bardağı, masa, eldeki kalem flulaşır. Şimdi sekiz şiir, sekiz kapı, sekiz yol, sekiz hikâye adım atmanız ve yeniden yazılmak için sizi beklemektedir.

Şimdiden bereketli olsun yolculuğunuz…

Ayşegül Uyar yazdı

YORUM EKLE