Türkiye, kuruluş felsefesi gereği, baştan beri baskıları meşru sayan siyasetçilerle yönetildi. Kuşaktan kuşağa aktarılan bu eğilim son yıllarda hak ve özgürlüklerin herkese lazım olduğu gerçekliği içinde evrildiyse de tamamen yok olmadı maalesef.
Darbeleri desteklemek her ne kadar şimdi mahcubiyet konusu olsa da aslında hâlâ böyle hayaller besleyenler var ve "Atatürkçü gençlik" olarak tanımlanan insanlara istisnai hallerin egemenleri rolü verme yaklaşımları sonlanmış değil.
Bugüne kadar dindar gençlerin ortaya çıkışı, amaçları, eğilimleri, dönüşümleri, hareketlilikleri üzerine çok kitap yazıldı. Daha özelde de bu devirde(!) hâlâ başörtüsü örten kızların vardığı, onların tasavvurları, hedefleri, inançları sayısız araştırmaya konu oldu.
Fakat yine bu ülkenin gerçekliği olan "Atatürk gençliği" kimdir, nasıl bir yaşam felsefeleri var ve ülkenin geleceğinde nasıl bir rol almak istiyorlar; fazla analiz edilmedi, en azından Müslüman yazarlar tarafından.
Kemalist gençlerle yapılan derinlemesine mülakatların çözümlemeleri
Bir sosyolog olan Hilal Kaplan'ın yüksek lisans tezinde bu konuyu çalışması büyük yankı uyandırdı. Kaplan, Timaş Yayınları’ndan çıkan Türkiye’nin Ölmeyen Babası kitabında darbelerin oluşum sürecini, ordunun sürekli teyakkuzdaki halini önemli kaynaklarla anlatmış. Bu konuların bütün detaylarını başka kitaplarda da bulmak mümkün. Fakat bu kitapta Kemalist gençlerle yaptığı derinlemesine mülakatların çözümlemeleri de var ki, bu daha önce yapılmış bir çalışma değil ve ülkenin öteki gençlerini tanımak bakımından çok önemli çaba.
Türkiye’de yaşanan iktidar gerçekliğini sömürgecilikle ilişkilendiren Kaplan haksız değildir. Çünkü cumhuriyet elitleri diye tabir edilen grubun, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, bu topraklarda yaşayan halka reva gördüğü muameleyi göz önüne aldığımızda, sömürgeci mantıkla paralel bir iktidar biçimiyle karşı karşıya bulunduğumuz anlaşılır. Sömürgeci nasıl üstün, ileri, aydınlanmış bir konum biçiyorsa kendine, başka halklar üzerinde eğitme, adam etme, dili, dini, yaşamı hakkında tasarrufta bulunma hakkını kendinde görüyor ve bu yolla bütün kaynaklarını istismar ediyorsa, Türkiye'de de yaşam biçimini uygarlaştırma ve yeni bir millet yaratma misyonu bütün zalimliklerin ahlakî gerekçesi oldu.
Hilal Kaplan, araştırmacı dili kurarken, kendisi de başörtülü bir genç olarak içerlikli varlığını ve birebir konunun bir parçası oluşunu nesnellik adına ayrı tutmaya gerek görmemiş. Kitabın, sömürgeci zihniyeti hâlâ savunabilen sömürgeciler ile dindar insanlar arasındaki derinlikli ilk karşılaşmalardan müteşekkil olduğunu söylüyor. Başörtülüler, birçok Atatürkçü için aydınlatılması, şekil verilmesi gereken bir toplumsal gruba ait. Başörtülü kadınların eğitim düzeyleri arttıkça dine daha çok yaslanmaları cumhuriyet projesinin iflasının göstergesi oldu ve bu hayal kırıklığı öfke ve nefret yarattı kimi çevrelerde. Hilal Kaplan'la görüşmeleri elbette onlar için de öğretici olmuştur.
Atatürkçü Düşünce kulüplerinde aktif görev yapan 13 genç
Türkiye’nin Ölmeyen Babası, İstanbul'daki farklı üniversitelerde okuyan ve buralardaki Atatürkçü Düşünce kulüplerinde aktif görev yapan 13 kişiyle yapılan derinlemesine mülakatlara dayanıyor. Her bir gencin hayat hikâyesiyle paralel olarak gelişen siyasal özneleşme süreçlerini anlamaya çalışmış. Kendilerini dolaysız bir samimiyetle anlatmalarının değerli olduğunu belirtiyor yazar ilk sözlerinde.
Kitapta Atatürk, Mustafa Kemal'in şahsiyetinden ziyade, onun vefatından sonra ona yüklenen anlamlar silsilesine, onun ismi üzerinden açılan ve kullanılan siyasal anlamlar alanına tekabül ediyor. Bunun Türkiye siyasal tarihindeki izdüşümleri ve siyasal yaşama etkileri konu edilmiş.
Mevcut anayasada Atatürk'e onbeş kez atıf yapılmakta ve Türk Ceza Kanunu hapis yaptırımıyla onun hatırasını ve manevi şahsiyetini koruma altına almış. Hakan Albayrak bu yüzden, hem de hiçbir kem söz içermeyen bir cümlesi yüzünden cezaevinde yatmıştı mesela. Yabancı bir temsilci Türkiye geldiğinde, milli bayramlarda, 10 kasımlarda, devletin yüksek görevlilerinin Anıtkabir’i ziyaret etmesi zorunlu.
Mülakata katılan gençlerin temsil ettiği gruplara Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ideolojisinde taşıyıcı olarak verilmek istenen rol, eğitimin temel ideolojik hedefleri, rejimin sürekliliğini sağlamada bu gençlerin nasıl hem zihnen hem de bedenen gönüllü muhafızlara dönüştürüldükleri yetkinlikle analiz edilmiş kitapta.
“Atam, merak etme, ben hâlâ buradayım”
Atatürk'ün vefatından sonra ortaya konan Atatürkçülük, üç aşamalı bir düşünce silsilesine zemin oluşturdu. Halk Atatürk’ün isteyeceği şeyi ister, Atatürk'ün ne istediğinin nihai bilgisine sahip tek otorite ordudur, halkın isteklerine karşılık vermesi gereken tek merci olan ordu, gerekeni yapmak zorundadır. Böylece meclisin alnında “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazmasının bir önemi kalmaz ve sürekli “istisnai durumlar”(!) söylemiyle bu cümle bir süse dönüşür, istisnai durumların ne olduğu da bir avuç egemenin uhdesindedir.
Bütün bunları içine sindiren bir genç kesim var. Bu gençlerin zihinsel işleyişi hangi süreçlerden geçerek bu ayrıcalıklı durumu içselleştiriyor? Dünya baskılarla amansız bir mücadele verirken burada darbeleri çağıran gençler çıkıyor bu milletin karşısına.
Çok önemli örnek yaklaşımlar var onların hissiyatına dair, sadece bir iki örnekle yetinmek zorundayız.
Elif'in katıldığı bir cumhuriyet mitinginin ardından hissettikleri: “O anda o insanlar bendim, o insanlar Mustafa Kemal'di. Tehlikenin farkındalardı. Bu kadar mutlu olduğum bir an hatırlamıyorum… Aslanlı yolda yürüyoruz. Her yer kırmızı beyazdı, sonuçta orada Atatürk yatıyor, orada bağırılmaz, slogan atılmaz… Bir anda ‘şu anda kalkmazsa hiçbir zaman kalkmaz’ dedim. Bir anda kalbim dedi: Kalkar mı, gelir mi, gelecek ve kurtulacağız, inandım buna.”
Hazal'ın 82 yaşındaki anneannesi, “bizim içimiz rahattı gençliğimizde, çünkü Ankara'da Atatürk vardı, İnönü vardı, onlar en iyisini bilirlerdi” dermiş. Hazal diyor ki, “ben yirmi yaşında biri olarak yoruldum artık. O zaman cumhuriyet devriminin bireyleri yetişiyordu,
şimdi karşı devrimin bireyleri yetişiyor. Laik cumhuriyette siyasal İslam nereye oturur, gelecekte daha fazla sorun yaşayacağız. Atatürk'ün resmine bakınca yüzüm kızarıyor biraz. Diyorum ki, ‘atam, merak etme, ben hâlâ buradayım, hala bir şeyler yapıyorum, üzgünüm elimden gelen bu.’”
Hüseyin küçük yeğenine Atatürk'ün masa üstündeki resmini göstermiş, kim olduğunu söylemiş, “şimdilik bu kadarı yeterli, hele sima olarak onu bir tanısın” diyor.
Bu gençlerle farklı tecrübelerden geldiğimiz açık. Mesela bizim anneannelerimiz de bizlere bambaşka şeyler anlattı. Annem Kur'an kursuna giderken hocasıyla birlikte darp edilmiş bir kadın. Önemli olan, imgeler üzerinden manipülasyonların boyunduruğuna girmeden ve
bize yapılan dışlamayı başkalarına reva görmeden, temel meselelerde tevazu ve sabır dolu bir dille adaleti ortaya koyabilmek. Özgürlüğü, mülkiyeti, sermayeyi, emeği egemenliği, iktidarı, militarizmi, müzakereyi berrak bir dille konuşmak, İslam’ın çıtalarını kendi varlığımızda örneklendirebilmek. Bu kitap anlatmak ve sözlerimizin gereğini yerine getirmek için daha çok gayret göstermemiz gerektiğini gösterdi bana.
Yıldız Ramazanoğlu yazdı