Seyyid Hüseyin Nasr, İnsan Yayınları tarafından yayınlanan Üç Müslüman Bilge & İbn Sina, Suhreverdi, İbn Arabi isimli kitabında, bu bilgelerin biyografileri, doktrinleri, felsefeleri, eserleri ve temsil ettikleri Meşşailik, İşrakilik ve Tasavvuf konularını anlatır. Yazar, İslam’ın ilk dönem ilmi faaliyet süreci hakkında bilgi de verir. Zira bu süreç İbn Sina, Sühreverdi ve İbn Arabi gibi şahsiyetlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Peygamber Efendimizden (s.a.) sonra ilk halifeler ve Emeviler, daha çok bir İslam toplumu oluşturmanın meydana getirdiği sorunlarla uğraşmışlardır. Kur’an’ın okunuşu ve tefsiri, hadislerin toplanması, Arap dilinin sistemleştirilmesi ve geliştirilmesi gibi ilimler bu dönemin ilmî faaliyetlerindendir. Nasr, daha sonra İslam’ın Altın Çağı olarak nitelendirilen dönemin başlangıcını teşkil eden tercüme faaliyetlerini anlatır. Abbasilerde, özellikle Harun Reşit, Me’mun ve Mutasım’ın halifelikleri döneminde Müslümanların dikkatleri İslam öncesi bilimlere yönelmiştir. Bu kaynakların Arapça’ya çevrilmesi için büyük gayretler gösterilmiştir. Bu dönemde nitelikli tercümanların da mevcudiyetiyle İ.S. 750-1000 yılları arasında metafizik, felsefi ve diğer bilim dallarına ait birçok eser, Yunanca, Süryanice, Pehlevice ve Sankritçe’den Arapça’ya çevrilmiştir. Nasr’ın belirttiğine göre bu faaliyetlerin neticesinde Arapça zenginleşmiş, çeşitli felsefe okullarıyla bilimlerin kurulması için gerekli ortam hazırlanmıştır. Müslümanların kendi inanç ve akidelerini savunmak için İslam’ın ilkelerine saldıran Yahudi ve Hıristiyan din adamlarıyla ilişkiye girmiş olmaları çeviri faaliyetlerine yönelmenin en önemli sebebidir. Şam’da bu türden tartışmaların olduğunu ifade eder yazar. İslam inancını sağlam bir zırha büründürmek ve Şeriat’ın gücünü muhafaza etmek de bu tercüme faaliyetlerinin diğer sebeplerindendir.
At sırtında sefere giderken eser yazmış
Yazar kitabında önce İbn Sina’yı anlatır. 980 yılında Buhara yakınlarında doğan İbn Sina’nın asıl ismi Ebu Ali Sina’dır. Daha küçük yaşta iken ilimde ve öğrenme hususunda büyük gayret göstermiş, önce Kur’an–ı Kerim ve gramerini öğrenmiştir. Mantık, matematik, fizik ve tıp çalışmıştır. Bütün öğrenimini neredeyse on sekiz yaşında tamamlamıştır. Nasr bu hususta İbn Sina’nın gözde öğrencilerinden el-Cüzcani’ye, “Sonraki yıllarımda on sekiz yaşında bir gençken bildiklerimin dışında hiçbir şey öğrenmedim” dediğini aktarır.
Hayatında huzurla geçen dönemler de olmuş, çalkantılar ve huzursuzlukların hakim olduğu evreler de bulunmuştur. Saraylarda doktorluk yapmış, vezirliğe kadar yükselmiş, talihi ters dönüp tutuklanarak hapse de düşmüştür. Buhara’dan Cürcan’a, oradan Rey, Hemedan, İsfahan ve tekrar bugün türbesinin de bulunduğu Hemedan’a seyahat eden İbn Sina 1037 yılında vefat etmiştir.
Nasr’ın belirttiğine göre İbn Sina, siyasi çalkantılar içinde geçen dönemin şartlarından etkilenmemiş, bu durumda bile kendisini ilme verebilmiş, dikkatini belli bir noktada rahatlıkla toplayabilmiştir. Nasr, İbn Sina’nın at sırtında sultanla birlikte savaşa giderken yanındaki kâtibe eserlerini yazdırabildiğini ifade eder ve onun bu özelliğini, “Dünya hayatına siyasi alanda, hem de sarayda böylesine dalmış olan bu kişi, Ortaçağ skolastik felsefesinin temelini atabiliyor; Hipokrat ve Galen tıp geleneklerini birleştirebiliyor, İslami sanat ve bilimleri kendisinden önce ve sonra başka kimsenin yapmadığı ölçüde etkileyebiliyordu” sözleriyle dile getirir.
İbn Sina’nın külliyatıyla ilgili olarak da bilgi veren yazar, kısa risaleleri ve mektuplarıyla birlikte yazdıklarının yaklaşık 250 kadarının günümüze kadar gelmiş olduğunu belirtir. Eserlerinin çoğu Arapça, bazıları da Farsçadır.
Büyük bir doktor
Nasr, İbn Sina’nın filozofluğunun yanında büyük bir bilim adamı ve doktor olduğuna da dikkat çeker ve bu yönlerini inceler. O, Batıda tıp alanının büyük bir üstadı olarak hatırlanır. Bu alanda Doğu’da bıraktığı etki de bugüne kadar silinmeden gelmiştir. Tıp konusunda çok sayıda risaleler kaleme almışsa da; en önemli eserlerinin tıbbi ve farmakolojik bilgi veren Kanun, tabiat felsefesi ve matematikle ilgili bölümlerinde geometri, astronomi, müzik, meteoroloji, mineroloji, zooloji ve psikoloji konularını ele aldığı Şifa kitabıdır. Hüseyin Nasr, Kanun kitabıyla ilgili olarak, “yazarının tabiat bilimlerine katkısının gözlemsel ve bilimsel yanlarını incelemek için belki de en yararlı kaynaktır” değerlendirmesinde bulunur. Beş kitaptan oluşan eserin her bir kitabı da ayrıca bölümlere ve kısımlara ayrılmıştır. İnsan bedeninin tasviri, yapısı, denge ve diğer nitelikleri, melekeleri, hastalıkları, koruyucu hekimlik, ölüm vb., tıpta tedavi için kullanılan maddeler, belirli hastalıklar, tek bir organ veya bölgeden çok insan bedeninin tümünü etkileyen hastalıklar ve deney açısından büyük bir değer taşıyan farmakoloji gibi tıbbın genel ilkeleri bu beş ana kitabın konularıdır. Kanun, Hipokrat, Galen ve Dioscorides geleneklerinin bir sentezidir.
Bundan başka özellikle çeşitli rahatsızlıkların tedavisinde otların kullanılmasında Yunan kaynaklarında bulunmayan pek çok bilgiyi de içermekte olduğunu belirtir yazar. Kanun kitabı her yönüyle hem Doğu’da, hem de Batı’da büyük bir etki yapmıştır. Diğer tıbbi yazıları da İbn Sina’nın tıbba olan hakimiyetinin ve bin yıldır ona ‘Doktorların Kralı’ denmesinin açık bir delilidir Nasr’a göre.
Yazar İbn Sina’nın, Müslümanların halk hikayelerine kültür kahramanlarından biri olarak geçerek büyük bir doktor ve bilge bir şahsiyet olarak hâlâ yaşadığını ifade eder.
“Üç Müslüman Bilge” kitabının diğer bölümlerinde de, Şihabüddin Yahya İbn Habeş İbn Emirek Sühreverdi ve İbn Arabi incelenir.
Hem İslam dünyasında ve hem de bütün dünyada tesirleri bugüne kadar devam eden bu üç bilge ve düşünür, İslam kültür ve medeniyet tarihinin yüz akı olmaya devam etmektedir.
Metin Uygun