İlk bakışta sanki belli bir yaş grubuyla sınırlıymış gibi görünse de masallar, içinde taşıdığı hikâyelerle her zaman herkesin yaşamında önemli bir yere sahip. Üstelik filizlendiği coğrafyayı aşıp başka diyarlara esin kaynağı olabilen anlatılar bunlar.
Masallar aynı zamanda tarihi ve edebiyatı, gerçeği ve kurmacayı buluşturma özelliğine sahip. Dilden dile, kuşaktan kuşağa ve kulaktan kulağa aktarıldıkça büyüyen, kişileri ve toplumları saran hikâyeler onlar.
Ülkemizde masalın hikâyeleştirilmesi, daha doğrusu öyküleştirilmesi deyince günümüzde ilk akla gelen isimlerden biri Faruk Duman. Halk hikâyelerini, mitleri ve masalları merkeze alarak romanlar ve öyküler yazan Duman’ın yeni kitabı Kargasabunu bunun en taze örneği.
Duman, Kargasabunu’nda bildiğimiz, aşina olduğumuz ve hiç duymadığımız masallardan hareketle kaleme aldığı on öyküyle buluşturuyor bizi.
Şimdiye getirilen ‘evvel zaman’
Kendisiyle yapılan pek çok söyleşide, kitapları için yazdığı önsözlerde ve sunuşlarda çocukluk yıllarından beri gerek Anadolu’da gerek farklı coğrafyalarda anlatılan hikâyelere ve masallara ilgi duyduğunu açıklamıştı, Duman. Kargasabunu için kaleme aldığı sunuşta masallar için “anlatı ormanı” diyor ve yaratmak istediği öykü evrenine onların kaynaklık etmesini arzuladığı notunu düşüyor.
Duman’ın özellikle son dönemde kaleme aldığı metinlerde söz konusu arzusunu gerçekleştirdiğini görüyoruz. Kargasabunu da bu başarının en yeni ürünü.
Kargasabunu’ndaki öyküler, masalların kaynaklık ettiği, edebiyat ile söylencenin, gerçek ile rivayetin sınırlarını zorluyor âdeta: Masal öyküye dönüşüyor, öykü masallaşıyor. Dolayısıyla insan-doğa-tarih üçlüsünü, masal ve öykü zemininde buluşturuyor Duman. Bazen doğa bazen insan, öykülerde kahraman hâline geliyor işin esprisine uygun olarak. Hatta bazen yarı insan yarı ağaç bir yaratıkla karşılaşıyoruz bazen de Nuh kıssasının hikâyeye evrilişiyle: “Deniz kalkıp kalkıp iniyordu. Gümüş bir kalkan gibi. Bu gümüş ve yenik kalkan, sanırsın bir dağın tepesine yüzükoyun serilmişti. Böyle yüzükoyun, sırtında kılıç şakırtıları taşıyordu. Ve can çekişmekte olduğu için de durup durup sıçrıyor, can havliyle, ağzından köpükler saçarak doğrulup kalkmaya çalışıyordu. Gemi de o zamanlar gemi yapımı şimdiki kadar gelişmemişti, savaşın her aşaması için başka başka, boy boy gemiler yoktu. Kaldı ki insanın savaşmaya mecali de yoktu. İnsan en küçük mecalde savaşır. İşinize gelirse. Ama o zaman yoktu ve gemi korkunç gürültülerle yükselip alçalıyordu. Denizin tuzlu kırbacı... Acı tükürüğü... Yalavaçların piri Nuh... Ona gemiyi kurma yetisi verilmişti. Ama kaptanlık bilmiyordu. Yine de dünyanın zorda kalan her bir canlısına yardım etmek güzel Allah’ın işidir. Gemi batmadı. Kırılıp parçalanıp suların altına gömülmedi. Fırtınanın karanlık göğsünü yararak sabahı etti.”
Efsaneler, mitler ve masallar içine yeni karakterler katarak yol alan Duman, eski sözü ve anlatıyı öykü zeminine taşıyor. “Evvel zaman”ı şimdiye getirirken okuru da ahir zamana gönderiyor.
Anadolu’nun kısa anlatılarından hikâyelere
Kargasabunu’nda Duman’ın Anadolu’daki anlatı ve masal geleneğinin hemen her noktasında gezindiğini fark ediyoruz. Bazen İslâm folkloründen parçalara bazen Anadolu bilgeliğine rastlıyoruz öykülerde. Dahası, bu folklorün ve bilgeliğin günlük yaşamla ayrı düşmediği dönemlere dair edebî bir kapı açıyor bize Duman. Beri yandan da insanın doğanın bir parçası olduğu zamanları hatırlatıyor hepimize:
“Gövde insanı yavaş yavaş ele geçirir. Bir zaman sonra, gövdemizin istediği gibi biri oluruz. Pençe güçlü olmazsa, kafa iş göremez. Memet, yeni gövdesinin içinde ağır ağır yürüyor, sabah serinliğinin tadını çıkarıyordu. Orman kendi içinde, kendisi için mi yaratıyordu o serinliği? Buna inanıyordu artık. Belki bir geyik olmakla, yani ormanın bir parçası olmakla yavaş yavaş. Ormanın kendisi gibi düşünmeye de başlamıştı. Öyleyse, sinek kırbacı kuyruğundan hançer boynuzlarına varıncaya dek, tüm bedenini ormanın başka uzuvlarıyla birleştirebilir, çevresindeki her şeye, kendisinden birer parçaymış gibi hayretle bakabilirdi. Bir suyun üstünden geçti, geçerken durup kendine baktı, ak çağşak su ayaklarını serin serin yaladı geçti. Neden sonra, ablasını anımsadı. Uyanır düşer çınarın dalından aman, dedi, gideyim ben. Hızla sudan çıkıp yürüdü. Ama sonra durdu birden. Yolunu kaybettiğini anlayınca şaşkına döndü. Başını kaldırdı, ulu ağaçlar gökyüzünde ak bulutlar gibi köpüre köpüre dönüyorlardı.”
Duman, Kargasabunu’yla Anadolu masallarının derinliğine iniyor; oralardaki yaratıcılığı hem öykülerinde taşıyor hem de yeni hikâyeler yaratıyor. Kaleme aldığı sunuş yazısında Kargasabunu’nun arka planıyla birlikte öykülerinin durduğu noktayı açıklıyor:
“Dilbilimci hocalarımızın köy köy dolaşıp halk ağzından derlediği hikâyeler, masallar, türküler, bilmeceler ve hatıralar vardı. Bana göre bizim edebiyatımızın birer mücevheri olan bu derlemelerin içinde halktan anlatıcıların pek kısa geçtiği, anımsamakta zorlandığı ama olağanüstü zenginlikte masallar, masal parçaları bulunuyordu. İşte Kargasabunu adını verdiğim bu öykü derlemesine kaynaklık eden, çoğunlukla bu parçalardır. Ben, çoğun bilinmeyen ama benim öykü dilime yatkın olacak, yorumlanabilecek, yeni kahramanlar ve olay parçalarıyla zenginleşebilecek bu anlatılardan yola çıkarak bu öyküleri yazdım.”
Kargasabunu, Faruk Duman, YKY, 120 s.