Anlatı kurgusu reel ve ideal olandan neşet ederek karşımıza çıkıyor. Bu minvalde “reel”, şu anın bilgi ve donanım düzeyinde, toplum hafızasındaki çok eski bir tarihi gerçeklik ile kendi yaşadığı gerçekliği mecz ederek anlatıya dönüştürmek demek. “İdeal” kurgu ise yazarın değer yargılarını, toplumun değer yargılarını ve çağının evrensel değer yargılarını temel alarak hepsinin üzerinde iyi ve güzel olanı esere yansıtma “zorundalığı”ndan kaynaklanıyor. Yazarı zorlayan bu neviden sıkıntıları ortadan kaldıran temel bir kriter var elbette: “Hiçbir yazar, hiçbir eserde yaşadığı toplumun ve çağın değerleri dışında bir yansı-t-ma (mimesis) yapamaz.” Buna en sert-uç fütürist eserler de dahildir. Yazar en uç-rijit anlatıya adım atsa da şu anın sahip olduğu kültür birikimini kullanacak; kurgu da bu bilgi ve donanım düzeyinden hareketle oluşacaktır.
Gerçeklik, anlatının altyapı unsurlarından birisidir. Çünkü her nevi anlatı, gerçekliğin bir yanına dayanır. Gerçeklik, yaşantı açısından “var olan şeylere” tekabül eder. Sanata yansıyan hemen her disiplin, gerçekliğin değişik yanlarına dayanarak farklı bakış açıları ve anlamlar vermiştir anlatıya. Diğer taraftan, gerçeklik bir algı sistemi olup beynin çalışmasının bir ürünüdür. Hayal ile gerçek arasındaki sınırları algılama bozukluğu da hastalık sayılır.
Gerçeklik; anlatının altyapı unsuru olduğu kadar, hayatın kendisidir de. Sanata yansıma şekillerine bakmak gerekir. Bu yansıma okur ve yazarın bakış açısına göre değişkenlik içerir. Çünkü yansız-yönsüz, etkisizdir. Değer yargısı yoktur. Doğaldır. Saftır. Yazarın niyetine göredir. Oysa kurgulanan gerçeklik, üst (sanatsal) gerçekliktir. Natürel yan törpüden geçmiş, esnemiştir. Değer yargısı, telkini, tavsiyesi olan bir yapı oluşmuştur. Bu çeşit gerçeklikte yazar yaşananlardan bir kesiti; anı, gözlem, görüntü (imge) şeklinde alıp zihniyet öğesine bağlı olarak, izlek (tema) ve ileti eksenli anlatır. Çünkü her eser bir iletişim çeşididir.
Sanatın eser üretme eylemi oluşu kadar sanatçının da eser üretmek için o alanda kendini ve tekniğini geliştirmesi ile çaba göstermesi de gerekir. Bu durumun istinat ettiği muhkem nokta, yazarın teorik ve pratik olarak alanı iyi tanıması, demektir. Kişisel olarak bir “anlatı fikri” şarttır. Neyi, kime, nasıl anlatacağına dair sağlam bir fikirden söz ediyoruz elbette.
“Bir İnkılâp Daha Var-Harf İnkılâbı Öyküleri” Ercan Köksal’ın
“Bildiğin Hayat”An itibariyle; Ercan Köksal’ın
Harf İnkılâbı Öyküleri
Önce adını paylaştığım bu eserlerle ilgili notlarımı paylaşmak istiyorum. Okur Kitaplığı’ndan çıkan “Bir İnkılâp Daha Var-Harf İnkılabı Öyküleri” eseri, bir ideal için sıçrama tahtası olarak kullanılabilecek bir eser. Şöyle ki; Ercan Köksal tarafından derlenip kurgulanan bu hikâyeler, öncelikle salt gerçeklik katından okura aktarılıyor. Belki de bu durum yazar tarafından; büyük bir sosyal-siyasal ve vicdani sorumluluk, farz-ı ayın durumunda idi. Yazar bu cümleden olmak üzere, bu anlatımları derleyip kurguladı. Bellek yitiminin, kültürel ve sosyal kırılmanın izlerini adım adım izlemekle bu travmayı atlatabileceğimizi düşündü muhtemelen. Bu eserde, yazarın okuma haritası da önümüze seriliyor. Bu eser, her ne kadar bir nefeste ve acılı bir öfkeyle okunsa da uzun soluklu bir okuma, inceleme ve önceleme ürünü olarak öne çıkmakta, göze çarpmaktadır. İletiyi aldım: Anadolu’ya giydirilen deli gömleğini yırtıp yok etmek idealinden asla vazgeçmeyeceğiz.
Tabiidir ki harf inkılâbının teknik olarak, güçlüden uzaklaşıp zayıf olana yaklaşmaktan başka bir anlam ifade etmediğini de söylemeliyiz. Gelişmiş olan yazı stillerinin güçlü duruşu ile estetiği ve kullanışlılığı bugün bile canlıdır. Zaten asıl travma da kültürel olarak yaşatılmıştır ki bu travma “Kahrından Vefat Eden Seyyit Taha” hikayesinde en net şekilde görülmektedir. Bu eserde, milleti ayakta tutan, varlığıyla hayatiyet sağlayan büyük adamların hikâyeleri anlatılır. Dünyayı ve ona ait zevkleri bırakıp ömrünü bir aşk ve davaya adamak… Bu idealin gönüllüleri anlatılır. Onların özelliği ‘durdurulmuş bir medeniyet’i ne pahasına olursa olsun yeniden harekete geçirmektir. Bu hikâyelerin kahramanları, Nuri Arlasez, Muallim Cevdet, Seyyit Taha, Hattat Halim Özyazıcı, Tarihçi Ali Reşat, İbrahim Hakkı Konyalı gibi çöküş ve dibe vurmanın zirvesinde yetişmiş, ayakları toprağına değen aydınlık adamların destansı mücadelesini anlatır.
Harf önemlidir elbette ama sonuçta “gösterge”den öte değildir. Dili ve anlam haritasını uhdesinde taşır. Tarihte Soğd (Göktürk ve Uygur) alfabesinden sonra Arap alfabesinin kullanılması tabii bir süreç olarak gelişmişti. Oysa tabii sürece yapılan müdahaleler kırılmaya sebep olur. Kendisinden önceki birikimi belli saiklerle yok etme cehdinde olan yeni kurucu irade, 15 yıl zarfında bu genel amaç için yalnız harf inkılâbı ile yetinmedi. Dil devrimi, (Güneş-Dil Teorisi, Öztürkçeçilik) takvim değişikliği, Türk müziği ve ezan yasağı gibi ceberut uygulamalar da görüldü. Ancak bunların hiçbiri devlet arşivlerinin 3.1 kuruşa satılması kadar elim değildir. Ercan Köksal, bu hassalar üzerinde durmuş ve bu fiiller üzerinden ‘moral değerler, etik’ bazlı anlatılar oluşturmuştur. Kendi ifadesi ile ‘edebi kurgu, hikâye kurgusu’ içinde realitenin abus yüzü anlatılmıştır, ancak okumaya esas olan mihenk, bu anlatıların tarih ve kültür taşıyıcılığı yolundaki büyük mücadeleleri anlatıyor olmasıdır.
Bildiğin Hayat
Bahsedeceğimiz ikinci eser Bildiğin Hayat. Bu kitap için son tahlilde söylenecek cümle; hayatı ibret levhaları hâlinde okura sunuyor olması. Bu kitaptaki metinler; esasen modernizmin dayattığı şartlar ekseninde okunmalı. Bunun gerekçesi de önemini anlamaktan vazgeçtiğimiz tip ve hayatların mesele edinilmiş olması ve ‘görmezden gelme’ ile ‘neme lazımcılık’ illetleriyle malul olmamız.
İyi bir anlatı ile ilgili başka bir yazımızda
Bildiğin Hayat kitabında, orta yaş civarı insanlar için nostaljik değeri haiz ‘sevdiğine mektup verip reddedilen’ kahramandan (Gönül Muhasebesi) deli-meczuplara, bebeği ölen babalardan tek başına kalan yaşlılara kadar, bu toplumun modern dönem hastalıklarından (Sessiz Ölüm) sebepsiz cinayetlere geniş bir perspektif var. Yine klasik hikâye sadedinde ve tadında durum hikayesi formunda sayacağımız metinler de var: İçimdeki Çocuk, Çırak ve Dondurma, Kadıköy Vapuru…
Serçe Yüreği
Küçürek öykü”, Prof. Ramazan Korkmaz adlandırması. “250 veya 500 sözcük, çığlığı nağmeye dönüştürmek için yeterli süreyi hazırlayan bir anlatım örgüsü oluşturur. Bu bakımdan 100 sözcüğü geçmeyecek anlatıları ancak ‘küçürek öykü’ diye adlandırabiliriz.”Ercan Köksal’ın bahse konu üçüncü ve son eseri. Ele aldığımız kitaplardan en ilginç olanı da bu. İki bölüme ayrılmış kitap. İlk bölümde sekiz, ikinci bölümde on sekiz metin var. İlk bölümde kabaca üç tür anlatı söz konusu. Şöyle: ilk metin “Herkesin Hikayesi” üst kurgulu bir öykü. “Öykü” kelimesini bilinçli kullanıyorum. Çünkü modern bir anlatı. Üç bölümde incelenebilir. ‘Herkesin bir hikâyesi vardır’ mottosu ile olayı yaşayan üç kahraman var. Anlatıcı, yazar ve patron. Üç kişinin de penceresinden bakış söz konusu. İkinci ve üçüncü bölümde anlatıcı, anlatının genişlemesi için olaydan okura seslenmeler ve geçişler yapıyor. Anlatının yönü ile ilgili bilgilendirme yapıyor. Anlatıcı-yazar çekişmesini öne alıyor. Sürpriz bir finalle sona eriyor. Anlatıcı çeşitliliği, geçişler ve okura bilgi veren üst kurgu tekniği içinde klasik anlamda olay hikâyesi sırıtmadan çerçeve öykü gibi iç içe geçmiş durumda ve paralel öykü özelliğinde. Sonraki üç metin olay hikâyesi. Özellikle “Figüran” hikayesi güncel, popüler kültür açısından da eğlenceli. Bir figürün dizilerde defalarca rol gereği öldürülmesi anlatılıyor. Bu bölümün son dört anlatısı “küçürek” öykü formatında. Bir duyarlılık anlatısından oluşuyor metinler. “
Kitabın ikinci bölümüne “Sahneler” adı verilmiş. Dışarıdan bir bakışla isabetli bir adlandırma olduğu açık. Çünkü belli görüntüler, o görüntüleri oluşturan ortamda somutlanarak, fotoğraflanarak hatta belki dondurularak alınmış ve anlatılmış. Bu yazıya başlık seçimimiz için de gerekçe oluşturan durum, dondurulan bu görüntülerin çeşitliliğinden oluşuyor. Bu bölümde, portre öyküler, anı öyküler, durumlar, tablo öyküler, olağandışı fabl öyküler var.
Hülasa Ercan Köksal kitaplarında, dil ve anlatım sorunu neredeyse hiç yok. Bu bağlamda örneklik teşkil ediyor. Anlatı yelpazesinin neredeyse bütün renklerini gözlemlemek mümkün görünüyor. Ana eksen klasik anlatı ancak, modern anlatının kurgu, anlatıcı, sürpriz, sıçrama imkânları da bu metinlerde görülebiliyor. En önemlisi de Köksal’ın bunları yaparken kurguyu zorlayıp okuru zıvana imtihanına tabi tutmaması… Her öğenin anlatıda kendi yerinde ve kendi görevi kadar hacme sahip olması, okura ne okuyorsa o lezzeti sunması önemli. Okuyor ve alımlama portföyü gereği estetik değerler üzerinden hisse alıyorsunuz. Dayatılan bir modernizmin getirisi olarak tavan yapan sosyal çözülme, bozulma ve tefessühe rağmen; içinde yaşadığınız topluluğun değerler sistemiyle yeniden uzlaşı sağlamaya yönelik bir çaba karşınızda duruyor. Dil ve kültür, inanç, incelik, diğerkâm olmak, saygı gibi. Bunu bir dert olarak kabul ediyorsanız elbette.
Ethem Erdoğan
Kaynakça:
Erdoğan, E. (2020, 12 30). https://www.dunyabizim.com/kitap/anlatida-tip-karakterin-islevi-ve-saganak-romani-h42364.html. https://www.dunyabizim.com/: https://www.dunyabizim.com/kitap/anlatida-tip-karakterin-islevi-ve-saganak-romani-h42364.html adresinden alınmıştır
Korkmaz, R. (2007). “Küçürek Öykü Türü ya da Bir Çığlığın Metinleşmesi". Hece Öykü, 33.
Köksal, E. (2015). Bildiğin Hayat. İstanbul: Okur Kitaplığı.
Köksal, E. (2015). Bir İnkılap Daha Var. İstanbul: Okur Kitaplığı.
Köksal, E. (2016, 8 16). //www.kitaphaber.com.tr/ciglik-88-yillik-k2482.html. //www.kitaphaber.com.tr/: //www.kitaphaber.com.tr/ciglik-88-yillik-k2482.html adresinden alınmıştır
Köksal, E. (2017). Serçe Yüreği. İstanbul : Kesit Yayınları.