Anılarından Sürgün Edilmiş 25 Milyon İnsanın Romanı

Arno Geiger, ''Yaşlı Kralın Sürgünü'' romanında, gittikçe çevresine ve kendisine yabancılaşan babasını anlatmış. Yazarımızın babası demans hastası... Sedat Palut yazdı.

Anılarından Sürgün Edilmiş 25 Milyon İnsanın Romanı

Kodlanmış hayatlar yaşıyoruz. Biz doğmadan önce çizilmiş okların peşinden gidiyoruz. Yeni yolları merak ediyoruz ama tehlikeli olma ihtimali bizi ürkütüyor. İnsanın en güvenli yanı kendi limanlarıdır. Peki, o çok güvendiğimiz limanlarda kendi gemilerimiz batarsa, yalnızlık nasıl tanımlanır? Ya insan kendini bile unutursa?

Kısa bir süre bana bu soruları sorduran bir roman okudum. Avusturyalı yazar Arno Geiger’in yazmış olduğu roman, Yaşlı Kralın Sürgünü adını taşıyor. Kitap Erdem Yayınları arasından çıktı.

Yayınevi kitabı şöyle tanıtmış: “Yazar, ünü ülkesini ve kıtasını aşan bu samimi anlatıyla dünyada yaklaşık 25 milyon insanın anılarından sürülmüş hayatına dokunuyor.”

Gerçek cennet, kaybolanlardır

Yazar, gittikçe çevresine ve kendisine yabancılaşan babasını anlatmış romanında. Yazarımızın babası demans hastası. Demans hastalığı, zihinsel becerilerin hastalık nedeniyle zayıflaması durumudur. Demans hastalığına yakalananların en az yarısı çağımızın yaygın hastalığı olan alzheimer hastalığıyla akraba oluyor. Kahramanımızın adı August Geiger, evininin nerede olduğunu hatırlamıyor, evin içinde çorabının üçüncü tekini arıyor. Yazar, babasını, Proust’un “gerçek cennet, kaybolanlardır” cümlesine gönderme yaparak anlatıyor.

Yazar, babasının hastalığının yavaş ilerlemesinden en başta memnun. Ama bu ailenin dağılmasını engelleyememiş; eşi otuz yıllık bir evliliğin ardından August’tan ayrılıyor. August geleneklerine bağlı birisi, boşanmaya karşı. Lakin eşi onu dinlemeyip August’u zihninin ona oynayacağı oyunlarla baş başa bırakıp gidiyor. Yalnızlığın dolambacı işte burada kahramanımızın ayaklarına dolaşmaya başlıyor. “Sabahları erkenden yarım yamalak ya da kat kat giyiniyor, öğlenleri dondurulmuş pizzayı paketiyle birlikte fırına sürüyor, çoraplarını buzdolabına saklıyordu.” (S.21)

Oğlunun sorularına bir süre sonra bu dünyadan yanıtlar vermemeye başlıyor

Yazarımız babasının bu hastalığıyla yüzleştiğinde şunu itiraf ediyor kendisine, çoğumuzun babasının yaşlılığında olduğu gibi: “Daha akıllı, daha dikkatli ve ilgili olabilseydik, yalnızca babamı değil, kendimizi de birçok şeyden kurtarmış olur, özellikle onu daha iyi anlayabilir ve hâlâ ona birkaç soru sorabiliyor olurduk”. (S.22) Zira August, oğlunun sorularına bir süre sonra bu dünyadan yanıtlar vermemeye başlıyor.

“Baba, bak bunlar kendi ellerinle yaptığın bahçe duvarları.”

“Doğru, yanıma alayım.”

“Ama onları yanında götüremezsin.”

August bir süre sonra evde odasını da bulamıyor ve yattığı odanın kapısına kocaman bir şekilde adı yazılıyor. August evde tüm eşyaların yerlerini değiştiriyor, tıraş makinesini arayan yazarımız onu mikrodalga fırında buluyor.

Yazarımız babasının bu durumu karşısında yelkenleri indiriyor ve duyguları yer değiştiriyor. Babasının kendine yabancılaşmasını anlamaya başlarken, aslında bir aile olarak birbirlerine ve kendilerine nasıl uzak olduklarını hatırlıyor. August, bu hastalığı ile inancı hatırlıyor, aile de babayı.

August’un zamanla gerçekle bağı kopuyor, aile işte o zaman artık kendilerinin çok fazla bir şey yapamayacağını anlıyor.

“Sen evdesin ama eve gitmek istiyorsun. Evdeyken eve gidilmez.”

“Pratikte söylediğin şey doğru!”

“O zaman?”

“Senin gibi detayla o kadar çok ilgilenmiyorum ben”

Yaşlı Kralın Sürgünü, hüzünlü bir hikâye. İnsana, kendini, aklının oynayabileceği oyunları, taşıdığımız değerlerin kıymetini hatırlatıyor. Kendinizle ve babanızla yüzleşmek istiyorsanız buyurun…

Arno Geiger, Yaşlı Kralın Sürgünü, Erdem Yayınları

Sedat Palut

sedat.palut @ gmail.com

YORUM EKLE

banner36