Ancak Hayatın Hakkını Verenler, Güzel Bir Ölümün de Hakkını Verebilir

'Son Nefes Havaya Karışmadan', meslek hayatı boyunca başkalarının ölümüne tanıklık eden bir cerrahın, hastalık ve ölüme yakınlaşma sürecinde yaşadıklarını kendi ağzından anlatıyor. Kitabı okuduğumda nitelikli bir insan olma yönünde gösterilen çabanın bir insanın hayatını ne kadar aydınlattığını, nitelikli bir ömrün de ışığını sonunda ölüme düşürebildiğini düşündüm. Kemal Sayar yazdı.

Ancak Hayatın Hakkını Verenler, Güzel Bir Ölümün de Hakkını Verebilir

Ölümün binlerce kapısı var / İnsanlar çıkıp gidebilsin diye” demiş John Webster 1612 yılında. 36 yaşında bir beyin cerrahının ölümle yüzleşmesinin bir hikayesi olan Son Nefes Havaya Karışmadan, meslek hayatı boyunca başkalarının ölümüne tanıklık eden bir cerrahın, hastalık ve ölüme yakınlaşma sürecinde yaşadıklarını kendi ağzından anlatıyor.

Paul Kalanithi, çalışkan ve yetenekli bir beyin cerrahı olarak gelecek güzel günlerin düşünü kurarken son evre akciğer kanseri yolunu kesiyor ve onu hayatın kaçınılmaz gerçeği olan ölümle karşı karşıya bırakıyor. Kitap, yazarın ölümünü beklediği ve hastalığının ağırlaşmasıyla tamamlayamadığı bir dönemin kişisel hatıratı.

Adeta dişlerini hayata geçirerek…

Hastalık ve sağlık iki ayrı ülke gibi; sağlık ülkesinden hastalık ülkesine girdiğimizde orada hayatın bütün kırılganlığı önümüze seriliyor ve kendi acziyetimizle baş başa kalıyoruz. Hastalık ülkesi hiçbir şeyin tam manasıyla denetimimiz altında olmadığını, her birimizin faniliği içimizde gezdirdiğimizi bize ilk elden tecrübeyle anlatıyor. Paul Kalanithi’nin öyküsü de bu açıdan dokunaklı bir öykü.

Başarı basamaklarını hızla tırmanan ve insan olarak kendisini en iyi biçimde yetiştirmeye azmetmiş bir hekim, bir yandan ölümlülüğün farkına varıyor olmanın ani şokuyla baş etmeye çalışıyor, beri yandan da hayata tutunmaya gayret ediyor. Adeta dişlerini hayata geçirerek ölmekte oluşun ruha verebileceği bir yılgınlıktan kendisini korumaya çalışıyor. “Farklı bir şekilde yaşamayı öğrenmek zorundaydım: Ölümü göçebe bir davetsiz misafir gibi görerek; ama ölmek üzere olsam bile, gerçekten ölene kadar hâlâ yaşadığımı unutmadan.”

Ancak hayatın hakkını verenler, güzel bir ölümün de hakkını verebilir 

Yazar, insanın kendi ölüm ihtimaliyle yüzleşmesinin getirdiği yıkıcı duygulara, adeta yazıya, ailesine ve çocuğuna sıkı sıkıya yapışarak direnmek istiyor ve ölümün insanı karanlık sularda boğacak bir haber olmak yerine bize neyin en değerli olduğunu öğretebilecek bir farkındalık da sağlayabileceğinin bir örneğini sunuyor. Evet, ölmek sanatı hüner ister ve ancak hayatın hakkını verenler, güzel bir ölümün de hakkını verebilir.

Edebiyat ve şiir Paul Kalanithi’nin bu zorlu dönemecinde ona yarenlik ediyor ve ölümün nefesini ensesinde hissetmenin verdiği ürpertiyi bir nebze iyileştiriyorlar. Hüzünlü bir öykü bu, insanın öleceğini bilerek yazması ve kendi ölüm ve kırılganlık hikâyesini insanlarla paylaşmak istemesi takdire şayan. “Olmak” cesareti konusunda, son bir kalp atımı. Bir tür nefs muhasebesi de diyebiliriz; yazar hem kendi hayatına hem de modern tıbba eleştiri oklarını yöneltebiliyor.

Kendi macerasının, ölümle yüzleşme tecrübesinden sonra, tanrıtanımazlıktan maneviyata doğru evrilme istidadı göstermesi bana ilginç geldi. Ayrıca manevi olanın modern bilimden adeta cin kovar gibi uzaklaştırılmasına yönelik eleştirileri, dikkatle okuduğum satırlar oldu.

Nitelikli bir insan olma yönünde gösterilen çaba

Bu kitaptan bana kalanlar ne oldu? Kalanithi’nin öyküsünü bir azim ve gayret öyküsü olarak okudum ve nitelikli bir insan olma yönünde gösterilen çabanın bir insanın hayatını ne kadar aydınlattığını, nitelikli bir ömrün de ışığını sonunda ölüme düşürebildiğini düşündüm. Güzel yaşayan güzel ölür.

Bir söz var, ‘insan plan yapar, Tanrı güler’ denir; biz hayatla ilgili ne tasarlarsak tasarlayalım sonunda hayatlarımızın üzerinde nihai denetime sahip değiliz. Hayat, hastalık, afet veya travmalarla kesintiye uğruyor ve dünyayı o güne kadar bilme biçimimiz dönüşüme uğruyor. Vaitkar bir beyin cerrahı olarak hayatın bize söylediği şeyler ile ölüm döşeğinde bir hasta olarak hayatın bize söylediği şeyler birbirinden çok farklı. Nitekim yazar da bütün bu bilinç değişimini hayatına aktarıyor ve ömrünün o son yılını kendisini hayata bağlayan en değerli varlıklara ayırıyor. Beri yandan da asla ümitsizliğin verebileceği bir yılgınlığa teslim olmuyor ve ölüme doğru yol aldığı o nadide anları kıymetlendirmeye, aldığı her nefesin hakkını vermeye çalışıyor.

Bu kişisel anlatıda eksik bulduğum bir şey varsa eğer, o da şu: Ölüm farkındalığıyla ilgili daha derin, daha sarsıcı duyguları yani insanın artık kendisiyle ve Tanrı’yla gerçekleştirdiği o en sahici içsel konuşmayı okuyamıyoruz satırlarında. Belki kitabı tamamlamaya ömrü vefa etmediğinden belki de böyle bir içsel donanımı olmadığı için bilemiyorum ama bu kadar yakıcı bir varoluşsal buhran, insanı ölümün metafiziği hakkında daha fazla düşünmeye zorlayabilirdi.

Son Nefes Havaya Karışmadan, hayatımızda neyin öncelikli olduğunu sorgulayabilmemiz açısından çok değerli bir tanıklık. Sahici bir hayat için belki hepimizin ölümün soluğunu ensemizde hissederek yaşayabilmemiz, her anın kıymetini bilmemiz gerekiyor. Aldığımız her nefesin hakkını vererek…

“Son Nefes Havaya Karışmadan”, Kitabın Ortası dergisi, Nisan 2017, sayı 1.

Kemal Sayar

YORUM EKLE