'Allah'ım, yüzümü kara çıkarma' duasıyla yazıldı

Tarık Buğra'nın 'Osmancık’ında verdiği her öğüt, her telkin yalnızca Osman Beğ'i adam etmez; bu öğütleri duyan ve Edebali’nin bu kıymetli öğütleri peşinden koşan herkesi adam eder şüphesiz. Metin Erol yazdı.

'Allah'ım, yüzümü kara çıkarma' duasıyla yazıldı

“Benim hayatımın özeti 1938'le 1950 arasıdır. İsteyen serserilik yılları desin, ben ona 'kendimi arayış' diyorum. O yıllarda ben kendimi aradım ve buldum. Çok şükür buldum. Fakültelerden kopuşum bu yüzdendir, bana yol göstermesin, yapmak istediğimi engellemesin, yapmak istediğime zorlamasın diyedir bu kaçışlar. Benim hayatımın özeti bu...” diyerek yaşadığı ömrü böylece özetler Tarık Buğra.

26 Şubat 1994 yılında terk-i dünya eyleyen, Türk edebiyatının en büyük kalemlerinden biri olan Buğra; Rıfkı Melül Meriç, Hakkı Süha Gezgin, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi isimlerle tanışmış ve büyük kalemlerden, yazarlığının zekâtını verecek bilgi ve donanımı almıştır. Bizlere Küçük Ağa ve Osmancık gibi iki unutulmaz eser bırakan Tarık Buğra, edebiyatımızın en güzide kalemlerinden biridir.

Allah’ım yüzümü kara çıkarma

1984 yılının Mart ayında Yağmur Tunalı’ya verdiği bir röportajda, edebiyatımızın başyapıtlarından biri olan Osmancık isimli romanının macerasını anlatmıştır Tarık Buğra. Tohumları 1950 yılında atılır Osmancık’ın. Tarık Buğra’nın Osmancık’ı yazması, toplumumuzun tarih nankörlüğünden kaynaklanmıştır bir nevi. Böyle der Tarık Buğra; “Bir romancı bir konuya mahkûmiyetini göstermelidir. Bu mahkûmiyet, hepimizin bildiği bir tarih nankörlüğünden doğmuştur."

Tarık Buğra, yıllarca Osmanlı’nın büyüsünü tam olarak kavrayıp anlatmak hırsını korumuştur. Fakat Buğra’nın yıllarca içinde taşıdığı bir tedirginlik vardır ki Osmancık’ı neredeyse yazdırmayacaktır ona. Tarık Buğra, Devlet Ana yüzünden Osmancık’ı hiç yazamayacağını söyler Yağmur Tunalı’ya verdiği röportajında. Yıllarca, Osmancık’ın, Devlet Ana’ya bir tepki romanı olarak algılanmasından çekinmiştir Tarık Buğra. 1981 yılında ise Tarık Buğra'dan, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu anlatan bir senaryo istenmiştir. Hakkı Öcal, bu senaryonun romanlaştırılmasını Tarık Buğra’dan isteyince, ortaya Osmancık çıkmıştır. İyi ki de çıkmıştır. Tarık Buğra “Allah’ım, yüzümü kara çıkarma” diye günlerce dua etmiş ve Osmancık’ı bu dua ile yazmıştır.

Sonraları ortaya çıkmış bir sapıklık

Osmancık ortaya çıktığında, Murat Belge başta olmak üzere birçok kişi tarafından eleştirilere maruz kalmıştır. Buğra, bu eleştirileri tüm içtenliği ve ortaya koyduğu eseriyle savuşturmuştur. “Osmancık’ta Osmanlı’ya ve Osmanlı ile ilgili belgelere yan tutmadan, duygusallaşmadan bakmaya çalıştım. Bu romanda subjektif olan sadece şudur; tarihin en uzun ömürlü en büyük devletinin, kesinlikle, bir kaba kuvvet eseri olamayacağına inanmışımdır. O halde Osmanlı’nın sırrı nedir? Ben, Osmancık’ta bu sorudan yola çıkmışımdır. Osmancık’ta beliren görüş işte bu sorunun, sadece onun ürünüdür.” diyerek Osmancık’ın doğuşunu aktarır.

İçinde bulunduğu toplumun Osmanlı’ya karşı olan tutumunu da enfes bir dille eleştirir Tarık Buğra. Tam bir entelektüel tedirginlikle konuşur. “Osmanlı'yı, Osmanlı'ya bağlılığı kesin olarak kötü, hatalı ve bozuk görmek, çok sonraları ortaya çıkarılan bir sapıklıktır. Altı yüz yıl dimdik yaşamış, bir şah medeniyet kurmuş, o müziği, o edebiyatı, o mimarlığı ve sosyal garantileri ortaya koymuş bir Devlet'in insanları, kurtuluş yolu için bir başka ve yeni otoriteyi, bir yeni bayrağı elbette kolay kolay benimseyemezlerdi: Onların bu tereddütleri trajik olmakla kalmaz, övülmeye değer.” der Tarık Buğra.

Ödül için kendini satan adamdan yazar olmaz

Osmancık’ta Tarık Buğra’nın kullandığı dil son derece sarihtir. Tarık Buğra’nın, Osmancık dâhil bütün eserlerindeki gayesi toplumun ihtiyacına karşılık verebilmektir. Sanatını da bunun için icra etmiştir Tarık Buğra. “Sanatta önemli olan konu değil, konunun işlenişidir, ortaya çıkan eserdir.” der Buğra. Bu yolla toplumun ihtiyacını karşılamaya yönelir. “Bir ödül için kendisini satan adam ne yazar olabilir, hatta insan bile olamaz. İnsan olmadan da yazar olunmaz. Bağımsızlık lâzım. Sıradan bir insan değildir yazar. Bunu politikacılar kabul etmez, politika uydusu yazarlar kabul etmez bunu... Ama gerçek yazar sıradan bir insan değildir. Ona ihtiyacı vardır toplumun. Bu ihtiyacı duyan toplum yükselir. Bu ihtiyacı karşılayan insan kazanır.” sözleriyle, yazma edimini kendisine şiar edinenlerin taşımaları gereken karaktere de göndermede bulunur.

Her romancının bir dünya görüşü vardır

Tarık Buğra, her romancının bir dünya görüşü olması gerektiğine inanır. Büyük romancıların her birinin bir dünya görüşünün olduğuna işaret eder. Çünkü romancının dünya görüşü, bütünsel bir değerler manzumesidir ve yazar bu değerler manzumesinden toplar malzemesini. Türk yazar için ise İslami dünya görüşünün ayrıca bir önemi olduğunu vurgular, 1986 yılında M. Nuri Bingöl’e verdiği bir röportajda. “İslamî dünya görüşünün bir Türk yazarı için ayrı bir önemi vardır. İslamî dünya görüşü, kendi insanımızı anlamak çabası demektir. Bu memleketin yüzde doksan dokuzu Müslüman diyoruz; demek ki bu memleketin romanını yazmak için İslami yapının ne olduğunu 'anlamak' lâzımdır. Bunu anlamak için de, İslami dünya görüşü şarttır. Sadece gözlemlerle olmaz, öbürü daha büyük bir yardımcıdır. Müslüman toplum ve insanı anlamak, onu yozlaşmış, bozulmuş ve güzel taraflarıyla kavramak için şarttır. İslami bir dünya görüşü... Bunu demek istiyorum. Ve esefle söylüyorum, bu ihtiyaç bize duyurulmadı.” der Tarık Buğra.

Yaşadığı yıllarda, toplumun ahvalini gören ender romancılarımızdandır. Bir söylemin ve ideolojinin adamı olmamıştır. Toplumun yaşadığı gerçekleri görmüş ve bunları söylemekten geri durmamıştır. “İslami görüş şarttır. İslâm dünyasını, Müslüman toplumu anlamak için... Bu toplum ne kadar dağılmış olursa olsun, gene de İslâm törelerine göre gömülüyor. İslâm törelerine göre yaşamasa da İslâm törelerine göre gömülüyor. Bu insanları anlamak için, İslami dünya görüşü şart olan bir ihtiyaç. Öyle sanıyorum.” sözleri, Tarık Buğra’nın nesnelliğine işarettir.

Tarık Buğra ve Osmancık’ı

Tarık Buğra, Osmancık’ında nice telkinler verir. Verdiği her öğüt, her telkin yalnızca Osman Beğ'i adam etmez, bu öğütleri duyan ve Edebali’nin bu kıymetli öğütleri peşinden koşan herkesi adam eder şüphesiz. Tarık Buğra, Edebali’nin dilinden konuşur Osman Beğ’e. Osman Beğ’den kasıtla tüm insanımıza konuşur Tarık Buğra. ''Dünya'yı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüz, oğul. Hırsımız, sabırsızlığımız, bencilliğimiz. Önce bu yüzden küçülüyor, sonra da Dünya'yı çok büyük görüyoruz…”,

“Ey Oğul!

Beğsin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana… Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana… Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana… Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana... Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.”

“Ey Oğul!

Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.”

Metin Erol, Tarık Buğra’ya minnet duyarak yazdı

YORUM EKLE
YORUMLAR
ayşenur
ayşenur - 7 yıl Önce

Kendini bulmuş veya bulmaya çalışan yazarlar daha doğrusu insanlar, bizimde kendimizi bulmamıza vesile olur bazen..Allah rahmet eylesin.