Klasik edebiyatımızda siyasetname ve nasihatnamelerin vazgeçilmez bir yeri vardır. Siyasetname, devlet adamlarına, yöneticilere siyasetle ilgili bilgi vermek, devlet yönetirken gözetilmesi gereken kurallara ilişkin tavsiyelerde bulunmak amacıyla yazılmış kitaplara denir. Nasihatnameler ise toplumu eğitmek, ahlaklı fertler yetiştirmek, devletin birliğini ve düzenini sağlamak amacıyla yazılan öğüt verici kitaplardır. Siyasetname ve nasihatnameler her ne kadar yüzlerce yıl öncesinde yazılmış olsalar da her daim güncelliklerini muhafaza ederler. İnsani değerleri gündemlerine aldıkları için her zaman söyleyecek, dikkatleri kendilerine yoğunlaştıracak içerikleri var.
Türk kültür ve edebiyatının zirvelerinden Ali Şir Nevai’ye ait ‘Mahbûbu’l Kulûb’ (Gönüllerin Sevgilisi) siyasetname/nasihatname türü bir kitap. On beşinci yüzyılda yaşamış olan Nevai, ilim adamlığının, şairliğinin yanında önemli bir devlet adamıdır da. Timur Devleti hükümdarlarından Hüseyin Baykara ile beraber büyümüş ve eğitim görmüştür. Baykara’nın devlet yönetimindeki en etkili kişilerden biri olmuş. Nazım ve nesirde de en önde gelen simalardan. Orta Asya Türk dili ve edebiyatı gelişimini ona borçlu. Hem Türkçe hem Farsça divan sahibi. Bütün nam ve şöhretinin aksine bir derviş hayatı yaşamış.
Varlığa bütüncül bakıyor
‘Mahbûbu’l Kulûb’ Çağatayca Türkçesi’yle yazılmış. Üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümde en üstteki yöneticiden en alttakine kadar devleti yönetenlerin ne gibi vasıflara sahip olması gerektiği söylenmiş. Nevai uzun yıllar devlet kademelerinde görev almış biri. Hüseyin Baykara onu önce nişancı olarak görevlendiriyor, daha sonra vezir oluyor. Bu nedenle düşüncelerini dikkatle değerlendirmek gerekiyor. İkinci bölüm hayatımızda önem arzeden konulara ayrılmış. Üçüncü bölümde ise kulağımıza küpe etmemiz gereken tembihler var. Yüz yirmi yedi birbirinden önemli tembih.
Ali Şir Nevai, edebi yeteneğini, devlet tecrübesini, içine dâhil olduğu terbiye sistemini, tarikat yolunda edindiği tecrübeleri bir araya getirerek bizlere sunuyor. Tespitleri, önerileri bugün bile geçerliliğini koruyor. Kitaptaki konulara genel olarak baktığımızda bugünkü modern bilimin ayırdığı, ayrı ayrı ele aldığı birçok nokta burada birbirinden ayrıştırılmaksızın ele alınıyor. Bütüncül bir bakış açısı, varlığın parçalanmamışlığı söz konusu. Modern bilim ise insanı kategorize ediyor, onun hayatını parçalayarak ele alıyor. Ali Şir Nevai ise asla böyle bir yöntemi tercih etmemiş. Onun için söyledikleri, üzerinden ne kadar çok zaman geçse de güncelliğini koruyor.
İnsanın kendini büyük görmesi, kibri, azameti karşısında Allah’ın mülk ve azametinden bahsederek aslında insanın bu büyüklük taslamasının ne kadar boş ve gereksiz olduğunu gösteriyor. Makam arzusunun aslında bizim en büyük rahatsızlığımız ve mutsuzluğumuz olduğunu tespit ederek nefsimize hoş gelen her şeyi yaptığımızda aslında huzurlu olamayacağımızı, her şeye sahip olma tutkumuzun bizi ele geçirmemesi için Hak Teala’nın ululuk ve yüceliğini aklımızdan çıkarmamız gerektiğini nasihat ediyor. ‘Mahbûbu’l Kulûb’, benlik iddiasında zirvelerde olan, her şeyi bildiğini zanneden, aslında derin bir gaflet uykusunda olan insanın yüzüne bütün hakikatleri tokat gibi çarpıyor.
Ali Şir Nevai kimleri hayırla yâd etmiş?
Büyüklenmenin, övünmenin ve övülmenin, burundan kıl aldırmamanın çok da insani ve ahlaki özellikler olmadığını sürekli vurgulayan Ali Şir Nevai, çok önemli bir ilim adamı ve şair olmasına rağmen tevazuu, engin gönüllüğü kendi hayatında bizzat yaşıyor. Kitapta kendisinin istifade ettiği, şiiri öğrendiği, düşüncelerinin gelişmesinde rolleri olan öncü şahsiyetleri büyük bir saygı ve hürmetle anıyor. Hepsini hayırla yâd ediyor. Feridüddin-i Attar için “Farsça esrar cevherleri dizmiş”, Mevlana için “bilgi denizine dalıp manevi mesnevi söylemiş” diyor. Sadi-i Şirazi’ye anlam ehlinin nükteler uçuran kişisi, Emir Hüsrev Dehlevi’ye aşk ehlinin sadık âşığı ve tertemiz yaşayanı diyor. Sonra Kemal Isfahani, Hakan-i Şirvani, Hoca Kirmani, Enveri, Zahir, Abdulvasi, Nasır-ı Buhari, Hace Kemal… gibi büyükleri anıyor. Evet, kıskanmadan, nefret etmeden, yok saymadan üzerinde etkisi olan ve olmayan bütün büyük ilim ve edebiyat adamlarını dile getirmiş. Günümüzde edebiyatın, sanatın, düşüncenin klikleştiği ve bir kliğin başka kliği tanımadığı ve herkesin “ben en iyiyim” dediği bugünlerde Nevai’nin bu yönünü bir kez daha düşünmek gerekir.
‘Mahbûbu’l Kulûb’, bir ahlak kitabı olmasının yanında yüksek derecede edebi zevki de barındırıyor. İçinde insanı maddi ve manevi yönden rahatlatacak birçok öğüt var. Bu kitap hem edip hem devlet adamı hem de tasavvuf ehli Ali Şir Nevai’nin son eseri. Bu yönüyle de dikkat çekici.
Kitabı Çağatayca aslından günümüz Türkçesine çeviren Prof. Dr. Vahit Türk’e ve yayıncı Ötüken Neşriyat’a teşekkür ediyoruz.
Riyakar şeyhin hırkası, ayıplarının örtücüsüdür
Yazımızı bitirirken kitaptan birkaç alıntı yapalım:
“Riyakar şeyh, süslü süslü salınan yüzü altınla kaplanmış bakıra benzer, dışı güzel görünür, ancak içi berbattır. Görünüşü dervişçe, ancak içi baştan sona hainlik doludur. Serbestliği bütünüyle bağımlılık, kerametleri tamamıyla dolandırıcılıktır. Sarığı önderlik yükü taşır, ancak sarığının her tüyü kadar zihninde fesat düşünceler vardır. Hırkası ayıplarının örtücüsüdür, bu örtünün her bir teli riya çemberi çevirmektedir.”
“Aşk, parlak bir yıldıza benzer, insanlığın gözünün ışığı ve parlaklığı ondandır. Aşk, parlak bir mücevher gibidir, insanlık tacının süsü ve bezeğidir ve değerli olması ondan dolayıdır. Aşk, güneş gibidir, hüzünlü gönüllerin dikenli bahçesi onunla gül bahçesine döner. Aşk, ay gibidir, parlaklığıyla kararmış gönüllerin karanlığını aydınlatır.”
“Kendini beğenme, akılsızlık göstergesi; kendini övme, güzel görünme isteği, nazlı davranma çabası, şaşkınlık belirtisidir. Kibirli olma, melunluk işareti; şehvet düşkünü nefsin emrine girme, putperest gibi kendine tapınmadır. Nefsi bütün bu belalardan yokluk düşüncesi kurtarır ve bütün bu tehlikelerden kurtuluşa o düşünce yönlendirir.”
Ali Şir Nevai, Mahbûbu’l Kulûb, Ötüken Neşriyat.
Muaz Ergü