Ahmet Edip ile nasıl akrabalık?
Şair Ahmet Edip Başaran’ ın şiir kitabı Oyunbozan Profil Yayıncılıktan mayıs ayında çıkmıştı. Neden bu kadar gecikti bu kitap? Türkiye'de şiire yayıncının nasıl baktığını biliyoruz.
Ahmet Edip, Kütahyalı, edebiyat öğretmeni ve bir mavi gözlü serçenin babası aynı zamanda. Benimse akrabam. Öyle kan bağı gibi kanıtlanabilir bir şey sanmayın. Akrabalık kurbiyyetten yakınlıktan gelir. Bu onun da ötesinde ruh kardeşliği denebilir belki. Öyle ki aynı duyguları farklı şiirlerde yazıyoruz hayretle.
Oyunbozana gelelim, yükte hafif ruhta ağır bir şiir kitabı bu. Öncelikle Fethi Gemuhluoğlu bize selam ediyor başlangıçta. “Kutsal emanet merhabadır” diyor. Merhaba diyoruz. Merhaba da merhametten gelir, benden sana zarar gelmez demek olur. Ben Fethi Gemuhluoğlu’nu bu girişteki selamıyla tanıdım. Daha önce hiç duymadın mı diyenlere, duymadım derim. Belki benim suçum belki de nasibim bugüneymiş. Geç duydum ama güç duymadım şükür.
Birlik ve bütünlük hakim
Kitapta özenle seçilmiş yirmi altı şiir kendine yer bulmuş. Hepsi de yerinden memnun anlaşılan. Çok uyumlu birbirinin ardını kollayan erkek kardeşler gibiler.
Kitabın sonunda da bizi harekete çağırıyor şair, oturma diyor ama kendine şahit de bulmuş. “Kalk ve işe yarar bir şey yap” (Ezra Paund)
Şiir okumak bir duruştur her zaman ve şiir okuyan insanın söyleyecek ve susacak sözleri vardır. Yeri ve zamanı vardır hep bu eylemlerinin. Şiir okumak tarif edilemez, kalıplaştırılamaz bir sanatsal eylemse ve şiir yazmak da bunun en acı yanıysa bu şiirleri okumak lazım gelir.
Şiirlerin başlıklarına baktığımızda her birinin bir öyküsü olduğunu seziyoruz. Öyle uydurulmuş değil de biraz uykusuzluk, biraz sigara, biraz keder, yalnızlık barındırdığını hemen belli ediyor.
Şiirleri tek tek ele alıp yorum yapmak ve anlamlandırmaya çalışmak hem haddime düşmez hem de zaten bundan hazzetmem. Şiir konusunda Ahmet Haşim’e tamamen katılmakla birlikte, yorumlamayı, anlamlandırmayı zaten geçtim de hissetmeyi okura bırakmanın özgür iradeye daha saygılı olacağını düşünüyorum. Zaten bu şiirler şairin ruhunun menbaından akıp geldiyse ve bedene büründüyse onu asıl sahibine bırakmak ve beklemek en iyisi.
Benim şiirlerden neler hissettiğime gelince; Ahmet Edip şiirlerinde ben bu dünyaya ait değilim, benim dünyamı neden bu hale getirdiniz yahut getirdik diye soruyor hep. Ne oldu bize? Dünyada neler oluyor? Niçin sığamıyoruz, ölümsüzlüğü birileri eline geçirdi de kaybetmek mi istemiyor?
Bazı parçalar öyle tesirli oluyor ki insanın üzerinde, titre ve kendine gel, kalk bir şeyler yap diyor insan kendi kendine.
“oyun bitince ağzımızda kekre bir tat, ey aldanış;
Burada herkes kendine açılmış kocaman bir yara”
Başlıkların tamamı büyük harfle yazılmış ama şiirlerin tamamı küçük harflerle yazılmış. Şairin benlik kaygısı taşımadığı “ben”i aştığı çok meydanda. Zaten onu tanıyanlar bilir ki eğer dünyada mütevazi diye tanımlayabileceğinizi birini arıyorsanız o hiç şüpheniz olmadan Ahmet Edip olabilir.
Konuşması bile mütevazidir. Tanzimat döneminden kalma izlenimi veren zübbe, tuhaf kültür çarpığı şairimsiler gibi değildir üslubu, konuşması. Neyse o!
İşte şiirlerine de bu içtenlik bu kendilik hakim. Dil ve söyleyiş çok sağlam gergefle işlenmiş gibi ve de kelimeler yakışmış birbirine. Hepsi bir fidanın güller açan dalları gibiler.
Hep kendiyle uğraşmış Ahmet Edip. Şiirlerindeki içtenlik de bundan geliyor sanıyorum. Kendinden geleni kendi gibi anlatmış başka şahıs ekleri de fazla yer edinmemiş o yüzden. Bundan daha doğal ne olabilir ki?
“biz yenildik ve kalkıyoruz dişimizi kıran bu ağır sofradan”
Şair şiirlerinin sonuna hep altın vuruşlar saklamış yukarıdaki mısra da Kız Meselesi şiirinin altın vuruşu. Öyle ki kendine getirip silkeliyor insanı.
Buruk bir kalp tadı bırakıyor bu şiirler insanın dimağında. Bu kadar mı hüzünlü şair, günlerden bu kadar mı dertli bilinmez ama bir duruşun temsilini iyi yaptığını her harfiyle gösteriyor.
“ey kalbimi dolduran ecza beni benden boşalt”
mısraı ise işte budur dedirtiyor bana. Bana beni anlatmış diyorum ama bana aslında kendini anlatıyor. Çarpılıyorum. Bir kitabın dünyasında nasıl kayıp olunur, nasıl boyut değiştirilir görüyorum. Kitap okumak deyinde oturduğun yerden çıkıp bazen uçarak, bazen koşarak bazen yüzerek başka bir dünyaya gitmeyi anlıyorum ben. Eğer bir kitap beni oturduğum yerden kaldıramadıysa ya bende ya da onda bir sorun olduğu kesindir. Mürekkeple yazarın ruhunu akıttığını inanırım ben kitaba. O kitap kokusu o üsluptur kitabın değerini belirleyen. Yazarken kendisi özenmediyse okurken benden ne özenmemi isteyebilir ki!
Bütün bunlardan neden bahsediyorum, ona gelecek olursak ben bu kitabı okuduğumda bazen bir köyde yıldızlara bakıyordum, bazen İstanbul’da Kız Kulesi’ni seyrediyordum bazen de hüzünleniyordum bir aşkın peşinde. Bir solukta okudum ama o solukta mucizevi şekilde yolculuklar yaptım.
Teşekkürler Ahmet Edip, şiir yazdığın için, sen olduğun ve bunu koruduğun için, içtenliğin için…
Müzeyyen Çelik işaret etti