"Tıp fakültesine gitmeden ilk yardım bilgisi öğrenebileceğiniz gibi psikoloji okumadan da birinin kalp acısını dindirebilirsiniz..."
Tülay Kök, "Psikolojik İlk Yardım" ismini verdiği kitabının acıya, üzüntüye ve kaygıya omuz verme kılavuzu olacağını söylüyor. Toplum olarak mutlulukları paylaşmak çok kolaydır bizde, gayret istemez, neşeyle akıştadır insan. Fakat konu acıya omuz vermeye gelince sınıfta kalıyoruz; dilimiz, eylemlerimiz ve tavrımızla... Kötü gün yaşayan, hastalıkla cedelleşen, kayıplar yaşayan yakınlarımıza pek çok kez destek olalım derken kösteği gösteriyoruz. “İnsanın acısını yine insan alır” diye söylüyoruz ama acıya acı katma ihtimalimiz de çok yüksek böyle zamanlarda. “Peki ne yapılır, acıya ortak olma pratikleri nelerdir?” diye soranlar için yazar bu alandaki boşluğu görmüş ve "Sakin olun, acıyı göğüsleyenin yarasına merhem olmak çok da zor değil" dercesine bu kitabı yazmış.
Her ilk yardım hep iyi niyetle başlar
İlkyardım sürecinin başında herkes iyi niyetle işe girişir. Kaza yapmış arabadaki sürücüye tıbbî ilk yardım yapmak isteyen kişi o yaralıya bir an önce müdahale edip hastaneye yetiştirmek, olası bir patlamadan sürücüyü kurtarmak isteyebilir. Bunu ilk yardım teknikleriyle yapmayan üstelik hatasını "ama ben senin iyiliğin için yapıyorum" bahanesine sığınarak açıklayabilir mi? İşte böyle de kayıplar yaşamış, üzülmüş, kaygılanmış insanlara yakınları tarafından söylenen sözler, yapılan açıklamalar, verilen nasihatler de tıpkı yanlış müdahaleye maruz kalan sürücüdeki gibi etki bırakabilir hassas kalplerde. Peki iyi niyet her şey midir? Hayır. Tıbbî ilk yardımdaki incelikler/öncelikler ne kadar önemliyse psikolojik ilk yardımda da o denli önemli.
Peki nedir psikolojik ilk yardım?
Yaşanan üzüntülerin, acının, kaygının açtığı yaranın diğerleri tarafından görülmesi ve hissedilmesi sürecidir ve ilk yardımın birinci aşamasıdır bu. Çünkü kalbi yaralanan kimse yaramla ilgilenilsin istemez, açıklamalar yapılsın, bana acısınlar, "Bunda bu kadar üzülecek ne var?" diye yorum yapsınlar, "Geçer, bu kadar üzülme" diye akıl versinler istemez. Çünkü evet insanın başına gelen "Her şeyde bir hayır" var ama kaç yaralı bu hayrı görebilecek pozisyondadır ki yarası tazecikken? Bu sebeple neyi, nerede, nasıl söyleyeceğimiz çok önemli. "Yas tutan dostlarınızın acısını paylaşmak insanlık görevidir, 'yeter artık kapat bu konuyu, çok üzülüyorsun, hasta olmandan korkuyorum.' diyerek anlatmasına engel olmayın."
Dışarı sızmayan acı, içeriyi daha çok acıtır!
İnsanlar yas süreci yaşadıklarında, yakınlarının eli ayağı birbirine dolanır. Ne söylenir, nasıl teselli edilir, n'aparsam keyfi yerine gelir diye sorularına cevap ararlar zihinlerinde. Halbuki yapılacaklar çok basittir aslında. Tülay Kök, dostlarınızın acısını paylaşmak insanlık görevidir diyor ve acının nasıl paylaşılacağı konusunda da şunları söylüyor: "Onu dinleyin, gözyaşlarını silin, bir mendil uzatın, su verin, elini tutun, şefkatle başını okşayın." Acıyı çeken insana samimiyetle yaklaşmak, yargılamadan, sorgulamadan, yorum yapmadan sadece orada olmak, yanında olduğunu hissettirmek yapılacak en temel şey. Acı zehirdir diyor yazar; belki ağlayarak, anlatarak, belki haykırarak vücuttan mutlaka atılması gerekir. Acıyı bir sıvıya benzeterek onun süreç içinde nasıl bir hâl aldığını da güzel bir örnekle açıklıyor; "Bir kayıp yaşadığınızda, sevdiğiniz biri öldüğünde acınızı önce sıvıya benzetebilirsiniz. Sıvının insan bedeninden ya da herhangi bir yerden çıkması çok kolaydır. Küçük bir çatlaktan bile sızıp bulunduğu yeri terk edebilir bütün sıvılar. O yüzden acılı bir haber ulaştıktan sonra hiç durmadan ağlarsınız. Ama sizin çektiğiniz acıdan rahatsız olan ve bu acıyı güya sizin iyiliğiniz için bastırmaya çalışan insanlar vardır. "Kendini helak ettin yeter artık, üzülme bu kadar, bak çocuklar da etkileniyor seni gördükçe" diyebilir bu yüzden acınızı yaşarken kendinizi suçlu bile hissedebilirsiniz." Oysa acı enerjisi vücudunuzu bir şekilde terk etmek zorundadır. Tutulmamış yas ya da tutulmaya zamanında başlanmamış yas pek çok psikolojik sorunun ve travma sonrası stres bozukluğunun da sebebidir. Türlü sebeplerle başlamayan yas süreciyle acının kıvamı yavaş yavaş koyulaşır ve pelte kıvamını alır, bu hâliyle de biraz çabayla vücuttan atılabilir, hala şansınız vardır. Ama acınızı yaşamaz, yas sürecinizi başlatamaz ve tamamlayamazsanız acı tamamen katı bir hâl alır, donar ve bu enerji kanallarınızda blokaj olarak yerini alır." Bu süreçten sonrası psikologların ve hekimlerin desteğini gerektiriyor. Toplum olarak yas sürecini yaşayan insanları gördüğümüz ilk aşamada mutlaka psikolojik destek almalarını tavsiye eden bir yanılgı içindeyiz. Halbuki ölüm de insan için, ayrılık da... Acıdan korunmak, mezarlıklardan uzak durmak, ilaçlarla uyuşmak problemli bir süreç yazara göre. Çünkü "ölüm doğal olarak acı bir yaşantıdır ve her insanın içinde bu acıya katlanabilecek güç vardır."
Damdan düşenin hâlini anlamak için ille de damdan düşmek gerekmez ki...
Kitapta "hastalığı sebebiyle acı çeken insana ilk yardımda bulunmak" bahsine genişçe yer verilmiş, bunun bir sebebi, yazar da bir kemoterapi süreci atlattığı için eğrisiyle doğrusuyla süreci aktarmak istemiş zannediyorum. Faydalı geçmiş olsun ziyaretine dair de güzel bilgiler/incelikler yer alıyor, “Cenazesi olan insana nasıl yardım ederim, korkmuş insanın elinden nasıl tutarım?” gibi pek çok konu başlığı var. Tülay Kök tüm bu meseleleri anlatırken hem acının sahibi hem de acıya omuz veren kişinin gözüyle anlatıyor. Kitap öyle güzel derlenip toparlanmış ki damdan düşenin hâlini anlamak için ille de damdan düşmeniz gerekmiyor, empatiyi okuyucularına güzellikle kazandırıyor.
Empati, iletişim becerisi, etkin dinleme, anda olma meseleleriyle ilgili kitapta çarpıcı örnekler var, bu meselelerin sadece psikolojik ilk yardım bahsinde değil hayatın her alanında elzem bilgiler olduğunu unutmamak gerek...
Gül Hanım Görsoy Tuna