Acı'nın, Destan'ın, Diriliş'in Adı: Çanakkale

‘Çanakkale & Acı, Destan, Diriliş…’ kitabıyla Faruk Sanal, o büyük savaşı bize yeniden hatırlatıyor. Çanakkale’de verdiğimiz ölüm kalım mücadelesinin ne anlama geldiğini anlatıyor. Birçok hatayı, yanlışı tashih etme gayret ve cesaretini de gösteriyor. Muaz Ergü yazdı.

Acı'nın, Destan'ın, Diriliş'in Adı: Çanakkale

Yenilgilerinin de zaferlerinin de muhteşem olduğu bir büyük milletiz. Acılarımız da çok sevinçlerimizde… Türkülerimiz ne kadar coşkunsa ağıtlarımız da o kadar yürek dağlayıcı… Ölüme ne denli cesur yürürse yiğitlerimiz o denli hayat fışkırır akan kanlarından… Tarihin alnı akıtmalı atı bizim zaferlerimize ve yenilgilerimize göre yol alır aslında. Bizim zaferlerimiz ve yenilgilerimizle…

Çanakkale Zaferi de işte bu büyük zaferlerimizden biri. Acının, destanın, dirilişin muhteşem ufku… Dünyada eşi benzeri olmayan bir boğaz harbi ve dünyanın en kesif, en güçlü ordusunu mağlup ettiğimiz harp. İmanın, adanmışlığın, vatan sevgisinin, namusun harbi… Güce, şımarıklığa, küstahlığa, küresel vahşete attığımız okkalı şamar. İstanbul’da, Anadolu topraklarında varlığımızı perçinlediğimiz, buraları kolay kolay bırakmayacağımızın bedihi göstergesi. Yıllardır Batılıların hasta adam olarak gördükleri ve son nefesini vermesi için bekledikleri Osmanlının öyle kolay yok edilemeyeceğinin bütün insanlığa ilanı. Emsalsiz direniş ve beka azmi… İzzetin, imanın ve cesaretin anıtlaştığı bir savaş… Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarının büyük çoğunluğu işgal edilmiş olsa bile Trakya ve Anadolu’nun bir karış toprağının kimseye verilmeyeceğinin ilanı. Çanakkale Zaferi yurdumuzun tapu senedidir aslında. Balkan yenilgimizin, tarihteki bir utanç sayfamızın silinmesidir Çanakkale Zaferi. “Yenilgi yenilgi büyüyen zafer”imiz… Çanakkale Zaferi Balkan Savaşlarındaki acemiliklerimizin, hatalarımızın tekrar edilmemesi anlamına da gelir.

Zihinlerdeki Çanakkale Harbi tasavvuru ve gerçek Çanakkale Harbi

“Çanakkale & Acı, Destan, Diriliş…” kitabıyla Faruk Sanal, o büyük savaşı bize yeniden hatırlatıyor. Çanakkale’de verdiğimiz ölüm kalım mücadelesinin ne anlama geldiğini anlatıyor. Hatırlatmak ve anlatmakla da kalmıyor. Birçok hatayı, yanlışı tashih etme gayret ve cesaretini de gösteriyor. Yalan-yanlış bilgilerle harmanlaşmış birçok efsaneye gerçeğin, belgelerin gözüyle bakıyor. Çanakkale’de büyük bir zafer kazandık ama kimi çevrelerin olayı kazanç kapısı haline getirmeleri, kimi çevrelerin siyasi/ideolojik kaygılarla başka yönlere çekmeleri, kimi çevrelerin de cehaletleri nedeniyle olan biteni yanlış anlamaları nedeniyle tarihi hakikatlerden ve kendi gerçeğinden uzak bir Çanakkale algısı oluşturuldu. Zihinlerde var olan Çanakkale Harbi tasavvuruyla gerçek Çanakkale Harbi arasında kapanmayacak bir mesafe meydana geldi.

İşte bu saiklerden hareketle Çanakkale kitabını, akademik ayrıntılara boğmadan, herkesin anlayabileceği bir yalınlıkta hazırlamış yazar. Okuru sıkabilecek teferruatlardan mümkün olduğunca kaçılmış. Mühim görülen konu başlıkları kısa tutulmuş. Kitap bu yönüyle herkesin faydalanabileceği bir kaynak olarak görülebilir. Kitap üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde Çanakkale’nin daha iyi anlaşılabilmesi için Birinci Dünya Savaşı’nın çıkışı ve savaşa nasıl girdiğimiz konusu işleniyor. İkinci bölümde Çanakkale Muharebeleri var. Üçüncü bölümde ise cephe ve cephe gerisindeki diğer faaliyetler konusu ele alınmış.

İttihadçıları Alman hayranlığıyla suçlamak adil mi?

Birinci Dünya Savaşı aynı zamanda bir paylaşım savaşıdır da. Osmanlı bu döneme gücünü büyük oranda yitirmiş olarak girdi. İngiltere, Fransa, Rusya gibi devletler Osmanlı’yı tarih sahnesinden silerek tasfiye etmek istiyorlardı. “Şark Meselesi” Osmanlı’nın paylaşılma meselesiydi aslında. Osmanlı’yı hiçbir devlet diğerine bırakmak istemiyordu. Kurtlar sofrasının en iştahlı yemeğiydi Osmanlı. Avrupa Devletleri arasındaki rekabetten uzun yıllar faydalanan Osmanlı ayakta kalabilmişti. Mali ve askeri yapısı bozulan ve bir türlü toparlanamayan imparatorluk son demlerindeydi. Özellikle Balkan Savaşlarında eskiden birer vilayeti olan Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan gibi azınlık ordularına yenilmek derin yaralar açmıştı. Osmanlı ileri gelenlerinin, İttihat ve Terakki’nin en büyük endişesi İngiltere ve Rusya’nın ittifak kurmasıydı. Savaşın Osmanlı’ya sıçrayacağını hatta savaşın en büyük amilinin kendi topraklarını paylaşmak olduğunu biliyorlardı. Artık güçler arasındaki denge politikası da işe yaramıyordu. Çünkü aralarında denge kurduğumuz güçler artık birbirleriyle ittifak halindeydiler.

Faruk Sanal, kitabın bu bölümünde Osmanlı’nın ittifak arayışlarından bahsediyor. İngiltere, Fransa ve Rusya ile ittifak kurabilmek için birçok girişimde bulunulduğunu ve bu girişimlerin akim kaldığını söylüyor. İngilizler toprak bütünlüğümüzü sözde garanti ediyor ama bağlayıcı hiçbir yazılı taahhüt verilmiyordu. İngilizler Ruslarla müttefik olmuşlar ve Rusya’nın menfaatlerini zedeleyecek bir konumu kabul etmiyorlardı. Almanya’ya karşı kurulan ittifakta Ruslar Türklerden daha değerli görülüyordu. Yazarın da belirttiği gibi Almanlarla uzlaşmak ve müttefik olmak dışında seçenek kalmıyordu. Yani Enver Paşa’nın Alman hayranlığı değildi bizi ittifaka zorlayan; aksine tek seçenekti Almanlarla ittifak kurmak. Bu konuda genel kabulün aksine Almanlarla ittifak kurmak için istekli olan Almanlar değil bizdik. Başlarda Almanya bu ittifaka olumsuz yaklaşıyor. Mecburiyetten dolayı Almanlarla ittifak kuruluyor. Burada Faruk Bey İngilizlerle olan münasebetlerimizin olumsuzluğuna bir örnek veriyor. Henüz savaş başlamadan önce Osmanlı İmparatorluğu İngiltere’ye iki savaş gemisi yapması için para gönderiyor. İngiliz Hükümeti parasını ödediğimiz iki gemiye el koyuyor ve bize vermiyor. Bu şartlarda ittihadçıları Alman hayranlığıyla suçlamak adil olmasa gerek.

Muharebede öne çıkan isimler

Gelelim Çanakkale Muharebelerine. Donanma, silah, asker gücüne güvenerek Çanakkale Boğazını ele geçireceğini zanneden ittifak Devletleri, önce denizden saldırılarla işe başladılar. Belli bir süre devam eden bu saldırı sonunda başarılı olamayacaklarını anladıklarında kara savaşına karar verdiler. Burada hem teçhizat hem de asker sayısı bakımından İngiliz, Fransız, İtalyan güçleri bizim güçlerimizden hayli hayli fazlaydı. Türkün imanı ve adanmışlığı her türlü zorluğu yok etmiş ve sonuçta büyük bir zafer kazanılmıştı. Faruk Sanal burada da başka yerlerde pek rastlanmayacak mevzulara değiniyor. Düşmana taşla saldıran Bigalı Mehmet Çavuş bunlardan biri. Tüfeğinin namlusu parçalanana kadar direniyor. Daha sonra düşmana yanındaki taşlarla saldırıyor. Kurmay Binbaşı Selahaddin Adil Bey, 18 Mart’taki boğaz müdafaasını yönetiyor. Ayrıca Çanakkale Cephesi’ni ziyaret için Suriye, Filistin ve Lübnan’dan gelen ulema, eşraf ve gazetecilerden oluşan Arap İlmi Heyeti var. Bu heyete rehberlik eden Üryanizade Ali Vahid Efendi’nin de bir hatıratı var.

Ayrıca bu savaşta Mustafa Kemal ismi de ön plana çıkıyor. Savaşın en başından sonuna kadar planlayıcı ve uygulayıcısı Başkomutan Vekili Enver Paşa… Şimdilerde Enver Paşa adına pek rastlayamıyoruz. Çanakkale ve Mustafa Kemal adı birlikte anılıyor. Mustafa Kemal’i orada görevlendiren Enver Paşa. Türkiye Cumhuriyetini oluşturan resmi ideoloji Enver Paşa’yı dışlayarak Mustafa Kemal’i tek adam haline getiriyor. Ayrıca son dönem bütün yenilgilerimiz abartılarak Enver Paşa’ya fatura ediliyor. Sarıkamış Faciası mesela… Ayrıca Çanakkale Cephesinde çok iyi yetişmiş aydın ve genç kurmaylarımız kaybedildi.

42. Piyade Alayı’nın müftüsü kumandayı ele alarak askeri hücuma kaldırmış

Cephe ve cephe gerisindeki diğer faaliyetler bölümünde de çok önemli ayrıntılar var. Yazar burada da çok fazla yanlış bilinen şeyler olduğundan bahsediyor. Sanılanın aksine seferberlik uygulaması ve ilanı, subay ve er ihtiyacının karşılanması, lojistik, askerin giyim/kuşamı ve silahı noktasında çok fazla sıkıntının yaşanmadığını, organizenin çok iyi olduğunu söylüyor. Balkan savaşlarındaki yanlışların burada tekrarlanmadığı belirtiliyor. Hatta Enver Paşa yazarlardan, ressamlardan, gazetecilerden oluşan bir Edebiyat Heyeti teşekkül ettirip cepheye gönderiyor ve savaşı yerinde gözlemlemelerini istiyor. Bu heyette yer alan Hamdullah Suphi Tanrıöver hatıralarında şöyle yazıyor: “Bugünkü ordumuzun Balkan Savaşı’nda olduğu gibi, neden aç kalmadığını bize gösteren mesut tesadüflerden biri, taburlar için sıcak yemek hazırlayan seyyar bir mutfak görmek oldu. Karapınar civarında ateş yakılmış, kazanlar kaynıyor, arkada uzun kafilelerini seyrettiğimiz askerler için yiyecek hazırlıyorlardı.” Faruk Bey Çanakkale Cephesinde askerlerimizin hiçbir zaman aç kalmadıklarını, yiyecekle ilgili şikâyetlerin, pişirilen yemeklerin zamanında gelmemesi, soğuk olması noktasında olduğunu belirtiyor.

Çanakkale Cephesi’nde askerin maneviyatını yüksek tutmak maksadıyla müftüler ve imamlar görevlendiriliyor. Müftüler ve Tabur İmamları… Bunların öncelikli vazifeleri askerlere ihtiyaçları olan dini eğitimi vermek, ordunun maneviyatını yüksek tutacak telkinlerde bulunmak ve askerin cesaretini arttırarak gayrete getirmek… İmamların doğrudan savaşmak gibi bir vazifeleri olmasa da savaşın şiddetlendiği anlarda ellerine silah alıp vuruşmaktan geri durmuyorlar. Kerevizdere’de görev yapan 42. Piyade Alayı’nın müftüsü, çarpışmaların şiddetlendiği ve subayların şehit olduğu bir anda kumandayı ele alarak askeri hücuma kaldırıyor ve düşmana geçit vermiyor.

Çanakkale Muharebesi hem bizim açımızdan hem de müttefikler açısından dünya siyasi tarihini değiştirecek ölçüde önemli bir muharebe. Çanakkale dolayısıyla Dünya Savaşı iki yıl daha uzuyor. Çarlık Rusyası’nda rejim değişikliği… İngiltere ve Fransa mali açıdan hayli yıpranıyor. Çanakkale Muharebesinde Milli Mücadele’yi idare edecek genç ve yetenekli subaylar tarih sahnesine çıkıyor. Bu denli önemli bir tarih dilimini bize yeniden hatırlatan kitabın yazarı Faruk Sanal Bey’e ve kitabı yayınlayan Cedit Neşriyat’a teşekkürler.

Çanakkale Muharebesi’nin şehitlerine, gazilerine, asker ve sivil vatan evlatlarının hepsine sonsuz rahmet ve mağfiret diliyoruz. Muazzez ruhları şad olsun…

Muaz Ergü

YORUM EKLE