Abdurrahman Arslan, Türkiye’deki ender entelektüellerden biri. Hatta başta gelenlerinden… O sadece entelektüel değil, aynı zamanda kadim İslam bilgelerinin de son temsilcilerinden… Abdurrahman Arslan’a Türkiye’de hemen hemen tüm Müslümanlar saygı duyar, onu meclislerine davet ederler. Fakat söylediklerini tutmaları konusunda ise maalesef aynı kitlesellik söz konusu değildir. Bundaki başat etken üstadın söylediklerinin, çözüm olarak sunduklarının ağır bedellerini göze alamayıştır hiç kuşkusuz. Bunca dinlenmişliğine rağmen hala aynı sorunlar ve aynı soruların mevcut oluşu bundan kaynaklanıyor. Fakat her şeye rağmen o hala söyleyeceklerini söylemeye, Müslümanları bedeli ağır da olsa modern-postmodern dünyayla hesaplaşmaya çağırıyor.
Modern Dünyada Müslümanlar’ın devamı
Van’da yayın hayatına devam eden Bilge Adamlar dergisi ve yayınevi, doğuda entelektüel faaliyetin mümkün olduğunu gayet iyi işler yaparak ispat ediyor. Abdurrahman Arslan’ın Modern Dünyada Müslümanlar kitabından sonra yayınlanan ikinci kitabına ev sahipliği yapıyor Bilge Adam: Yeni Bir Anlam Arayışı
İlk kitap gibi bu da farklı zamanlarda, farklı dergilerde yayınlanmış derinlikli makalelerden oluşuyor. Fakat bir farkla; çünkü Modern Dünyada Müslümanlar daha çok modernite bağlamındaki makalelerden müteşekkilken, bu kitap tartışma sahasına postmoderniteyi de almış bulunmakta. İşte bazı makalelerin başlıkları:
- Sivil Toplum ya da Devlet Karşısında Bir Özgürlük Alanının İmkanı,
- Yorumlanmış Bir Dünyada Müslümanca Düşünmenin İmkanı,
- Yoksulluk, Yardım, Müslümanlık,
- Küreselleşme: Kuşatma Altındaki Dünya,
- Aklın Kurnazlığı Karşısında ‘Teolojik İslam’ın Çıkmazı
- Demokrasi ya da Farklı Değil, Görece Bir Dünyaya Kapı Açmak, ve bunun gibi makaleler.
Postmodernite modernitenin yeniden inşasıdır
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında gündeme gelen ve modern paradigmanın sunduğu epistemolojide çok derin çatlaklar, çıkmazlar ortaya çıkaran modern bilginin teorik yapısında kırılmaya işaret eden yeni bir ‘durum’dan söz edilebilir. Bu durum yine adı geçen epistemolojik kültür dünyasının müntesipleri tarafından ‘postmodern’ olarak adlandırıldı.
Yaklaşık iki asırdır modern uygarlıkla mücadele içinde olan, düşünsel tavrını modern bilginin aldığı pozisyona göre alan Müslümanların sahip olduğu muhayyilenin, entelektüel faaliyetin de tartışılması gerektiğini vurguluyor Arslan. Müslüman entelektüel faaliyetin birbiriyle bağlantılı iki hususiyetini dile getiriyor: İlki Müslümanların modern paradigmanın tanımladığı kuvvet fikrini benimseyerek kendilerini de modern dünya gibi kuvvetli yapacak şeylerin derdine düşmeleri, ikincisi ise modern dünyayla karşılaşmadan günümüze kadar İslam’ı modern zihniyet dünyasının pozitivizm, ulusçuluk, ilerleme, kalkınma gibi kurucu değer ve kavramlarının öngördüğü bağlam içinde anlamaya ve yorumlamaya çalışmasıdır.
Fakat artık modern dünya bildiğimiz bir alanı temsil etmiyor. Kendisine ve kutsal kabullerine yapılan muhalefetin ve eleştirilerin neticesinde içine düştüğü krizi aşma çabasında. Lakin şunu unutmamak da gerekiyor: Dün modern olan paradigma bugün postmodern… Kilisenin başlattığı kurumsal kimliği modern bilim devralmış ondan da bayrağı şimdi postmodern felsefe devralmaktadır. Yani modernitenin kendini postmodernite olarak yeniden inşa ettiği söylenebilir.
Yardımların ifşası ve devlet eliyle yapılışı ölümdür
Kitapta birçok konuyla ilgili makaleler mevcut. Bunların en önemlilerinden biri de hiç şüphesiz yardım meselesi. Yoksulluk, Yardım, Müslümanlık başlıklı makalede hayatın devamı için hem kazanma hem de kazancın bir kısmını bir ‘görev’ olarak ihtiyaç içerisindeki yoksullara dağıtmak şeklinde tanımlandığını dile getiriyor. Diğer bir ifadeyle yoksullara yardım, kazancın tanımlanmış biçiminde içkin olarak bulunmaktadır.
İslam’a göre yardım salt acıma duygusundan kaynaklanan bir olay değildir. Zira bunun böyle olması yardımı yapacak insanın keyfi davranmasına neden olabilir ve yardım bir tercih olarak yapılmayabilir. Oysa İslam yoksullara yardımı bir acımadan öte bir görev ya da yoksulların hakkı olarak tavsif etmektedir.
Ayrıca tartıştığı bir diğer konu da yoksullara yapılan yardımların, yoksulların ifşa edilerek reklam malzemesi haline getirilmesi. Allah Rasulü’nün hadiste emrettiği şekliyle sağ elin verdiğini sol elin görmemesi ilkesince yapılması gerekiyor yardımların. Fakat maalesef yardım kurumlarımız bunun yardım miktarını düşüreceğinden dolayı buna pek yanaşmamakta.
Bununla birlikte yardım dağıtımında şahit olduğumuz niteliksel dönüşümlerden biri de, bu ad altında kurulan dernek ya da vakıfların sadece sermaye ve onun reklamının yapılmasıyla ilişkili değil; aynı zamanda devletin idari kurumlarıyla da koordineli bir şekilde çalışmayı tercih etmekte olmalarıdır. Abdurrahman Arslan bu noktada İslam’ın zekâtın dışındaki tüm yardım faaliyetlerini devletten bağımsız şekilde düzenlenmesini istediğini belirtiyor. Dolayısıyla Müslümana bir görev olarak verilen yardım, bütünüyle bu ilişkinin dışında olmak zorundadır. Arslan, tarihteki uygulamaların da hep bu yönde olduğunu belirtiyor.
Hasan Hanefi batının dününü bizim yarınımız kılma çabasında
Kitapta ayrıca uzun bir Hasan Hanefi eleştirisi de mevcut. Hasan Hanefi’nin 2002 baharında bir vesileyle İstanbul’a yaptığı seyahat sırasında Umran dergisi için kendisiyle bir söyleşi gerçekleştirilmişti. Bu söyleşide geçen tartışmalar üzerine Arslan da aynı derginin sonraki sayısında (Mayıs 2002) söyleşi üzerinden Hanefi ve benzeri birkaç entelektüelin arızalı düşünme biçimleri hakkında uzun uzadıya eleştiri, ki bu gerekiyordu, yazmıştı.
Genel olarak Hanefi’nin söylediği şu: Bizler sadece geçmişi tekrarlıyoruz. Biz geçmişi tekrarlarken batılılar gelişmenin baştan çıkarıcı nimetlerinden faydalanıyor. Peki biz neden onlar gibi gelişip (burada kastettiği progress) onlar gibi kuvvetli olamıyoruz?
Bu soruların cevabı olarak da İslam’ı yeniden okumak gerektiğini dile getiriyor, yeni bir metodla yeniden okumak. Oysa gözden kaçırdığı birkaç şey var: öncelikle geçmişin tekrarı dediği şey bir birikimin öğrenilip onun üzerine yenilerinin inşa edilmesidir. Batıda bugün Aristo’yu, Platon’u, Descartes’i ya da Kant’ı bırakıp biz yeniden düşünsel birikimimizi kendimiz oluşturalım dendiğinde insana gülerler. Kaldı ki bugün teoloji fakültelerinde öğretilen geçmişin sadece ‘tarih’i, yani kendi asliyeti ve usulü içerisinde herhangi bir İslam ekolü, genel olarak, mevcut değil. Hal böyleyken Hanefi’nin temelsiz soru(n)lara temelsiz cevaplar üretmesi de herhangi bir gerçekliğe tekabül etmiyor.
Hasan Hanefi gelişme/ilerleme derken aslında demek istediği modern uygarlığın geçtiği yoldan Müslümanların da geçmesi gerektiği yani Müslüman muhayyilenin modern paradigmayı taklit etmesidir. Yani kendi köklerini taklit etmeyi ya da onlardan beslenmeyi doğru bulmayan Hanefi, gayri İslamî olan bir metodla gayri İslamî olan bir toplumun taklidini Müslümanlardan istemekte. Oksidentalizm yaparak modern Batının dününü Müslümanların yarını yapma derdinde.
Yeni bir anlamla dünyayı kurmak gerek
Her kimliğin ideolojik bir boyut taşıdığını en bilge tarafıyla anlatan Abdurrahman Arslan, Müslüman kimliğini taşıyanların tutarlı birer Müslüman olmalarının yaşadığımız hayatın sosyal ilişkiler diyalektiğine çomak sokmakla sınanması gerektiği kanaatinde olduğunu söylüyor. Hem de görmek istemeyen gözlere Mesihî bir nefesle…
Dediği gibi modern zamanlarda insan yanlış tanımlanmış, toplum yanlış kurulmuş ve dünya yanlış yorumlanmıştır. Yapılmış bir yanlıştan hareket ederek doğrunun bulunamayacağı gibi, yanlış bir insan tanımıyla doğru bir hayat yaşamak da mümkün olamayacaktır. Bu yüzden insanı, toplumu ve dünyayı kendi asliyetlerine döndürmeden, Müslümanca bir düşünce ve hayat evreni inşa etmek imkânsızdır. Diğer bir ifadeyle; yirmi birinci yüzyılda İslamî düşüncenin entelektüel ufkunu ve başarısını bunları kendi asliyetlerine döndürme çabasının belirleyeceğini defaatle vurguluyor. Ve ekliyor: eğer bu kanaatimiz doğruluk payı taşıyorsa, işe tekrar insandan başlamamız kaçınılmaz görünmektedir.
Erdal Kurgan şiddetle tavsiye ediyor
Bu Erdal Kurgan arkadaşımız kimdir bilmiyorum ama güzel yazarlar, güzel konular bulup yazıyor.
Abdurrahman Arslan'a ve onu bir kez daha bize hatırlatan Erdal Kurgan'a selam olsun!..