21. yüzyıl toplumu artık bir disiplin toplumu değil, performans toplumudur

Byung-Chul Han’a göre artık disiplin toplumundan performans toplumuna geçilmiştir. Foucault’nun bahsettiği hapishaneler, tımarhaneler gibi disiplin toplumu ögeleri yerini gökdelenlere, bürolara, fitness salonlarına yani performans toplumu ögelerine bırakmıştır. Mehmet Akif Öztürk yazdı.

21. yüzyıl toplumu artık bir disiplin toplumu değil, performans toplumudur

Byung-Chul Han’ın Türkçeye ilk çevrilen kitabı Yorgunluk Toplumu, Açılım Kitap’tan 2015 yılında neşredildi. Günümüzde dördüncü baskısı piyasada olan kitap için sevindirici bir şey. Çünkü bu, Türk okurlarca Han’ın gitgide daha fazla okunduğunu gösterir ki buna, düşünme faaliyetlerimiz için oldukça iyi bir haber diyebiliriz.

Kısacık bir kitap Yorgunluk Toplumu. Okunacak kısım 50 sayfadan oluşuyor. Fakat bu 50 sayfada son derece özenle işlenmiş yedi bölüm bulunuyor. Bunların isimlerinden dahi Han’ın nelerle hemhal olduğunu fark etmek mümkün: “Sinirsel Şiddet”, “Disiplin Toplumunun Ötesinde”, “Derin Sıkıntı”, “Vita Activa”, “Bakmanın Pedagojisi”, “Bartleby Vakası” ve kitaba adını veren “Yorgunluk Toplumu”.

Han’ın ilk denemesi “Sinirsel Şiddet”; aslında yazarın Şeffaflık Toplumu kitabındaki “Olumluluk Toplumu” bölümüyle bir arada okunabilir. Byung-Chul Han bu bölümde viral rahatsızlıklardan yola çıkarak görüşlerini depresyon, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu gibi sinirsel rahatsızlıklara uzatıyor. Han’ın burada kullandığı kritik kavram ise “immünoloji” yani bağışıklıkla ilgili olma hali. Şimdiki dünyanın, çağın, sınırları olmayan bir zaman dilimi haline getirilmesini kavramlarla inceleyen Han, bağışıklıkla başkalık arasındaki noktalarda dolaşıyor. Ona göre bu dünyanın sınırları vardır; fakat “melezleşme”, bağışıklık dediğimiz kavramla taban tabana zıt olduğu için küreselleşmeyle uyum içindedir.

Olumluluk toplumu

Yazarın yukarıdaki fikirlerine yol açan esas sebeplerden biri “ifrat derecesindeki pozitifliktir”. Burada “Şeffaflık Toplumu”daki ‘olumluluk’ kavramına bakışının bir demosu vardır. Negatifliğin kötü olarak algılayıp her şeyi olumlama haline getirme çabası Han’a göre doğru değildir. Hatta bunu patolojik bir hal olarak görür:

“Başkalığın kaybolması, negatifliğin azaldığı bir zamanda yaşadığımızı gösterir. 21. yüzyılın sinirsel hastalıklarının da kendilerince bir diyalektiği vardır; fakat bu diyalektik negatif’in değil, pozitif’in diyalektiğidir. Bunlar ifrat derecesindeki pozitiflikten kaynaklanan patolojik hallerdir.”

‘Aynı’nın aşırılığı

‘Aynı’nın sistem içerisinde kendine yer bulduğunda direncin kırılacağından bahseden yazara göre herkes’in veya şey’lerin yabancıya karşı bir direnç oluşturabilmesi, bence, olumluluk karşıtı bir hal almaya bağlanabilir. ‘Aynı’lık varsa direnç yoktur ve bunu güçlendirmenin de bir manası yoktur:

“Pozitif şiddet müsamahakâr ve teskin edilmiş bir toplum için serpilmiştir. Viral şiddet gibi görünmez olmasının sebebi de budur. Pozitiflik şiddeti, aynının olumsuzlamadan yoksun mekânında yaşar. Burada dost ile düşman, iç ile dış veya kendi ile yabancı gibi kutuplaşmalara mahal yoktur.”

“Tükenmişlik sendromu, aynının aşırılığından gelip Ben’in fazla hararetle kor gibi yanmasıdır.”

“Sinirsel Şiddet” yoğun bir bölüm olarak göze çarpıyor. Dikkatli bir şekilde okunmalı. Fakat ara ara sadeleşen dil, bölümden almamız ve anlamamız gerekenler konusunda bir kolaylık sağlıyor.

Deliler ve canilerden depresif ve mağluplara

Chuck Palakniuk’un kült eseri Dövüş Kulübü bize tüketim toplumunun iç yüzünü gösterir. Han, Palakniuk’un benzeri bir eleştiri getirir ortaya: “Performans Toplumu”. Yazara göre artık disiplin toplumundan performans toplumuna geçilmiştir. Foucault’nun bahsettiği hapishaneler, tımarhaneler gibi disiplin toplumu ögeleri yerini gökdelenlere, bürolara, fitness salonlarına yani performans toplumu ögelerine bırakmıştır. İnsan makineleşmiştir ve gösterdiği performans üzerinden bir yere konumlan(dırıl)ır. Black Mirror dizisinde de işlenmiştir buna benzer bir konu. İnsanlar performansları üzerinden bir şeyler elde ederler. 21. yüzyıl insanı da ‘yapabildikleri’ kadar sınırları olmayan bir dünyadadır:

“Disiplin toplumu bir negative toplumudur. Yasağın negatifliğiyle belirlenmiştir. Hükmü altında tuttuğu olumsuzluk kipi, -ebilememektir. –meli/-malı gereklilik kipinin boynuna da negatifin zarureti yapışmıştır. … Tasdik etmenin topluluk ismi olan ‘Yes, we can’ performans toplumunun pozitif karakterini dile getirir. Yasak, emir veya kaidenin yerini proje, girişim ve motivasyon alır. … Disiplin toplumunun negatifliği deliler ve caniler doğurmuştur. Performans toplumuysa Depresif ve mağluplar yaratır.”

Tabii ki bu durum depresif bireyler ortaya çıkarır. ‘Pozitiflik’ baskındır bu tür toplumda. Ve insan hem özgür hem mahkûmdur. Av da avcı da aynıdır. Yazar bu tür fikirlerini Alain Ehrenberg’in fikirlerine karşı gelerek savunur, aynı zamanda Nietzsche’den ilham alır. Ehrenberg’in, Nietzsche’nin ‘son insan’ını üst insan olarak konumlandırmasını hatalı bulur.

Vahşi hayat ve modern insan

Vahşi doğadaki hayvanla modern insan arasındaki ilişkiyi ‘dikkat’ üzerinden ele alan Han burada ‘multitasking’ kavramını kullanıyor. Modern -veya adına her ne dersek-  dönemde çoğalan iş yükü ve bu iş yükünün farklı alanlara dağılması, yani basitlikten ayrılma, yazara göre farklı bir dikkat tekniğini mecburi kılmıştır. ‘Multitasking’i çoklu görev ve aynı anda birden fazla iş yapma olarak da tanımlayabiliriz. Bu durumu, vahşi hayvanın hayatıyla yakın bir ilişkide görür yazar. Vahşi hayatta, hayvanın ne yemek yerken ne de başka bir şey yaparken dikkatini tam olarak tek bir yere değil, birden fazla noktaya yöneltmesi gerekir. İnsan da modern hayatta bu konumdadır. Bir noktaya yoğunlaşmak mümkün değildir. Performansın öne çıkarıldığı hatta kutsandığı bir toplumdur çünkü içinde bulunulan dünya.

Hayret kavramına karşı şüphecilik

‘Hayret’, unuttuğumuz bir kavram olma yolunda ilerliyor bu çağda. Han da bunun farkında ki modern-kartezyen şüpheciliğin hayretin yerini aldığı saptamasında bulunuyor. Han, son kitabı Zamanın Kokusu’nda ‘vita contemplativa’ kavramına değinmişti. Burada da ‘hayret’ kavramının ‘vita contemplativa’ ile ilişki olduğundan yola çıkıp ulaşıyor bu sonuca.  ‘Vita contemplativa’, ‘hayret’ yoktur artık ona göre:

“Vita contemplativa, insanın kavrayışının her türlüsünden ırak, güzeli ve mükemmeli müteakiben sonsuz ve değişmez olan varlık tecrübesine bağlıdır. Temel hissi yapılabilirlik ve sürerliğin her türlüsünden muaf, şeylerin böyle-oluşlarına binaen hissettiğimiz hayrettir. Hayretin yerine modern-kartezyen şüphe geçmiştir.”

Yorgunluğa övgü

Peter Handke’nin Yorgunluk Üzerine Deneme kitabı, ‘ifrat derecesindeki performans’tan sonra kaynaklanan yorgunlukla, performanssız yorgunluğun farklarını başarılı bir şekilde açıklar. Han’ın bu kitabına da adını verdiği Yorgunluk Toplumu bölümünde bol bol yararlandığı bu kitap uzak yorgunluk ve yakın yorgunluk tanımlarını içerir. ‘Hayret’in, hayatımızdan çıkıyor oluşuna değinmiştim yukarıda. Han, ‘yorgunluğun’ ‘hayret’i getireceğini savunuyor ve Handke’den mülhem şu satırları paylaşıyor:

“Yorgun Odiseus Nausikea’nın kalbini kazanmıştı. Yorgunluk seni hiç olmadığın kadar gençleştirir… Yorgunluğun sükûnetinde her şey hayrete düşürür.”

Kâtip Bartleby, yapma yetersizliğinden ziyade yapmamayı ‘tercih’ eden bir karakterdir. Tamamen bilinçli ve istekli bir tercihle –mek’ten ziyade ‘meme(mama)’yi tercih eden Bartleby gibi Han da bu bakış açısından düzenliyor yorgunlukla ilgili düşüncelerini:

“Takatsizlik yorgunluğu pozitif imkânın yorgunluğudur. Bir şey yapma yetisini ortadan kaldırır. Teneffüs edilen yorgunluksa, negatif imkânın yorgunluğu, yani –meme’nin yorgunluğudur. … Bu gün, Heidegger’in ifade ettiği gibi söyleyecek gibi olursak, her türlü endişeden azade, her türlü –mek için’den azade bir gündür.”

Byung-Chul Han’ın her kitabı, üzerimizde tahakküm kuran ‘üretim’, ‘performans’ gibi kavramlara karşı gelmek için yazılmış sanki. Han, bu baskıyla her şeyi ilişkilendirmeye çalışıyor. Şiddeti, zamanı, yorgunluğu, şeffaflığı… Onun kitaplarını okurken Black Mirror’dan bir bölüm izliyor hissine kapılabiliriz. Koşuşturma zamanlarımızda asla dönüp bakmayacağımız kavramlara ve olaylara son derece eleştirel bakıyor. Aslında çok farklı yönlerden bakmıyor. Yeni bir bakış açısı kazandırmaktan ziyade, olan durumu fark ettiriyor okura.

Samet Yalçın’ın başarılı çevirisiyle okunabilen Yorgunluk Toplumu, Han külliyatına giriş kitabı olarak görülebilir.

Byung-Chul Han, Yorgunluk Toplumu, Açılım Kitap.

Mehmet Akif Öztürk

YORUM EKLE