Giriş
“Fahrenheit 451” bir distopya ya da gelecek zaman kurgusu olarak ilk kez 1953 yılında yayımlanır. Döneminin en etkileyici eserlerinden kabul edilir ve ismini, kitap kâğıdının tutuşup yanma derecesinden alır. Kitabın kurgusu da bu temel üzerine bina edilir. Yani kitap ve yakmak üzerine…
“Fahrenheit 451”, potansiyel, distopik bir gelecekten söz eder. Hikâyede insanların tamamıyla televizyona bağlı olduğu, tüm haberleri oradan edindiği ve bunlar dışında bir kaynağa izin verilmeyen bir zaman söz konusudur. Halk, bu şartlar altında yaşamaya alışmıştır. Arada tek tük çatlak sesler duyulsa da münferit hadiselerle yürüyen ve yürütülen toplumsal bir düzen hâkimdir.
Ray Bradbury, bu eserinde biraz da abartılı anlatımıyla gelecek için öngörüde bulunur. Çalışması, belki bir eleştiri belki de bir yozlaşmanın ilk işaretlerine karşı bir önlem alış olarak okunabilir. Bilim-kurgu ve fantastik olarak da nitelendirilebilecek romanda kahraman, “Guy Montag” isimli bir itfaiyecidir. “İtfa”, dilimizde söndürme manasına gelirken burada tam tersi bir mana taşır: Yakma. Zaten İtfaiyeci Montag’ın vazifesi de kitap bulunan evleri ateşe vermektir.
Eser, her ne kadar gelecekte geçse de iki kutuplu dünya, soğuk savaş, büyük savaşın enkazı ve tam manasıyla oturmamış demokrasiler de 1953’ten kitapta bahsedilen zamana aktarılır. Muhakkak ki Ray Bradbury’nin gelecek hakkında öngöremediği sayısız gelişme ve ilerlemeye rağmen bu eser, güncelliğini yitirmeyecek bir değerdedir.
Kitap özetinden bölümler:
Yakmak Bir Zevkti
Montag, yavaş yavaş ilerleyen alevler arasından insanlara baktı ve onların gerileyişiyle sırıttı. Bu sırıtış vahşiceydi. Sonra günün tüm olağan işleri bitirilmiş biçimde itfaiye binasına geri döndü. Ateşe dayanıklı ceketini çıkarıp astı ve binadan çıktı. Evinde kitap bulunduran bir kişi daha cezalandırılmış ve gün tamamlanmıştı.
Montag, birkaç gecedir metroya doğru yürürken şüphe uyandırıcı şeyler hissediyordu. Sanki evine doğru yürürken köşede biri vardı. Belki bir nefes sesi belki bir parfüm kokusu belki de bir beden sıcaklığı… Yanılmıyordu. Köşede duran yeni komşuları, Clarisse McClellan idi. Clarisse, 17 yaşında ve kendi tabiriyle “Delinin teki” idi. Clarisse, sokağın köşesinde gözlerini dikmiş öylece durup Montag’e bakıyor, onu inceliyordu. İtfaiyeci, “Merhaba” dedi. Fakat kız, karşısında hipnotize olmuş gibi durunca Montag, konuşmayı kendisi sürdürmek zorunda kaldı, “Yeni komşumuzsun değil mi?” Birkaç soru ve cevabın ardından yavaş yavaş birbirlerine alıştılar. Biraz da yürüdüler. Clarisse, Montag’a kendisinden hiç korkmadığını söyledi. Montag nedenini bilmiyormuşçasına, “Neden korkasın ki?” diye sordu. Clarissa açık sözlüydü, “Öyle çok kişi korkuyor ki! Ama sen de altı üstü bir insanmışsın.” dedi. Halk arasında itfaiyecilerin cezalandırıcı bir pozisyonda olması Clarissa’nın hislerine etki etmiyordu demek.
İki yeni arkadaş evleri istikametine giderken konuşmaya devam ettiler. Clarisse McClellan, geçmişten gelen biri gibiydi. Soruları çok acayipti hatta itfaiyecilerin çok eskilerde “Yakma” değil “Söndürme” işiyle meşgul olduklarını dahi söyledi. Fakat Montag, evlerin yanamayacağını ve geçmişte de şimdiki gibi yangınlara dayanıklı olduğunu söyledi. Nitekim kitapları yakmak maksadıyla ateşe verilen evlerin hiçbirisi yanmıyor ve kızın anlattığı gibi hiçbir ev küle dönmüyordu.
Kız, konuşma boyunca Montag’a hayattaki sıradanlıklardan söz etti. Çiçekten, çimenden ve hatta çiyden. Oysa bunlar Montag’a manasız geliyordu. Fakat Clarisse, son bir soruyla Montag’ın yeniden ilgisini çekmeyi başardı: “Mutlu musun?” Montag, başta bu soruya sitem dolu ifadeyle tepki gösterdi. Tabii ki mutluydu! Ancak bir süre sonra bu soru, mutlu olmadığını anlamasına neden oldu. Montag’ın hem kendisini hem de sistemi sorgulaması için çok düşünmesi gerekmedi. Mutluluk, gerçekte onun için bir maskeydi ve bu kız, maskesini yüzünden çekip almıştı.
O gece Montag’ın karısı, cansız gibi yatıyordu. Tüm uyku haplarını içmişti fakat bunu neden yaptığını hatırlamıyordu. Gecenin devamında bu türlü sorunlar için özel olarak görevlendirilmiş elemanlar gelip artık rutin hâle gelmiş bu mesele ile ilgilenerek kadını iyileştirmişlerdi. Ekip oradan da aynı vakanın yaşandığı bir başka olay mahalline gidecekti.
Ertesi gün yine Clarisse’yla karşılaştı. Clarisse, dün akşam olduğu gibi geçmişten gelmişçesine konuşmalarına devam ediyordu. Bu kez yağmur damlalarından bahsetti. Damlaların tadına diliyle bakıyordu. Kız, Montag’a diğer itfaiyecilerden farklı olduğunu söyledi ve nasıl oldu da itfaiyeci olduğunu sordu. Çünkü diğer itfaiyeciler kesinlikle Montag gibi anlayışlı değildi.
Montag Sorguluyor
Clarisse’nin bahsettiği bir dünya gerçekten var mıydı ya da hiç olmuş muydu? Sürekli eskilerden, amcasından bahseden bu kızın dedikleri doğru olabilir miydi? Yabancılaşmış bir toplumdan, birbirlerinden kopmuş, habersizleşmiş insanlardan ve sadece gösterişle yaşayan kadınlardan ve erkeklerden bahsediyordu. Mevcut hâlde normal olan şeyler, ona normal gelmiyordu. Tüm bunlar Montag’ı da sorgulamalara itti. Eşinin tavırlarını da yaptığı işi de hayatını da sorguluyordu. Bu kız Montag’ı fazlasıyla etkilemişti. Hayata bakışı çok daha farklıydı.
Bu sıralar mekanik tazılar ile de pek anlaşamıyordu. Tazılar, itfaiyecilerle beraber yangınlara katılan robot köpeklerdi. Tazısı Montag’dan hoşlanmıyor, Montag de ondan hoşlanmıyordu. Belki de bu mekanik robot, Montag’ın sorgulamalarını hissetmiş olmalıydı.
Aynı günün akşamı gelen bir ihbar üzerine Montag yola çıktı. Ancak bu kez durum biraz farklıydı. Eve girdiklerinde evin sahibi olan kadın, suçlayıcı bakışlarla evine giren birkaç adama bakıyordu. Oysa içeride kimsenin olmaması, tüm dairenin boşaltılması gerekiyordu. İtfaiyeciler de böyle bir durumla ilk kez karşılaşıyorlardı. Normalde, ev boşaltılır ve boş eve girilip yangın çıkarılır. Kitaplar ve yakılması gereken ne varsa yakılır ve görev tamamlanırdı. Fakat bu kez ev sahibi kadın da içerideydi ve dışarıya çıkmaya hiç niyeti yok gözüküyordu. Belki içeride kalacak ve intiharı seçecekti. Nitekim öyle de oldu. Kadın, tüm ısrarlara karşın dışarı çıkmayı reddetti ve yakma işlemi böylece başladı.
Kitaplar, tavan arasındaydı. Üstelik evde yalnız kitap değil, dergiler de vardı. Hepsi teker teker düşürülüyor ve ateşe veriliyordu. Kitaplardan biri, Montag’ın önüne düştü. Kimse görmeden kitabı alıp ceketinin içine, göğsüne sıkıştırdı.
İşlem tamamlandığında tüm ekip evlerine gitmek üzere dağıldı. Montag, eve döner dönmez kitabı yatağın altına, kimsenin bulamayacağını düşündüğü bir yere sakladı. Kitabı burada karısından koruyabilirdi.
Karısı Mildred, Montag’la çok fazla ilgilenmeyen biriydi. Belki o yüzyılda tüm aileler böyleydi. Gelişen teknoloji ile dünyaya bakış, geçmişteki pek çok şeyi kökünden değiştirmişti. Düşünün ki karısı, evlilik tarihlerini dahi hatırlamıyordu. Ailesinin ve genel gözle bakacak olursak toplumun geldiği bu anomik hâl, Montag’ı bu topluma yabancılaştırıyordu. Bir de karısından, 4 gün evvel gerçekleşen bir kazada Clarisse’nin öldüğünü duyunca bu hisler, çok daha ileri noktalara taşındı. Clarisse’nin ailesi de oturdukları yerden ayrılmıştı. Böyle mühim bir olayı bildiği hâlde kocasına söylemeyi unutan Mildred’in umursamaz tavırları, Montag’ı ondan daha da uzaklaştırıyordu.
Beatty Anlatıyor
Montag artık işe gitmek istemiyordu. Karısına hasta olduğunu söyledi ve evde kaldı. Sürekli Clarisse’i, kitapları ve yaptığı işi düşünüyordu. Bu sırada bir aracın kapılarına yaklaştığını duydular. Gelen Yüzbaşı Beatty idi. Montag, Beatty’i görünce biraz olsun panikledi. Sonuçta evde sakladığı bir kitap ve kafasında sisteme dair tereddütleri vardı.
Yüzbaşı, hasta itfaiyeciyi görmeye gelmişti. Beatty işe gitmek istemeyen ve bıkkınlık yaşayan çok fazla itfaiyeci görmüştü. Bu durum, onlar için “Meslek hastalığı” sayılabilirdi. Montag vakası da bu vakalardan yalnızca biriydi. Yüzbaşının tecrübesi bunu bir çırpıda anlayacak kadar fazlaydı. Nitekim o eve de bunun için gelmişti. Bilindik nutuğunu atacak ve motivasyonunu sağladığı personelini yeniden kutsal işine döndürecekti. Bazen itfaiyecilere çarkın nasıl işlediğini yeniden hatırlatmak gerekiyordu.
Beatty, piposundan bir nefes çekti ve yirminci yüzyılın başından bahsetmeye başladı. Radyo, televizyon bu dönemde ortaya çıkmış ve bu türlü iletişim vasıtaları yavaş yavaş kitle kazanmaya başlamıştı. Yüzbaşına göre bu dönem, sonun başlangıcıydı. Yüzbaşı, eşzamanlı olarak kitapların da basitleştiğinden bahsetti. Nüfus arttıkça televizyon, radyo, kitap, dergi gibi araçların niteliklerinin bozulduğunu da söyledi. Beatty, tüm olanların bu bozulmalardan dolayı yaşandığını savunuyordu.
Yüzbaşı, geçmişte olan ve itfaiyecileri kitap yakmaya, yangın çıkarmaya götüren her şeyden şikâyetçiydi. Okul saatlerinin kısaltılmasından, disiplinin gevşetilmesinden, felsefe, tarih ve dil derslerinin iptal edilmesinden, imlanın kaybolmasından dolayı bir bozulma meydana geldiğini söylüyordu. Montag da arada Beatty’nin anlattıklarına katılıyor ve ona sorular soruyordu. “Peki, ya itfaiyeciler...” diye sordu. Yüzbaşı bu sorunun çok kolay açıklanabileceğini söyledi. “Eğer...” diyordu, “Okullardan denetmenler, eleştirmenler, bilgili insanlar ve hayal gücü yüksek kişiler değil de vasıfsız işçiler, gaspçılar, kapkaççılar mezun oluyorsa entelektüel kelimesinin hak ettiği şekliyle küfür olarak algılanmasının doğal olur...”
Beatty konuşurken Mildred etrafı toparlamakla meşguldü. Montag’a yöneldi ve sırtını yasladığı yastığı kastederek “Düzelteyim” dedi. Kocası kabul etmedi. Bu sırada Yüzbaşı Beatty konuşmaya devam ediyordu. Mildred kocası yastığını düzelttirmek istememesine karşın yastığı çekiştirmeye başladı ve o an kitabı fark etti. Şaşırmış hâlde kalakaldı. Montag, yüzbaşının ani gelişiyle elindeki kitabı hemen arkasına saklamak zorunda kalmıştı. Mildred’in kitabı fark ettiğini anladı ve ağzından bir şey kaçırmaması için dua ediyordu.
Montag, yüzbaşıya yan binadaki kızı sordu. Yüzbaşı, kız hakkında pek çok şey biliyordu. Ailesi hatta amcası hakkında da yeterli bilgiye sahipti. “Belki...” dedi, “Ölmesi kendisi için daha iyi olmuştur.” Yüzbaşıya göre Clarisse tuhaf bir insandı. Sürekli olarak bir şeyin nasıl değil, neden yapıldığını sorguluyordu. Bu ona göre son derece utanç verici bir şeydi. Sürekli “Neden” diye sorulursa sonunda mutsuz olunurdu. İnsanlar da böyleydi. Onların siyasi açıdan mutsuz olmasını, tartışma ve kaos içince kalmasını istemiyorsan onlara tek bir fikir vermeliydin. Yalnızca bu netlik, insanlara huzur vaat ediyordu. Ayrıca felsefe ve sosyolojiden de uzak durulması gerekiyordu. Çünkü bu tür bilimler, sorgulamayı ve düşünmeyi gerekli kılardı.
Beatty tecrübeli bir şefti ve her itfaiyecinin hayatında en az bir kere, “Kitaplar ne diyor ve biz neden yakıyoruz?” diye düşündüğünü de biliyordu. Ona göre itfaiyecilerin bir kitabı evine götürüp eğer 24 saat içinde imha edecekse yani yakacaksa yanında götürmesinde bir sakınca yoktu. Hayatta en önemli şey mutlu olmak isteyen insanlara, mutluluk vermekti. Onlara eğlence ve heyecan verilerek bu sağlanıyordu zaten.
Sonuç
“Fahrenheit 451”, hayattaki tek misyonu kitap yakmak olan itfaiyeci Guy Montag’ın hikâyesi…
Tanıştığı genç bir kızın hayata bakışından ve söylediklerinden fazlasıyla etkilenen Montag’ın kafası karışacak ve sistemi sorgulamaya başlayacaktır. Özellikle son yakma eyleminde ev sahibinin kitaplarıyla beraber kendisinin de yanmasını istemesi, Montag’ı derinden etkileyecek ve bu evden kaçırdığı kitap onun yaşantısını tamamen değiştirecektir. Yeni hayatında yakmak ya da yok etmek yoktur. Artık işe gitmek istemeyen bir itfaiyeci vardır karşımızda. Onu anlayabilen tek insan olan Faber’e ulaşır. Faber’le bir plan kurarlar ancak ne yazık ki başarılı olamazlar.
Montag, önce evinde karısına sonra da davetlisi olarak gelen diğer kadınlara kitap okur. Ancak kadınların hiçbiri onu anlayamaz ve başta karısı olmak üzere herkes şaşkın bir hâlde onu izler. Sonunda onu ihbar edecek olanlar, eşi de dâhil olmak üzere bu kadınlardır.
İhbarın ardından kaçış başlar. Hatta Montag bu sırada itfaiye yüzbaşısı ve amiri olan Beatty’i öldürmek zorunda kalır. Artık kaçaktır. Mevcut kanundan kaçan bir kaçaktır. Faber’le bir plan daha yapmak durumunda kalırlar. Plana göre Montag, nehri geçecek ve demiryolunu takip ederek benzer şekilde kaçak hayatı yaşayan berduşların arasına karışacaktır. Bu plan, zorlu bir sürecin ardından başarıya ulaşmıştır. Kaçak durumunda bulunan bu insanlar, ezberlerinde pek çok kitap barındırmakta ve geleceği bu ezberler yardımıyla kurtarma gayretindedirler.
Şimdilerde dahi aklımıza gelmeyecek birçok teknolojik gelişme ve uygulama 1953’te kaleme alınan bu kitapta yer almıştır. Ray Bradbury, hayal gücünü son noktasına kadar kullandığı bu eserinde geleceğe dair kurgularını, tahmin edilemez bir biçimde okuyucuya sunuyor.
Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını ücretsiz indirebilirsiniz.