Giriş
Reşat Nuri Güntekin’in ölümsüz eserlerinden biri olan “Dudaktan Kalbe” romanı günlük tarzında yazılmış bir eserdir. “Günlük” tekniği kullanılarak yazılmış bir aşk romanı olmasıyla önemli bir eser kabul edilir. Karşılık beklemeden yaşanan gerçek bir aşkın öyküsünün anlatıldığı eserde, Kenan ve Lamia’nın sonu olmayan ilişkisi konu edilmiştir. “Dudaktan Kalbe”, yayınlandığı tarihten itibaren konusu itibariyle ile ilgi çekmiş bu sebeple film ve dizilere de uyarlanmıştır.
Kitap özetinden bölümler:
Cavidan ve Kenan’ın İlk Karşılaşmaları
Ev sahibi yemek odasından misafirine seslenerek bir dakika zahmet edip gelmesini istedi. Prens Vefik Paşa yol yorgunluğu ve yemeğin verdiği ağırlıkla koltukta uyuşup kalmıştı. Rica ile merhamet diledi ve artık yemek yiyemeyeceğini ima etti. Münir Bey bu seferkinin farklı bir ziyafet olduğunu söylediyse de misafir ona bile tahammülünün kalmadığını ifade etti. Münir Bey misafirine bağdaki muhtelif üzüm çeşitlerini göstermek istiyordu ve mideden ziyade gözler için bir ziyafet olduğundan dem vuruyordu. Terastaki çardak tamamen üzümle kaplıydı. Yemek masası da kristal üzüm tabakları ile donatılmıştı. Vefik Paşa bunları görünce Münir Bey’e hak verdi. Münir Bey her sene bu mevsimde canlı bir müze kurduğundan bahsederek arkadaşına gösterdiğinden dolayı duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Üzümleri kendisinin icat ettiğini anlatarak aşı yaptığından bahsediyordu. Hepsine ayrı isimler takmıştı ve konuğuna ikram ediyordu. Vefik Paşa gülerek üzümlerin tadına bakıyordu.
Prens Vefik Paşa ile Münir Bey eski arkadaştılar. Prens Vefik kibar, sefahat âlemine düşkün biriydi. Kendisini sanatkâr ruhlu zannederdi. Zevcesi vefat etmişti ve küçük kızı Cavidan ile değişik memleketleri geziyorlardı. Akrabaları onun bir sanat serserisi olduğunu söylüyorlardı. Münir Bey ise on seneden beri İzmir’deki bağlarında yaşıyordu. Eski arkadaşıyla o yaz görüşme fırsatı bulabilmişti. Cavidan ansızın kapıya gelerek babasının niçin kendisi ile gelmediğini sordu ve büyük bir fırsat kaybettiğini söyledi. Gecenin karanlığında etkileyici bir endamla duruyordu. Ev sahibi Cavidan’a “Prenses” diye hitap ederek içeriye gelmesini istedi ve kendisine muhteşem bir hediye vereceğinden bahsetti. Yedi senede kemale ermiş bu harika hediyesini gururla sunacağını anlattı. Baba kız birbirlerine gülerlerken Münir Bey, içerisinde açık yeşil üzüm salkımının olduğu billur tabağı aldı. Yedi senede mahsul veren bu üzümlere “Prenses Cavidan” ismini vermek için Cavidan’dan müsaade istedi. Cavidan salkımın ucundaki parçayı kopararak toplu iğne ile yakasına taktı. Nerelerde dolaştığını soran babasına mehtap ışığı altında bağda yürüdüğünü söyledi. Bu yürüyüşü esnasında muhteşem bir keman sesi duyduğunu anlattı. Ev sahibi kemanı çalan kişinin Hüseyin Kenan olduğunu ve Prensesin kemanını güzel bulmakta haklı olduğunu söyledi. Münir Bey, Hüseyin Kenan’ın komşusu Saip Paşa’nın yeğeni olduğunu söyleyerek çekingen ve mahcup bir çocukluğu olduğunu anlattı.
Saip Paşa bir takım sebeplerden ötürü kız kardeşini ve yeğeni Kenan’ı sevmiyordu. Münir Bey Kenan’ın Mühendis Mektebine yazılmasına ön ayak olduğunu ve mektebi güçlükle bitirdiğini söyledi. Bir süre müzik dersleri veren Kenan daha sonra annesinin dükkânını satarak Avrupa’ya gitmişti ve bu yüzden dayısı Saip Paşa ona karşı çok öfkeliydi. Münir Bey, Kenan’ın üç dört sene Avrupa’da kaldığından ve yabancı bir dergide kendisinden övgüyle, Türk virtüözü diye bahseden bir habere rastladığından bahsetti. Konserinde kendi bestelerine ait kısımlarda oldukça beğenilmişti. Münir Bey aslında Kenan’ın bir müzik dehası olduğuna pek inanmıyordu, “Şark Noktürnleri”nin rağbet gören bir eser olduğunu ve bu yüzden şöhretinin arttığını ifade etti. Dayısı Saip Paşa daha önce Kenan’ın sürüneceğini söylerken şu an onunla iftihar ediyordu. Münir Bey, dayısının ısrarı üzerine birkaç aylığına İzmir’e gelen Kenan’ın şu an Harun Reşit zamanını anlatan bir hikâyeyi bestelemek için çalıştığından söz etti. Bunu başarırsa zamanın tanınmış bir kompozitörü olacağından emindi.
Vefik Paşa ile Cavidan Kenan hakkında anlatılanları ilgi ile dinlemiş ve bu genç ile tanışmak istediklerini belirtmişlerdi. Ev sahibi gülümseyerek yarın gece onu evine davet edeceğini ve hatta isterlerse şu an bile çağırabileceğini söyledi. Vefik Paşa kendileri giderek bir baskın yapmalarını istedi ve böylelikle yola koyuldular. Yürüyüş esnasında sessiz bir kafilenin taş bir kulenin önünde durduğunu gördüler. Münir Bey bu kulenin ihtiyar bir dervişe ait olduğunu söyledi. Rint meşrepli ve biraz da meczup olan bu dervişin ismi Şem’i Dede’ydi. Onu herkesin çok sevdiğini ve iki ay önce evlendiğini anlattı. Anlaşılan bu gece Kenan, çoluk çocukla birlikte latife etmek amacıyla Şem’i Dede’ye gelmişti. Şem’i Dede’yi bir eşek üzerinde gezdiriyorlardı.
Münir Bey Kenan’ı misafirlerine takdim etti. Şem-i Dede Kenan’ın ilk feyzini kendisinden aldığını dile getiriyordu ve onları bahçesine davet edip biraz ney üfledi. Kenan, Münir Bey’in misafirlerine refakat ettikten sonra bağa döndü. Vakit oldukça ilerlemişti ve annesi niye geç kaldığını sorup uzun saçlarını okşadı. Uyumasını istiyordu, Kenan ise uykunun hastaların nasibi olduğunu söylüyor, bütün ruhu ile yaşayan mutlu insanların niçin uykuya gereksinim duyduklarını sorguluyordu. Uzak memleketlerde bestelerinin çalındığından ve yarın daha büyük eserler vereceğinden bahsediyor, annesine mutluluk vadeden sözler söylüyordu. Kenan artık talihin kendisine güldüğünün farkındaydı.
Çocukluk Aşkı; Leyla
Kenan’ın annesi Melek Hanım gençliğinde çok güzel bir kızdı ve babasının kâtiplerinden birine gönlünü kaptırmıştı. Babası ve abileri istememesine rağmen Melek, Nail ismindeki bu kâtiple kaçarak evlenmişti. Babası ölürken bile kızını görmeyi arzu etmemişti. Nail ise evi geçindirmekte zorlanıyordu. Memuriyetlerinde tutunamıyordu. İşlediği bir suç yüzünden de hapse düşünce Melek Hanım iki çocuğu ile sokakta kalmıştı. En büyük kardeşi Saip Bey, Melek Hanım’ın kocasına mektup yazıp boşanma şartı ile kardeşini kabul edeceğini bildirmişti. Kenan’ın en acı hatırası babasından ayrıldığı sonbahar günüydü. Annesi ve kardeşiyle beraber babalarını son kez görmek için hapishaneye gitmişlerdi. Babasının ud çalışını simsiyah bir yokluk içinde dinlemişti. Saip Bey’in zengin konağı Melek Hanım’ı, Kenan’ı ve kardeşi Afife’yi pek mutlu edememişti. Saip Bey’de çok büyük bir makam hırsı vardı. Kız kardeşini evine kabul etmiş fakat tam olarak affedememişti. Kenan’ı da bir hırsızın oğlu olarak görüyor ve bir türlü sevemiyordu. Kenan çekingen, sessiz bir çocuk olarak büyüyordu. On bir yaşlarındayken dayısının altın saati kaybolduğunda konak çalışanları Kenan’ı suçlamışlardı. Gece yarısı uykusundan kaldırılan Kenan’ın suçsuz olduğu anlaşılmış, saat bulunmuştu. Fakat Kenan’ın annesi Melek Hanım abisini çok üzdüklerini söyleyip çocuklarını alarak Tilkilik’teki küçük evine gitmek için müsaade istemişti. Abisi her ne kadar kararından döndürmek için ısrar ettiyse de Melek Hanım güzelce dil dökerek abisini ikna etmişti. Kendi evlerinde daha fakir fakat daha mutlu bir hayat yaşamaya başladılar. Melek Hanım her sene bağbozumunda Saip Paşa’nın kulesinde birkaç ay misafirliğe giderdi. Böylelikle abisinin de gönlünü alırdı. Kenan bu ziyaretler sırasından kendisinden kırk yaş büyük olan Şem’i Dede’yi arkadaş edinmişti. Şem’i Dede, Kenan’ın ruhundaki ciddiyeti anlamış ve onu kendi yaşıtı bir arkadaş gibi sevmişti. Birlikte bağlarda gezmeye çıkarlar ve Şem’i Dede ona ney üflerdi. Kenan daha sonra komşuları Münir Bey’in dayısı Saip Bey’i ikna etmesi ile İstanbul’da mühendis mektebine yazıldı. Dayısının konağında bir memurun kızı olan Leyla’ya tesadüf etmiş ve onunla arkadaş olmuşlardı. Mühendislik mektebine yazılınca çocukluk aşkı Leyla’yı da geride bırakarak İstanbul’a gitti.
Sevdanın ilk tecellisini Leyla’nın büyük ve siyah gözlerinde görmüştü. Onu deliler gibi seviyor fakat bu sevdaya kendisini layık görmüyordu. Leyla öğrenirse onunla alay eder sanıyordu. Oysa Leyla’da bu sevdayı hissetmişti ve o da Kenan’ı beğeniyordu. Hatta annesinden istetmesini söylüyordu. Kenan ise bu sefer de Leyla’nın ailesinin kendisini kızlarına layık görmeyeceklerini düşünmüş aşkını kalbine gömmüştü. Bir sene sonra İzmir’e döndüğünde Leyla’yı dayısının büyük oğlu Cemil ile nişanlanmış buldu. Çok fazla üzülmemişti çünkü zaten bu sevda için yeterince ağlamıştı. Gönlünün sırlarını ortaya çıkarmak için musiki bulunmaz bir nimetti. Mühendislik mektebini bin bir güçlükle bitirmiş, bu arada kemanını oldukça ilerletmişti. Kız kardeşi Afife evlenmiş, Kenan ise Beşiktaş’ta bir oda tutmuş, mekteplerde musiki muallimliği yapıyordu. Fakat bu mekteplerin müdürleri onun sanatından anlamıyorlardı. O da mekteplerde muallimlik yapmayı bırakıp evlerde keman dersleri vermeye başlamıştı. Bir süre sonra eski arkadaşı Cevat’tan bir mektup aldı. Cevat onu Avrupa’ya çağırıyordu. Mektupta oralarda konservatuara girebileceğinden de söz ediyordu. Kenan konuyu annesine açtığında annesi de onu destekledi. Sonrasında Kemeraltındaki küçük dükkânı sattılar ve Kenan’a Avrupa yolu açılmış oldu.
Avrupa’da kaldığı dört sene yoğun bir şekilde çalıştı. İlk konserinde çok başarılı olmuştu. Herkes onu kemal mertebesine yaklaşmış bir musikişinas olarak değerlendiriyordu. Aldığı bu övgülerden sonra artık onun musikisine kayıtsız kalınamazdı.
Lamia ile İlk Karşılaşma
İstanbul’un pek çok yerinde “Şark Leyliyeleri” dinlenmiş, gramofonlarda aylarca bu parça çalınmıştı. Bu başarı ilk başlarda Kenan’ı biraz sersemletmişti, olanlara inanamıyordu. İstanbul’a döndüğünde dersler vererek çok fazla para kazanmaya başlamıştı. Kendisini yorgun ve bezgin zannetse de tam tersine yaşama yeni başlayan bir gençti. Otuz yaşından sonra on beş yaş çocuklarının heyecanı ile yaşıyordu. Aslında biraz da şımarmıştı ve nazlanmak ihtiyacı içindeydi. Saip Paşa, Kenan’ı hararetle yanına çağırıyor ve onu görmeyi çok istiyordu. Sanatkâr genç, dayısının bu isteğini kırmadı. Kibirli görünmek istemiyordu.
Münir Bey, Kenan’a Cavidan’ın huylarını övüyor ve birbirlerine uygun olduklarından söz ediyordu. Dayısına da bu durumu anlatmak istediğini dile getirince Kenan söylememesini rica etti. Kenan içinde derin sevdalarla büyük ihtiraslara artık pek kabiliyet kalmadığını düşünüyordu. Bir zamanlar Leyla’nın sevdası ile çok acı çekmişti. Belki de sevdayı dudaklardan öteye bırakmamak gerekiyordu. Kalbe zehir gibi inmemeliydi.
Bir ikindi vakti Nimet Hanım, gülerek Kenan’a İstanbul’un Kınalı Yapıncak’ı ile tanışmayı isteyip istemediğini sorduğunda Kenan artık üzümden bahsedilmemesini istedi. Fakat Nimet Hanım manidar bir şekilde gülümseyerek Kınalı Yapıncak ile tanışması konusunda ısrar etti. Kenan başını çevirdiğinde on dört, on beş yaşlarında, sarışın bir kız çocuğu gördü. Küçük kız gülmemeye çabalayarak Nimet’in elinden kurtulmaya çabalıyordu. Kız son derece utanmıştı ama genç kadın onu âdeta sürükleyerek onunla tanışmak istediğini ama utandığını söyledi.
Kenan bu güzel küçük hanımın misafir olup olmadığını sorduğunda Nimet Hanım’ın komşusunun akrabası olduğunu öğrendi. Bu küçük hanım, İstanbulluydu ve ismi Lamia’ydı. Anne ve babasını kaybettiğinden İzmir’de amcası ile yaşıyordu. Nimet Hanım nişanlısı olduğunu söyleyince Kenan şaşırarak ve gülerek bu bahtiyarın kim olduğunu sordu. Lamia iyice utanmıştı. Nimet Hanım Lamia’yı çok beğeniyor ve öksüz olduğundan dolayı da şefkat duyuyordu.
Nimet Hanım evli olmasına rağmen Kenan onunla küçük çapkınlıklar yapıyordu. Ninem Hanım da Kenan ile çıktıkları uzun yürüyüşlerde dedikodu olmaması için Lamia’yı yanlarına alıyordu. Lamia her şeyi fark ediyor ve Nimet ablasını Kenan’a yakıştırıyordu. Kenan’ı yarı ilah gibi görüyordu. Lamia’nın bütün günü, Kenan ile Nimet Hanım’ın evlendiklerini hayal etmekle geçiyor ve Nimet Hanım’ın evlenmeden önce Kenan’ı tanıması gerektiğini düşünüp üzülüyordu.
Kenan bir akşamüstü Şem’i Dede’nin yanında dönerken lacivert çarşaflı bir hanım gördü. Bu Lamia’ydı, çarşafa girmesine şaşırmıştı. Lamia aslında geçen sene çarşafa girdiğini söyledi. Nimet Hanım’dan selamını iletmek için kendisini beklemişti. Ardından aralarında geçen ilişkiyi bildiğinden ve kimseye bir şey söylemeyeceğinden bahsetti. Geçen gece Kenan’ın odasını karanlık görmüştü ve hasta olup olmadığı konusunda meraklanmıştı. Kenan gülmemeye çalıştı çünkü o gece Nimet Hanım ile bir otel odasındaydılar.
Bir başka gece zeytin ağacı altında beyazlı bir kadın gören Kenan, yaklaştığında bunun Lamia olduğunu anladı. Lamia her gece çalıştığı eserini dinlemek için geldiğini söyledi. Kenan bu kıza karşı bir baba şefkati duyuyordu. Bu saatte gidip uyumasını istediyse de çalışmalarını yakından dinlemek istediğini söyledi. Lamia piyanonun başında Kenan’ı dinlerken ağlamış ve çilli yanaklarından yaşlar akmıştı. Kenan onun sarı saçlarını okşadı ve gülerek gözyaşlarının eseri için uğur getireceğini düşündüğünü söyledi. Kenan, kızcağızı kendi bağına uğurladıktan sonra yıldızların altına uzandı ve ona ne kadar acıdığını düşündü.
Sonuç
Eserde, küçük yaşta babasından ayrılmak zorunda kalan ve gerçek sevgiyi tatmamış bir gencin başından geçenler sürükleyici bir dille anlatılmıştır. Aşk acısının anlatıldığı romanda; kişiler, karakterler ve olaylar dönemin gerçekliğiyle uyum içerisindedir. Aradığı mutluluğu müzikte bulduğunu sanan Kenan, gerçek aşkı ve sevgiyi çok geç tatmıştır.
Aşkı anlayamayan bir kişinin uğradığı pişmanlığı etkileyici bir tarzda işleyen kitapta, duygulara ehemmiyet vermeden sadece fiziki eğlencelerin düşünüldüğü birlikteliklerin sonunda hüsrana yol açacağı fikri işlenir. Lamia’nın küçük yaşlarında başına gelenlere rağmen olgun tavrı romanın dikkat çekici bir karakter özelliğidir.
Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını ücretsiz indirebilirsiniz.