Giriş
Fantastik, mistik, tarihi öğelerle bezeli olan romanda; Uzun İhsan Efendi, Bünyamin, Alibaz, Ebrehe, Hınzıryedi temel karakterleri oluşturmaktadır.
İstanbul tasviri ile başlayan romanın ilk bölümlerinde kadırgasıyla Galata’ya giriş yapan Arap İhsan, yanında getirdiği Alibaz, Arap İhsan’ın yeğeni Uzun İhsan Efendi ve onun oğlu Bünyamin’e ilişkin bilgiler verilmiştir. Ana karakterlerin dışında kâtiplik ile başlayıp cerrahlığa giden Kubelik’in meslek hayatına ve o süreçte yaşadıklarına, Arap İhsan ile olan ilişkisine, kilise zangoçluğundan lağımcı ocağına uzanan serüveniyle Vardapet isimli Ermeni ve onun Bünyamin ile olan ilişkisine dair bilgilere yer verilmektedir.
Diri diri gömüldükten sonra mezardan çıkıp gelen Bünyamin’in lağımcı ocağına girişi, ordu ile sefere çıkması, düşman kalesinde casus olarak görevlendirilen Zülfiyar’ı kurtarma çabası, casusun kendisine verdiği uğursuz para ve bunların devamında yüzünün parçalanması roman içerisinde aktarılmaktadır. Şehre döndüğünde babası Uzun Efendi’nin askerler tarafından kaçırılması sonrası onu kurtarmak için dilenci kılığına girerek dilenciler loncasına katılması, bu loncada emri altında bulunduğu Ebrehe’nin ve Hınzıryedi’nin maceraları, kıyametten haber verdiğine inanılan kehanet aynası ve Mehdi arayışına ilişkin olaylar dizisi ilginç detaylarıyla birlikte romanda işlenmektedir.
Zamanda yolculuk, rüya âlemi, “Düşünüyorum o hâlde varım!” felsefesi, Osmanlı İstanbul’u ve tarihi motiflerle detaylandırılan “Puslu Kıtalar Atlası”, Bünyamin’in okuduğu kitapta Uzun İhsan Efendi’nin oğluna, her şeyin kendi düşleri ile var olduğunu söylemesiyle son bulmaktadır.
Kitap özetinden bölümler:
Zagon Üzerine Öttürmeler
Kostantiniye şehrinde Cenevizlilerin bir kule inşa ettiği rivayet edilmektedir. Bu yapı sonraları Galata Kulesi diye nam salmıştır. Kulenin tepesinde gözcüler durur ve yangın tespiti yaparlardı. Tabii bunun karşılığında ödül de alırlardı. Soğuk bir kış gecesi Galata Kulesi’ndeki gözcü, Arap İhsan’ın kadırgasını Haliç’e girerken gördü. Bunu yanındaki arkadaşına söylediğinde, arkadaşı uykulu gözlerle baktı. Ancak kadırganın Arap İhsan’a ait olup olmadığı seçilmiyordu. Kadırga yaklaştıkça üzerindeki kurşun ve yangın izleri de seçiliyordu. Esirlerin kadırgayı iskeleye çekmeleri hayli zaman aldı. Kadırgadan inen leventler toprağa adımlarını atar atmaz başlarını yere eğerek toprağı öpüyorlardı. Arap İhsan uzun zamandan beri ilk kez tatlı su ile yıkanıyordu. Bu adam pek bir heybetliydi ve bunu sergilemeyi de iyi becerirdi. Lakin kısa bir zaman önce Magrip’e yaptıkları bir baskında ele geçirdiği bir esir onun bu heybetine gölge düşürür gibi olmuştu. Bu esir adının Alibaz olduğunu söylüyordu. Alibaz, oldukça haşarı bir çocuktu. Bu çocuk yüzünden Arap İhsan’ın elde edilen ganimetten alacağı pay bile düşürülmüştü.
Arap İhsan bir elinde ganimet sandığı diğer elinde yerinde duramayan Alibaz’ın kulağı ile ahşap bir evin önüne geldi. Bünyamin yatağında düşler görürken kapının sesine uyandı. Yanında babası da uyuyordu ancak o sesi duyup uyanmamıştı. Kapıyı açtığında karşısında büyük dayısını görmüş ve içeri buyur etti. Bünyamin dayısına kahvaltı hazırlarken Arap İhsan da üst kata, ismi kendi ile aynı olan ancak uzun olmasıyla anılan Uzun İhsan Efendi’nin yanına çıktı. Bu adam bir dünya haritası yapmaya heveslenmişti. Uzun İhsan Efendi yatağında uyuyor, düşler görüyordu. Alibaz, uyuyan bu adamı gördüğünde ona hayretle baktı. Çünkü bu çocukta uykusuzluk illeti vardı ve rüya gören insanların anlattıklarına da itimat etmezdi.
Pera’da Venedik Balyosunun kâtipliğini yapan Kubelik adında biri vardı. Bu adamın kötü arkadaşları onu içkiye alıştırmışlardı. Kubelik bu yüzden cezalar aldı, hatta ayağı topal kaldı. En sonunda da kâtiplik görevine son verildi ve Venedik’e gitmesi için ona maddi destekte bulunuldu. Ama o Venedik’e gitmek yerine meyhanelerde içki içmeyi tercih etti. O gece sesinden rahatsız olan biri onun kafasına bir kerpeten fırlatmıştı. O da bu olayın sabahına elinde kerpeten kapı kapı dolaşıp dişçilik yapmaya başladı. Bir gün kendisini topal bırakan Mumcubaşının dişini çekmek için götürüldü ve oradan yüklüce para kazandı. Kubelik sonrasında mesleğini yapabileceği izbe bir dükkân kiraladı. İşini ilerletiyor ancak bir o kadar da pis çalışıyordu. Bir köpek leşini teşrih etmeye karar verdi. Gördüklerini çiziyor ve yanına notlar alıyordu. Bir insan bedeninin nasıl olduğunu merak ediyordu. Bunun büyük günah olduğunu biliyordu ama merakına da engel olamıyordu. Bir gece çöpler arasında bulduğu bir eli kesip biçti. Uğursuz teşrih atlasını hazırlamaya da böyle başladı. Sarayda boğdurulan kişilerin cesetlerini ele geçirip içlerini açıyordu. Ve artık o tam bir kâşif, tam bir cerrah olmuştu.
Kubelik, Arap İhsan’a bir yakıyı yalanla dolanla satmıştı ve şimdi Galata’ya gelen Arap muhakkak ki intikam peşine düşecekti. Tahmin ettiği gibi de olmuştu. Arap İhsan, Kubelik’i evinde bulamamış ve meyhanelerde aramaya devam etmişti. En sonunda da onu buldu. Arap İhsan içinde bir kurşunun bulunduğu ve belli ki Arap İhsan’ın hayatını da borçlu olduğu bir kitabı çıkararak Kubelik’in bir an evvel onu tercüme etmesini istedi. Arap İhsan’ın kendisinden intikam almasını beklerken kitap vermesi karşısında Kubelik oldukça şaşırmıştı. Vakti zamanında düşmanın namlusundan çıkan kurşun kitaba saplanıp Arap İhsan’ın hayatını kurtarınca o da kitabı yanından ayırmamıştı. Bunun üzerine kâğıda bir şeyler yazıp verdi ancak bu kâğıt elden ele dolaşacak, kimse ne yazıldığını anlamayacaktı. Kubelik, Rendekar adında bir filozofun yazdığı bu kitabın adının “Zagon Üzerine Öttürmeler” olduğunu söyledi.
Uyku ve Uyanıklık Arası Hâller
Rivayete göre surların içindeki Ağa Çayırı’nda çingeneler yaşarmış. Bu çingenelerden yaşlı bir adam pek bir üzüntülüymüş. Derdi, oğlunun aile geleneği olan ayıcılık mesleğini yapmak istemeyişiydi. Ayı, sahibini çok seviyor, oğlunun onu üzmesine dayanamıyordu. Bu oğlanı sırf babasına sille attı diye surların dışına kadar kovalamıştı. Oğlan birkaç zaman sonra elinde sakallı bir maymunla çıkagelmiş ve babasına ayıyı değil; maymunu oynatacağını söylemiş. Babası bu habere çok üzülerek ayısını da alıp şehri terk etmiş. En sonunda da bu dünyadan ayrılmış.
Delikanlı ise maymunu oynatmaya çalışmasına rağmen bir türlü başarılı olamıyordu. Ancak bir gün maymunun hırsızlık yeteneğinin olduğunu gördü. Böylece maymunu bu işte çalıştırmaya karar verdi. Maymuna ne kadar öğretmeye çalışsa da onu dövüp sövse de bir türlü para kesesi ile tütün kesesini dahi ayırt etmeyi öğretemedi. Hatta bir ara sedef kakmalı afyon kutularına musallat oldu. Bir kutunun içinde bulunan afyonun hepsini de mideye indirince sızıp kaldı. Delikanlı da onu öldü sanıp ıssız bir yere bıraktı. Uzun İhsan Efendi’nin oğlu Bünyamin, maymuna rast gelince onu alıp eve götürdü. Maymun bu sayede gerçek bir yuvaya kavuştu. Bünyamin ona “Müşteri” adını vermişti. Artık maymun için burası sığınılacak bir kucak olmuştu. Ancak maymun rahat durmuyor dışarıda değerli ne bulsa eve taşıyordu. Hatta bir keresinde ulağın boynundan padişahın fermanını bile çalıp getirmişti. Dışarıda dikkatini çeken bir şey kalmayınca bu huyundan vazgeçti. Alibaz eve geldikten sonra ise tekrar azdı. Onunla bir olup evin altını üstüne getirir oldular.
Uzun İhsan Efendi, bir dünya haritası çizmeyi aklına koymuştu lakin bunu diğer kâşiflerden farklı olarak yerinden kımıldamadan gerçekleştirmenin peşindeydi. O bunu rüyalar ile gerçekleştirebileceğine inanıyordu. Çünkü ona göre insan uyurken ruhu diyar diyar dolanıyordu. Bu yüzden de bedeninin dolanmasına gerek görmüyordu. Onun tek ihtiyacı olan usulüne uygun olarak uyku şurubundan içerek istihareye yatmaktı. Mahallenin kocakarıları ise onun rüyalarda türlü türlü sorunlar çözdüğüne inanıyor devamlı kapısını çalıyordu.
Kubelik tercüme ettiği kitabı teslim etmek için Arap İhsan’ın evine uğradı. Arap İhsan evde olmadığı için kitabı, yeğeni Uzun İhsan Efendi aldı ve Kubelik’in “Zagon Üzerine Öttürme” adıyla yaptığı çeviriyi kurcalamaya başladı. Eser külhani bir dille tercüme edilmişti. İhsan Efendi bu eseri okudu ve kitap üzerine derin düşüncelere daldı. Her bilgiden şüphe etmesine karşın şüphe ettiğinden şüphe etmeyen bir filozofun bu düşüncelerden hareketle düşünüyor olmasını varlığının delili olarak kabul etmesi, Uzun İhsan Efendi’yi oldukça etkilemişti. Nitekim İhsan Efendi de uyuduğunda düş gördüğünden şüphe etmemesini, varlığının delili olarak kabul etmişti.
Uzun İhsan Efendi’nin oğlu Bünyamin’in, babası ve annesi ile ilgili cesaret edip de soramadığı birçok soru vardı. Yine bir gün bunları düşünürken, kafasının içini dolduran ve ona rahat vermeyen sorularından kurtulmak için babasının içtiği şurubu içip rahatça uyumak istedi. Bünyamin şerbetin dozunu kaçırmıştı. Hemen uykuya daldı ve ruhu bedeninden ayrılarak Kostantiniye’de dolaşmaya başladı. Bu şehri ilk kez tepeden görüyordu. Gezinti sırasında saraya gitti ve orada güzeller güzelli bir şehzadenin yatağında boğulduğuna şahit oldu. Sabah olmaya yakındı ki Bünyamin’in ruhu evinin penceresinden içeri girdi. Burada kendinin cansız bedenini ve ağlayan babasını gördü. Delikanlının cenazesi mezarlığa götürülüp üzerine toprak atıldı. Bünyamin’in ruhu olanları izliyor; ancak sesini duyuramıyordu. Sonrasında uyandığında kendini mezarın içinde buldu. İçindeki güven verici sese kulak vererek mezardan çıkmayı başardı. Bu sayede diri diri gömülmekten kurtuldu. Onun çıplak bedeni ile yaklaştığını gören insanların kimi dehşete düşmüş kimi de çarpılmıştı. Gören onu hortlak sanıyordu. Sonunda askerler zorla bir doktoru Bünyamin’in önüne atarak ölü mü diri mi diye baktırdıklarında onun canlı olduğu anlaşıldı. Delikanlı eve geldiğinde babası çok sevinmiş, ona açtır diye ölümü için kavrulan helvadan yedirmişti. Ayrıca oğlunun bu çileleri yaşamasına neden olan yeşil uyku şurubunu da bir cevizin dibine dökmeyi ihmal etmemişti.
Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını ücretsiz indirebilirsiniz.
kitabı okumak henüz nasip olmadı...trt dinle de radyo tiyatrosu olarak dinledim..çok güzel