Giriş
“Osmancık”, Tarık Buğra’nın en bilinen romanlarından biridir. Eser, Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarını anlatmaktadır. İlk baskısı 1983 yılında yapılan eser, Tarık Buğra ve Dinçer Sümer tarafından sahneye de uyarlanmıştır. Ayrıca Tarık Buğra “Osmancık” romanı ile 1985’te Milli Kültür Vakfı Armağanı’nı kazanmıştır.
Ölüm döşeğindeki Osman Bey’in Allah’tan bir dileği vardır: Bursa’ya, gümüş kubbenin altına gömülmek. Bir cihan devletinin temellerini atan Osman Bey, çok istediği Bursa’yı ele geçirememiş ve yerini oğlu Orhan Bey’e bırakmıştır. Eğer Bursa alınırsa ruhunu huzur içinde teslim edebilecektir. Eser, Osman Bey’in hayat hikâyesi üzerinden kurulan cihan imparatorluğunun ilk yıllarını gözler önüne sermektedir.
Bayrağı babası Ertuğrul Gazi’den devralan Osman Bey, büyük bir cihan devletinin temellerini atmış; geriye Orhan gibi güçlü bir varis ve üç kıtada hüküm sürecek olan bir devlet geleneği bırakmıştı.
Tarık Buğra, biyografi tadında hazırladığı eserinde, hem Osman Bey’in yaşamına hem de bir cihan devletinin nasıl kurulduğuna dair bilgiler sunmaktadır. Eserde, Osman Bey’in Edebali ile görüşmeleri, manevi yolda ilerleme çabası, bayrağı babasından devralması ve yeni yerler fethetmesi ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Osman Bey son nefesini verirken aslında sadece Bursa’nın fethedildiği müjdesini değil, soyunun, onun ismiyle her yerde yüceltecekleri cihan devletinin de müjdesini almıştır.
Kitap özetinden bölümler:
Osman Bey’in Hayat Hikâyesi
Osmancık, kabına sığmayan, gururu için yaşayan fevri bir gençti. Ağabeyleri gibi değildi. Ağabeyleri Gündüz ve Savcı diğer insanlar tarafından methedilirdi. Osmancık da onları çok sever; zekâlarına, göreve bağlılıklarına ve davranışlarına hayranlık duyardı. Fakat onları çok sevse de onlardan farklı olmak istiyordu. Babası Ertuğrul Gazi artık ona öğüt vermeyi bırakmış, kardeşi Gündüz ile uğraşıyordu. Böyle bir durumu gurur konusu etmesi gerekirken babasının kendisini serbest bırakmasından dolayı mutluydu. Kirpikleri gür, kaşları kalın, gözleri ışıl ışıldı Osmancık’ın. Çevrede onu seven kız çoktu. Onun gönlü ise bir kızda sabit kalmıyor, farklı kızlara kayıp duruyordu. Hayatına bambaşka bir yön veren olay ise Şeyh Edebali ile tanışması oldu.
Obada göç zamanıydı. Bu göç, Söğüt-Domaniç arasında yapılan kısa göçler gibi değildi. Günlerce hatta mevsimlerce ilerleyip yavaş yavaş gidecekleri hedefe ulaşacaklardı. Bir Domaniç gecesiydi: Osmancık vadinin kıyısındaki Sivri Kaya’ya gidiyordu. Ufuk çizgisine bakıp hayale daldığı sırada Edebali ile karşılaştı. Osman’ın babası Ertuğrul Bey, Şeyh Edebali’nin öğütlerini dinleyerek büyümüştü. Edebali bu sefer Osman’a nasihatte bulunmak için gelmişti. Osman’a çok öfkeli olduğunu bu huyunu terk etmesi gerektiğini söyledi.
Bir başka gün, av dönüşünde yine karşılaştı onunla. Edebali bu sefer, babası Ertuğrul Gazi’nin tahtını kardeşi Gündüz’e vermesinin onu incitip incitmeyeceğini sordu. Osman ise o tahtın kardeşi Gündüz’e yakışacağını, akıllı uslu olanın o olduğunu söyledi. Hatta Edebali’ye ona saygı duyduğunu fakat kardeşiyle arasına girmemesi gerektiğini de ifade etti. Doksanı bulan yaşıyla hâlâ dinçliğini koruyan Ertuğrul Gazi o akşam Osman’ı yanına çağırıp ona Edebali’ye karşı çıkmaması gerektiğini, onun dediklerinin hiç bir zaman yanlış olmayacağına öğütledi.
Mihail Kosses ile Tanışma
Osman başka bir av dönüşü sırasında beş atlının üç kişiye saldırdığını gördü. O üç kişiden biri yerde cansız yatmaktaydı. Biri ise yaralıydı. Hemen onların yardımına koştu. Osman’ı gören atlılar kaçmaya başladı. Yaralı olan kişi Osman’a teşekkür edip ismini ve nerede yaşadığını sordu. Soruyu soran Mihail Kosses idi. Osman ismini ve nerede yaşadığını söyledikten sonra, adamların neden onlara saldırdıklarını sordu. Mihail Kosses, onların Aya Nikola’nın adamları olduklarını, topluca yol kesip adam soyduklarını söyledi. Osman onların hayatlarını kurtarmıştı. Beraber yürümeye başladılar. Mihail, Osman’ı diğer arkadaşı Kalanoz ile tanıştırdı. Kalanoz, Karaca hisar tekfurunun oğluydu. Mihail’in evine vardıklarında onu babası ve kız kardeşi Zoe ile tanıştırdı. Onlara, kendisini bu Türk’ün kurtardığını, isminin de Osman olduğunu söyledi. Ev halkı ona sevgi ve saygı gösterdi. Osman’ın gözü sürekli Mihail’in kardeşi Zoe’ye kayıyordu.
Sonraki günlerde Mihail, Osman’a davetçiler gönderdi. Osman, davetçileri çok güzel bir şekilde ağırlayıp hediyeler verdi. Onları uğurlarken de davetten çok memnun olduğunu, Mihail’e tekrar uğrayacağını söyledi. Davetçiler gittikten sonra kardeşi Gündüz, bu kâfirlere güvenmemesi gerektiğini söyledi. Osman ise Mihail’in kötü birisi olmadığını belirtti. Mihail Osman’a çok yakınlık göstermekteydi. Osman da Mihail’e ve onun ailesine çok yakınlık gösterdi. Bu yakınlığın asıl sebebi Zoe’ydi. Zoe, onu kendine çekmişti. O olmasa Mihaillere uğramayacaktı bile. Zoe’nin yarım yamalak Türkçesini özlüyor, kendisinin azıcık Rumcasıyla ona karşılık verdiğini hayal ediyordu. Osman, Mihail’in arkadaşı Kalanoz’u ise hiç sevmemişti. Çünkü Kalanoz Zoe’ye âşıktı. Mihail de Osman’ın Zoe’ye karşı hislerini öğrenmiş ve bu duruma karşı çıkmıştı. Kalanoz’un bu olayı duyarsa onu rahat bırakmayacağını düşünüyordu. Ayrıca Mihail Osman’a artık yalnız değil, adamlarıyla gelmesi gerektiğini söyledi. Çünkü Kalanoz’un adamları her yerdeydi. Osman bu uyarıyı dikkate almıştı, artık Mihail ile çok az görüşüyordu.
Osman Alınyazısını Takip ediyor
Bir gün İnönü Beyi Mahmut, Osman’ı evine davet etmişti. Ziyafete Eskişehir Beyi Alzahid, Kulaca Kalesi’nin tekfuru Yorgopulos ve o çevrenin önde gelenlerini çağırmıştı. Osman orada istediğinden yedi istediğinden içti. Herkes bir köşede sızıp kaldığında atına atlayıp İtburnuna gitti. Büyük kaderine doğru ilerliyordu. Şeyh Edebali’nin tekkesine gelmişti. Dursun Fakı ile karşılaştı. Osman Şeyh ile görüşmek istiyordu. Dursun Fakı, şu anda Şeyh ile konuşmasının uygun olmayacağını söyledi. Ancak Şeyhin, onun burada istediği kadar kalabileceğini ilettiğini söyledi ve ona bir oda gösterdi. Babası Ertuğrul Gazi’nin de gençliğinde bu odada yattığını anlattı. Dursun Fakı gidince odada bir başına kalan Osman odayı incelemeye koyuldu. Duvarda ipekten bir seccade vardı. Onun yakınında bir şamdan, şamdanın yanında da Bizans ve Selçuklu sikkeleri vardı. Dışarı bakmak için pencereye yöneldi. Dışarıda Malhun Hatun’u gördü. Bu öyle bir görmekti ki sanki onu görmekten de öte düşlediğini sandı. Ancak görüntünün yok oluşuyla kendine gelebildi. Oturduğu bu odada zamanında Ertuğrul Gazi de oturmuş, odadaki Mushaf’ı alıp okumuş ve oracıkta uyuyakalmıştı. Bu uyku esnasında aklına yerleşen bir rüya görmüştü. Bu rüyada Mushaf konuşmaktaydı. Ona Ertuğrul Gazi’nin soyunun şerefinin Allah kelamına gösterdiği sevgiye bağlı olduğunu söyledi. Sabah Şeyh Edebali ve Dursun Fakı Ertuğrul Gazi’nin yanına gelmişlerdi. Edebali onun gördüğü rüyayı, ilahi müjde olarak nitelendirmişti. Tanrıdan, Kayı Beylerine Ertuğrul Gazi’nin sinesinin saflığı ve imanını vermesini istemişti. Herkes bu duaya “Âmin”, demişti.
Osman tekkedekilerle beraber yemeğini yedi. Gidip gitmemek konusunda tereddüt etti. Bu zamana kadar hiçbir konu böyle elini, kolunu bağlamamıştı. Edebali’nin bahçesini gören pencerenin önünde hareketsiz dururken içini bir huzur kapladı. Aslında onu orada bekleten güç, Malhun Hatun’du. Ona âşık olmuştu. Kapıda ilk gördüğü kişiyi tutup pencerenin önüne götürdü ve dışarıdakinin kim olduğunu sordu. Osman’ın getirdiği çocuk, dışarıdakinin ablası “Malhun Hatun” olduğunu söyledi. Osman, Şeyh Edebali’nin kızına vurulmuştu. Edebali’nin oğlu Hüsameddin’e, babasının hasta olup olmadığını sordu. Çünkü geleli epey vakit olmasına rağmen Şeyh Edebali ile görüşememişti.
Osman o gün ve sonraki gün de İtburnu’nda kaldı. Orada kaldığı müddetçe ara ara Malhun Hatun’u görüyor, ona karşı tutkusu gittikçe artıyordu. Tekkede olup bitenleri umursamıyordu. Kimin geldiği kimin gittiği onun için önemli değildi. Üçüncü günün sabahında dışarı çıkıp bahçe duvarının dibinde Malhun Hatun’u izlemeye koyuldu. Hatta ona adıyla seslendi. Kız durup gülümsedi. “Buyur” diyerek karşılık verdi. Osman bir anlık bocaladı, ne diyeceğini şaşırdı. Ağzından sadece “Ben” kelimesi çıkmıştı. Malhun Hatun Osman’a onu tanıdığını, Ertuğrul Gazi’nin oğlu Osmancık olduğunu bildiğini söyledi. İşte o zaman Osman ona açılabildi ve onu sevdiğini söyleyebildi. Kız durakladı ve hafifçe titredi. Sevdiğini duyunca “İstet babana” cevabını verdi.
O akşam Dursun Fakı Osman’a Şeyh Edebali’nin onu görmek istediğini iletti. Dursun Fakı, Osman’ı tekkenin arkasındaki tek katlı eve götürdü. Edebali, tabanına hasır serilmiş bir odada keçe üstünde oturuyordu. Osman yanına varıp elini öpmek istedi fakat Edebali elini vermedi. Osman, sadece ona bir şey anlatmak istediğine değindi. Uzatmadan kızı Malhun Hatun’a vurulduğunu itiraf etti. Odanın arkasından “Hiih!” diye bir ses geldi, duydukları karşısında çok şaşıran Dursun Fakı’nın sesiydi bu. Edebali ise hiç şaşırmamış, sadece gülümsemişti. Daha sonra ona, oyalanmadan Söğüt’e gitmesini, anasına ve babasına danışmasını söyledi. Hemen atına atlayan Osman, dörtnala uzaklaştı. Atı Al-Işık Osman’ın nereye varmak istediğini bilir ve onu en kısa sürede oraya götürürdü.
Söğüt’e geldiğinde yatsı ezanı okunuyordu. Hava yağmurlu ve soğuktu, kar yağacağa benziyordu. Doğruca eve gitti ve olanları hemen annesine anlattı. Annesine babasıyla konuşmasını ve Malhun Hatun’u kendine istemelerini söyledi. Edebali ise bütün gece Osman’ı düşündü. Osman sinirliydi, burnundan kıl aldırtmayan bir yapıya sahipti, gururluydu. Edebali, Malhun Hatun’u canından çok severdi. Ertuğrul Gazi’nin adamları düşüncelerini öğrenmek için Edebali’ye vardıklarında, Edebali onlara Malhun Hatun ve Osman’ın birbirlerine uygun olmadıkları cevabını verdi. Bunun üzerine Osman mecnuna döndü. Dağlara çıkıyor, avlara gidiyor, eğlence meclislerinde yatıp kalkıyordu. Babası Ertuğrul Gazi, kızın yoluna çıkmamasını ve Edebali’yi üzmemesini söylemişti, fakat Osman bu söze uymuyordu. Bir gün Malhun Hatun’un önüne çıkıp kendisiyle kaçmasını bile teklif etmişti. Malhun Hatun ise babasının sözünden çıkamayacağını belirtmişti. Ona, kavuşmalarının tek yolunun babası Edebali için uygun hâle gelmesi olduğunu söyledi. Osman düşündü ve değişmesi gerektiğini, Edebali’nin istediği gibi olması gerektiğini anladı. Duygularını açığa vurmakta, sevgilisi için methiyeler düzmekte, Malhun Hatun’un güzelliklerini herkese anlatmaktaydı. Bu arada Eskişehir Beyi Al Zahid, Edebali’ye dünürler göndermişti. Edebali, Al Zahid’i çok iyi tanıyor, onun ne kadar kötü yaradılışlı biri olduğunu biliyordu. Bu nedenle onları reddetmişti.
Bu sırada Ertuğrul Gazi doksanlı yaşlarına yaklaşmıştı. Oğullarından Savcı’yı göç işleri ile ilgilenmesi için görevlendirmişti. Diğer oğlu Gündüz akıllıydı fakat yönetici kabiliyeti yoktu. Yiğit ve savaşçıydı ancak atılgan ve yol gösterici değildi. Gündüz’de olmayan nitelikler Osman’da vardı. Fakat Osman da yönetmeye değil yönetilmeye alışıktı, soy kavramına yabancıydı. Edebali kızını seven Osman’ı eline alırsa Kayı boyunu da eline almış olacaktı.
Osman Gazi, Malhun Hatun için umudunu kesmedi çünkü Edebali, Malhun Hatun’u isteyen herkesi geri çevirmekteydi. Aslında Edebali’nin kendisinin bir şeyler yapmasını beklediğini anlamış, fakat onun rızasını alabilmek amacıyla neler yapmak gerektiğini bir türlü keşfedememişti. Bunun ne olduğunu öğrenmek için Edebali’ye gitmiş ama Edebali vakti olmadığı gerekçesiyle onu hep geri çevirmişti.
Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını ücretsiz indirebilirsiniz.