Öfke gösterme biçimi, genellikle cinsiyetlere göre farklılık arz eder. Erkeklerin öfke duymaları ve bunu açıkça belli etmeleri toplum tarafından oldukça normal karşılanırken kadınların, öfkeleniyor olması bile sorun kabul edilir. Kadınların daima verici, alttan alan ve sabreden taraf olması beklenir. Bunu yapmaktan imtina edenler için ise acımasız eleştiriler yapılır, korkunç etiketler yapıştırılır. Erkekler, öfkelerini ifade ederken dahi bunu, kadınlar aracılığı ile yapmaktan çekinmezler. Dikkat edilirse küfürlerin hemen hepsi kadınların üzerinden geliştirilmiştir. Öfkeli kadınlar itici ve sevimsiz bulunur. Öfkenin sebebinin ne olduğuna bakılmaksızın toplumda ondan uzaklaşma ve uzaklaştırma dürtüsü hâkimdir.
Toplumun kadınlara belirlediği konum nedeniyle genellikle kadınlar, kendi benliklerine ve ilişki içinde bulundukları konuma dair netlik gösteremezler. Bu durum, onların ilişkilerini ve öfkelerini farklı kanallara yönlendirmesine neden olmaktadır. Başkasını suçlama, arkadan konuşma, yetersiz yüklenme ya da aşırı yüklenme, takipçi olma, mesafe koyma, ayrılma ve öfkeyi üçüncü şahıslara yönlendirme gibi davranış biçimleri gösterebilirler. Bu tür davranışların tanımını örnekleriyle bulabileceğiniz bu eserde, yaşanmış hadiseleri kendi rehberliğiniz için kullanabilir, ilişkilerinizdeki konumunuzu belirleme ve benliğinizi keşfetme konusunda cesaretli adımlar atabilirsiniz.
İnsan, sosyal bir varlık olarak daima çevresi ile ilişki içindedir. Bu ilişkilerde, açıklık ve duyguların doğru aktarımı oldukça önemlidir. Ancak kadınlar, konumları ve toplumun onlara biçtiği roller nedeniyle pek çok zaman kendi konumlarını belirleyerek ilişkilerini netleştirmede sorunlar yaşarlar. Bu tür sorunlar, öfke duygusunun gelişmesine zemin hazırlarken ilişkilerin daha karmaşık ve tıkanmış hâle gelmesine neden olur. Kadınlar, kendi konumlarını belirlemede zorluk yaşadıkları ve benliklerini geliştiremedikleri için ilişkilerinde ya öfke duygusunu bastırmaya ya da yanlış yönde ifade etmeye eğilimlidir. Asıl sebepler yerine sözde sebeplerin altına gizledikleri öfkeleri, gerçek sorunların gün yüzüne çıkmasını engeller. Bunun sonucunda asıl nedenden uzak problemler ile boğuşmak zorunda kalmalarına karşın, olumlu ve çözüme ulaştıran eylemlerden uzak kalırlar.
Dr. Harriet Lerner tarafından hazırlanan öfkenin ifade ediliş biçimleri, öfkenin altında yatan sebepler ve kadınların ilişkilerdeki konumları hakkında detaylar bulacağınız bu eser sayesinde, kendi ilişkilerinizdeki konumuzu belirleyebilir; neye, niçin öfkeli olduğunuzu keşfedebilirsiniz. İlişkiler ve iletişime dair çarpıcı önerilerin yer aldığı kitap, yönetmekte ya da dengelemekte zorlandığınız ilişkileriniz hakkında size rehberlik etmeyi amaçlıyor.
Kitap özetinden bölümler:
Öfkeyi Gösterebilmek
Öfke, insanın çeşitli duygu durumlarına işaret eden, bastırılmış farklı duygular nedeniyle ortaya çıkabilecek bir histir. Fazla fedakârlık, öfkenin nedenlerinden olabileceği gibi hayatımızda bir şeylerin yolunda gitmediğinin göstergesi de sayılabilir.
Kişinin öfkesinin haklı olup olmadığını sorgulaması, onu faydalı cevaplara ulaştırmaz. Bunun yerine neye öfkeli olduğunu ve sorunun ne olduğunu bulmaya çalışması çok daha yararlı olacaktır. “Öfke neden var?” diye sormak anlamsızdır, zira öfke, bir şekilde hissedilir. Onun varlığını kabul etmek ve bunu ortaya çıkaran sebepleri anlamaya çalışmak gerekir. Hissedilen, öfke bile olsa insanı herhangi bir duyguyu hissettiği için suçlamak, oldukça yanlıştır.
Öfke duymak, her ne kadar doğal olsa da öfkeyi dışa vurmak her zaman olumlu sonuçların doğmasını ve sorunun çözülmesini sağlamaz. Üstelik kimi zaman durumu daha beter hâle getirip haksızlığı kabul etmeye ve bizi mecburen boyun eğmeye zorlayabilir. Yapılması gereken ne öfkeyi yanlış biçimde ifade etmek ne de öfke duygusunu içimize atıp yok saymaktır. Yapılması gereken, en uygun davranış biçimini bulmak ve bu şekilde davranmaktır.
Kadınların takındığı tavırlara bakılarak öfkenin genellikle iki biçimde yönlendirildiğini görmek mümkündür. Bunlardan ilki “İyi kız” diğeri “Şirret kadın” sendromu olarak sınıflandırılabilir. İyi kızlar; öfkelerini belli etmeyen, duygularını bastıran ve genellikle suçluluk psikolojisine sahip tiplerdir. Onlar, verici olmadıklarında çoğu zaman suçlu hissettikleri için öfke duygusunu hissedemezler çünkü öfke ve suçluluğun bir arada bulunması oldukça zordur. Bu tip kadınların hissettikleri öfke, sürekli bastırıldığı ya da farklı duygulara isnat edildiği için yıllar içinde patlamaya hazır bir volkan oluşur. Şirret kadınlar ise iyi kızların aksine öfkelerini göstermek konusunda sorun yaşamazlar. Fakat gösterdikleri öfke, onların olumlu bir kazanım elde etmelerini sağlamaz. Toplum içinde itici görülen ve alçaltıcı biçimde etiketlenmiş bu tür kadınlar, sindirilmek ve bastırılmak istenir.
Katıldığım bir konferansta bir meslektaşım hışımla yerinden kalkıp ve anlatıcı kadın için “Ne kadar öfkeli bir kadın!” diyerek salonu terk etti. Genç kadın, dayak yiyen kadınlar hakkında bir bildiri sunuyordu ve kadının sadece öfkeli görünmesi bile toplumdaki bireylerin ona karşı önyargılı olmasına yetmişti. Öfkeli kadınları bir tehdit unsuru olarak gören toplum, bu tür kadınları iğdiş etmekten imtina etmez. Öfkeli kadınların bu kadar tehlikeli görülmesinin bir sebebi ise; öfkeli kadınların sormaya ve sorgulamaya olan eğilimleridir. Soran ve sorgulayan insan değişmeyi ve değiştirmeyi kabul eder. Öfkeli, sorgulayan ve değişime açık bir kadın ise aynı zamanda büyük bir değişime öncülük edebilecek niteliktedir.
Öfkeyi Nasıl Gösteriyoruz?
Öfkelenmek kadar öfkenin açığa çıkma biçimi de oldukça önemlidir. Bazı kadınlar, öfkelerini göstermek konusunda değil ama öfke duygusundan olumlu bir sonuç elde etmek konusunda hataya düşerler. Aslında pek çok kişinin de yaptığı şey; öfkeyi asıl sebepten uzak, sözde sebepler üzerinde yoğunlaştırmaktır. Barbara adındaki bir kadın, benim seminerime gelemeyeceğini söylemek için aradığında şunları söyledi: “Bu seminere gelmeyi çok istiyorum. Öfkeye dair grup çalışmasının bana ne kadar iyi geleceğinin farkındayım. Ancak kocamı bu fikre ikna etmek mümkün olmadı. Onun, seminerin bir işe yaramayacağını düşündüğü için gelmemi kabul etmemesi üzerine çok öfkelendim ve onunla kavga ettim ancak yine de fikrini değiştirmeyi başaramadım. Bütün gece çok sinirli olduğum için ciddi şekilde başım ağrıdı. Aslında bu olay bile öfke kontrolü ile ilgili seminerin benim için iyi olacağını gösteriyor.”
Barbara, öfkesini karşısındakine göstermekten çekinmeyen kadınlardandı. Öfkesini bastırmıyor, içinden gelen duyguları karşısındakine ifade ediyordu. Fakat Barbara’nın yapamadığı; değişimi gerçekleştirmekti. Öfke enerjisini değişimi gerçekleştirecek asıl konuya odaklamıyor, bunun yerine basit yan öğeler üzerinde duruyordu. Onların ilişkisinde asıl sorun, karar merciinin kocası olmasıydı. Barbara, kendi kararının sorgulanması ve nihai kararın eşi tarafından verilmesi hususu üzerine eğilmemiş, benim seminerimin kendisine faydalı olup olmayacağı konusu üzerine eşiyle tartışmaya girmişti. Oysa asıl sıkıntı, Barbara’nın kendi benliğini ortaya koyamaması, bir diğer deyişle “Benliksizleşme” idi.
Benliksizleşme, pek çok kadının hayat boyu maruz kaldığı ya da kalma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bir konumdur. Onların yerine karar alan eşleri yüzünden kendi tercihlerini ve fikirlerini ortaya koyamadıkları için benliklerini geliştirmeleri zordur. Bazı kadınlar, eşlerinin fikirlerini kendi fikirleriymiş gibi yaparak bu durumdan sıyrılmaya çalışırlar. Örneğin, Barbara olayındaki gibi bir olayda bu tür bir kadın, önce gitmek istediği seminerden eşine bahseder ardından eşinden gelecek tepkiye göre kendi konumunu ayarlar. Eşi gitmesine karşı çıktıysa, “Zaten ben de pek gitmek istemiyordum. Faydalı olacağı bile meçhul.” gibi bir düşünce ile eşinin fikrini sanki kendi fikriymiş gibi sahiplenir. Bu tür durumlarda biz olmanın getirdiği aşırı birlik hâli, kişinin kendi benliğinin silikleşmesine ve ayrılık gibi durumlarda büyük travmalar yaşamasına neden olabilir.
Barbara’nın konumundaki bir kadın, eğer gerçekten ilişkisinde kendi benliğini ortaya koymayı isteseydi var olan gerçek sorun üzerine eğilerek; “Grup terapisine gitmek istiyorum ve benim için faydalı olacağını düşünüyorum.” der ve bu konudaki kararlılığını dile getirdikten sonra eşini yalnızca bilgilendirme yoluna gidebilirdi. Kavga etmek, eşinin onayını almaya çalışmak ve onu fikrini değiştirmeye zorlamak gibi davranışlara girmeden sadece kendi kararını verebileceğini belirtebilirdi. Böyle bir değişim ve kararlılık, karşı tarafta elbette bir tedirginlik hissi oluştururdu. Fakat gerçek çözüme giden yolda adım atan Barbara, bu şekilde kendi hayatına dair kararları kendisinin alabileceğini ifade etmiş ve ilişki içindeki konumunu değiştirip öfkesindeki enerjiyi kendisi için olumlu sonuç doğuracak bir kanala yönlendirmiş olurdu. Ne elde edemedikleri için sinir krizlerine girer ne de boş yere baş ağrısı çekerdi. Değişim, beraberinde tedirginliği ve belirsizliği getirir; bu nedenle de büyük cesaret ister. Barbara kendi hayatı ve ilişkisi için büyük ve belirsiz bir değişimi istemiyordu. Bu yüzden de eşinin fikrini değiştirmeye çalışıyordu.
İlk Aile ile Olan İlişki Çıkmazları
Hayata bakış açısını belirleyen ve kişilerin dış dünya ile ilişki kurma biçimlerinin temelini attıkları yer, ilk aile ortamıdır. Genellikle bireyler ilk ailelerinde gördüklerini, diğer insanlarla olan ilişkilerine taşırlar. Bana cinsel isteksizlik ve baş ağrısı şikâyetleri ile gelen Maggie’nin sorunun temeli annesi ile olan ilişkilerinde yatıyordu. Maggie evlenmiş, ayrı bir aileye ve bir bebeğe sahip olmuştu fakat annesine duyduğu öfkeyi hâlâ içinde taşıyordu. Seanslarda üzerinde yoğunlukla durduğu konu buydu. Anlattığına göre; annesi kendisini sürekli eleştiriyor, aşırı müdahale ediyor ve yaptıklarına karışıyordu. Anne ve babası ayrıldıktan sonra Maggie, babasıyla irtibatı tamamen koparmıştı. Annesi ile ise yılda bir kez, Maggie’nin evine yatılı misafir olarak geldiklerinde görüşüyorlardı. Fakat bu görüşmeler bile her seferinde büyük öfke krizleri ve kavgalarla sonuçlanıyordu.
Anne-kız sürekli birbirleri ile şu veya bu sebepten kavga ediyorlardı. Tahmin edeceğiniz üzere bu anne-kız ilişkisinde kavga ve öfkenin sebebi, gerçek sorun değil, sözde sorun oluyordu. Kimi zaman bebeğin bakımı ile ilgili hususlarda anlaşamadıkları için kimi zaman annesi Maggie’nin yaptığı harcamaları onaylamadığı için kavga ediyorlar, fakat sorunun asıl kaynağına inmeyi her iki taraf da düşünmüyordu. Oysa aralarındaki asıl problem, Maggie’nin kendi benliğini kazanmamış olmasıydı. Maggie, kendine ait bir aile kurmuştu ama yine de annesinden ayrı bir kadın olma sorumluluğunu almaktan korkuyordu. Bu yüzden de asıl sorunun kaynağına inmek yerine öfkesini yüzeysel sebeplerle dışa vuruyordu. Birlikte gerçekleştirdiğimiz terapi esnasında ona annesini niçin bu kadar çok koruduğunu sorduğumdaki tepkisi şaşkınlıktı. “Anneme o kadar sinir oluyorum ki onu görmeye bile tahammül edemiyorum. Sürekli kavga ediyoruz; onu koruduğumu nasıl söylersiniz?” dediğinde ona şöyle cevap verdim: “Onu o kadar çok koruyorsun ki ettiğin kavgalarla senin, nerede durduğunu anlamasını engelliyorsun. Hiçbir işe yaramayan kavgalarla annenin senin konumunu idrak etmesinin önünü tıkıyorsun.”
Maggie, konumu hakkında net bir düşünceye sahip değildi. Uyarım ile bu konu üzerinde düşünmeye başladı ve aslında nerede durduğunu bilemediğini, gördü ve görüşme sonrasında asıl sorun hakkında düşünmeye başladı. Artık kendi konumuna ve ne istediğine yönelen düşünceleriyle annesini değiştirmeye ya da yönetmeye uğraşmıyordu. Bebeğini kendisi büyütmek ve ona kendi anneliğini yapmak istiyordu. Öte yandan evlenmiş olmasının, anne babasının boşanmalarıyla bir ilgisi olduğuna dair içindeki şüpheler de gün yüzüne çıktı. Bu konu hakkında düşünürken, annesini yeni kurduğu ailenin dışında tutmak istemediğini, fark etti. Bu tür farkındalıklar, onu somut bir adım atmaya teşvik etti.
Bir gün yine bebeğin uyutulması konusunda annesiyle tartışmak üzereyken annesini karşısına alıp sözde sebepleri bir kenara bırakarak asıl sorun hakkında konuşmaya başladı. Konuşurken içinde yükselen öfkeyi dizginliyor, asıl ulaşmak istediği noktaya düşüncelerini odaklıyordu. Annesine bebeğini kendi doğru ve yanlışlarıyla büyütmek istediğini açık yüreklilikle ifade etti. Annesi ile etapta şaşırdı ve kızındaki bu yeni tavır onu korkuttu. Aynı şey aslında Maggie’yi de korkutuyor ve annesinin nasıl bir tepki vereceğini bilemiyordu.
Annesi eski ilişkilerine geri dönmek için Maggie’yi öfkelendirmeye ve kavga etmesini sağlamak adına kışkırtmaya çalışsa da Maggie sinirlenmedi ve kararının arkasında durdu. Bu değişim, her ikisi için de beraberinde sancılar barındıran ve tek seferlik bir uygulama ile aşılabilecek bir durum değildi. Maggie’nin ne olursa olsun bundan sonraki süreçte de aynı tavrı koruması gerekiyordu. Bunu başaran Maggie, sonunda annesi ile yakın bir ilişki kurmayı başardı. Eskiden konuşulmayan konuları konuşmaya ve kavga etmeden iletişim kurmaya başladılar. Bununla birlikte bana çözmek için geldiği, baş ağrısı ve cinsel isteksizlik şikayetleri de ortadan kayboldu.
Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını indirebilirsiniz.