İskender Pala’nın 'Şah ve Sultan' kitap özeti

İskender Pala’nın “Şah ve Sultan” kitabı Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim ile Safevilerin lideri Şah İsmail’in mücadelesine odaklanan tarihi bir romandır. Trabzon sancağında şehzade olan Selim’in Doğu’ya hüküm süren bir padişah olma serüveninde onun korkusuz mizacı, siyaseti, hırsları, aşkı romanda anlatılmaktadır. Tamamına Hap Kitap uygulamasından ulaşabileceğiniz kitabın özet ve ses kayıtlarına dair bilgilendirme içeriğini istifadelerinize sunuyoruz.

İskender Pala’nın 'Şah ve Sultan' kitap özeti

Giriş

İskender Pala’nın “Şah ve Sultan kitabı Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim ile Safevilerin lideri Şah İsmail’in mücadelesine odaklanan tarihi bir romandır. Trabzon sancağında şehzade olan Selim’in Doğu’ya hüküm süren bir padişah olma serüveninde onun korkusuz mizacı, siyaseti, hırsları, aşkı romanda anlatılmaktadır. Yavuz Sultan Selim dışında romanın ana kurgusunda ve arka planında Safeviler ve Şah İsmail, Sünni ve Şii çekişmeleri, siyasetin ayırdığı kardeşlik, aşk ilişkileri gibi çeşitli konular ve temalar anlatılmaktadır.

Kitapta ayrılan her bölüm ayrı ayrı kahramanlar tarafından aktarılmaktadır. Romanda Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail dışındaki temel karakterler Şah İsmail’in yanında yer alan ve onun akrabası olduğunu bilmeyen Kamber, Şah’ın eşi ve Selim’in savaş meydanından getirdiği Taçlı, birbirlerinden ayrı yaşayan iki padişahın da en yakınında yer alan Hasan ve Hüseyin isimli kardeşlerdir.

 Romanda Anadolu’da meydana gelen ayaklanmalar, Şahkulu isyanı, Kızılbaşlar, Çaldıran Savaşı, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi gibi tarihi olaylara da yer verilmektedir. Bununla birlikte Şehzade Selim’in derviş kılığında Şah İsmail’in sarayına girip onunla satranç oynaması ve onu mağlup etmesi, Şah ile Sultan arasındaki iğneleyici mektuplaşmalar ve hediyeleşmeler, babasının Sultan Selim’e ettiği beddua, Sultan Selim ve çadırda karşılaştığı kızın karşılıklı mektuplaşmaları, Şah İsmail ve Sultan Selim’in kulağına taktığı küpe gibi konular da romanda kendisine yer bulmaktadır.

Emri altındakilere son derece katı, sert ve acımasız olan her iki padişahın da son derece duygusal ve manalı şiirler yazacak naiflikte olması, şairlere ve ilim insanlarına cömert ve şefkatli olması, padişah oldukları kadar birer de âşık ve şair olmalarına birçok bölümde değinilmektedir.

“Şah ve Sultan” Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail’in mücadelelerini anlattığı ölçüde Sünnilik ve Aleviliği de anlatan, savaş ve barışı, kardeşlik ve düşmanlığı, şefkat ve zalimliği barındıran, aşktan, şiirden ve tarihten ilhamını alan bir romandır. Kitap aynı zamanda tarihi figürlerin insani yönlerini, tutkularını, yaşadıkları karakter değişimlerini ve manevi dönüşümlerini de gözler önüne sermektedir.

Kitap özetinden bölümler:

Kamber’in Yolculuğu

Kamber, tek akrabası olduğunu düşündüğü Babaydar ile sıradan bir hayat yaşamaktaydı. Babaydar’ın gerçekte kendisinin nesi olduğunu bilmemekteydi. Yine bir yaz günü bostan işleri ile uğraşıp huzurla uyuyacakları geceye ulaştıklarında Babaydar, Kamber’i karşısına alarak “Bütün inançların temeli sevgidir.” diyerek sözlerine başlamıştı. Söylediği sözlerin bazılarını Kamber anlamakta zorluk çekse de onun gözünde bir ermiş heybetine bürünmüştü. Kamber’e farklı duygular hissettiren bu gece devam ederken derinlerden gelen sesleri kulağı işitti. Duyduğu sesleri Babaydar’a söylediğinde, o çok heyecanlanmış ve Kızılbaşların geldiğini söylemişti. Kamber Kızılbaşların kim olduğunu sorduğunda o, Kıble-i Âlem Şeyh İsmail ile onu mübarek müritleri olduğunu söylemişti. O gece Babaydar ve Kamber, dünyada birbirlerinden başkası olmayan bu iki can Şeyh İsmail’den uzun uzun bahsettiler.

Kamber gözlerini açtığı zaman Babaydar’la birlikte kızıl sarık sarınmış üç nökeri karşısında gördü. Ona bir yıldız kesesi uzattı ve bu keseyi hiç kaybetmemesini ve içindeki yıldızların onun kaderini belirleyeceğini söyledikten sonra veda ederek ayrıldılar. Kamber bu ayrılığa ve neden gönderildiğine bir mana veremiyor, bu nökerler tarafından nereye neden götürüldüğünü de bilmiyordu. Bu ayrılıkla ilgili hüzünlü düşünceler içindeyken Babaydar’ın söylediklerini düşünüyordu. Bir an onun söylediklerini kafasının içinde duyar gibi oldu. Sonrasında Babaydar’ın dediği gibi sevgiyi bulmaya ant içti. Çünkü sevgiyi bulursa tekrardan onu yanında hissedebilecekti. Ağlayışları biraz sakinleştiği anda beraber yol aldığı süvariye nereye gideceklerini sordu. Süvari de neşeli bir sesle Erdebil’e gideceklerini söyledi.

Tebriz’de aralarında Sünni âlimlerden biri olan inci taciri Osman Alp’in oğlu Ömer ile Şii Afşar Sultan Ali Mirza’nın kızı Bihruze’nin de olduğu sekiz çocuk sıbyan mektebinin bahçesinde Farsça kıraat dersleri alıyorlardı. Bu çocuklardan dördü hanende diğer dördü de sazende olarak yetişiyordu. Ömer şarkı söylüyor Bihruze ise tomağını üflüyordu. Hocası Bihruze’nin musiki yeteneklerini çok beğeniyor ve onu her fırsatta övüyordu. Bir gün musiki faslı bittiği zaman Hace muallim, yazı meşki için çocukların okumaktan ve dinlemekten hoşlandığı öykülerin olduğu kitabı çıkardı. Bütün çocuklar çok mutlu olmuş bir an önce öyküyü dinlemek istemişlerdi. Öykü okunduğu vakit Ömer eğilerek yanında oturan Bihruze’nin kulağına hayranlık uyandıran sözcükler fısıldamıştı. Bihruze ise bu sözcükler karşısında utanıp yüzünü saklamaya çalışıyordu. Hikâye bittiği zaman herkes onun etkisindeydi. Ömer ile Bihruze ise ellerini birbirlerine kenetlemiş olarak buldular ve bunun nasıl olduğuna şaşırıp kaldılar. Elleri birbirlerinden ayrıldığında ikisi de ilk kez hissettikleri bir duygunun içine düşmüşlerdi. Bihruze konağa geldiğinde avucunda bir şey olduğunu fark etti. Avucunu açtığında Ömer’in cüz kesesinde sakladığı delinmemiş iki inci tanesinden biri olduğunu gördü. Bu incilerden diğeri ise Ömer’deydi ve bu Bihruze’yi çok mutlu etmişti.

Kamber ağlayarak yol alırken yanında ki süvari onunla konuşmaya başladı. Adının Hasan olduğunu ve onu Kıble-i Âlem Şeyh İsmail’e götüreceklerini söyledi. Hasan, Kamber’e Şeyh İsmail’i sordu ve onu anlatabileceğini söyledi. Kalender kabul edince de başladı ona anlatmaya. Hasan Şeyh İsmail’in yanına gidebilmek için ikizi Hüseyin’den ayrılmıştır. Hasan konuşup Kamber dinlemeye devam ederken karargâha geldiler ve Kamber hiç tanımadığı bir kalabalığın arasında buldu kendini. Burada süslü bir çadıra giren Kamber içeriye bir delikanlının geldiğini ve oradakilerin saygıyla eğildiğini gördü. O zaman bu gelenin Şeyh İsmail olduğunu anladı.

Şah ve Şii Siyaseti

Trabzon’da bulunan Şehzade Selim atının üzerinde, binlerce askerinin arasında onlara hitap etmek için ilerliyordu. Kalabalığa doğru keskin bakışlarını çevirdi ve bir anda hiç kimseden çıt çıkmaz oldu. Konuşmasına başlayan Şehzade’yi herkes can kulağı ile dinliyordu. Şehzade konuşmasını karşısındaki askerlerin içini okurcasına devam ettiriyordu. Şehzade Selim, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bulunan kardeşlerinin durumundan, Sultan babasının hastalığından ve bu süreçte vezirlerin hareketlerinden bahsederek her yanda fitnenin başkaldırdığını haykırmaktaydı. Bunun yanında Erzincan’da Çocuk Şah’tan da bahseden Şehzade, askerlerini iyice coşturmuştu. O gün Şehzade’nin ardına takılıp gidenler başıbozuk kişiler değil, Anadolu’nun kendine kimlik arayan halk çocuklarıydı.

Kamber beş yıldır Kıble-i Âlem Şah’ın yanındaydı ve onun sayesinde rahat bir hayat yaşamaktaydı. Ancak hâlâ öğrenememişti neden buradaydı ve yeri neresiydi. Ama bunu sormaması gerektiğini öğrenmişti. Kamber, Şah efendisiyle birlikte her yere gidiyor, ona gösterilen hürmet ve saygıya bizzat şahit oluyordu. Bunlardan birisi de Tebriz halkının Şah’ı coşku ve hürmetle karşılamaları olmuştu. O gün Tebriz halkı Şah’a güzeller güzeli kızlarını armağan ediyor ve onları kabul etmelerini bekliyorlardı. O başlangıçta kabul etmese de Dede Abdal Bey ile Hüseyin Bey geleneğin böyle olduğunu ve kabul etmesi gerektiğini Şah’a telkin ettiler. Bu olaydan sonra Şah’ın eşi Gülizar Begüm’ün ilk kırgınlığı baş gösterecek ve aralarına fitne düşecekti. Kamber, sevginin zaman içinde kuvvetleneceğini veya güç kaybedebileceğini işte o vakit kabul etti. 

Tebriz’de zaman geçiyor ve zaman geçtikçe her şey değişiyordu. Şah bütün Azerbaycan’ı ele geçirdiğinde henüz bir delikanlıydı. Şehre girdiğinde, şehirde Kızılbaşların bayramı Sünnilerin ise büyük bir yası vardı. Tebriz Sünnilerin şehri iken artık On İki İmam Şia’sının merkezi olmaya başlamıştı. Buna karşı çıkan Sünnilerden beş bin kadar kişi kaynamış yağ kazanlarına atılarak yakıldılar. Kısa bir zamanda Şiilik devletin tek mezhebi hâline geldi ve Şiileştirme hareketi hızlı bir şekilde yapıldı. Yağlı kazan Şah’ın Tebriz halkı üzerindeki gücüydü. Bu acımasız uygulamaların akabinde Kızılbaşlar arasında Şah İsmail’e karşı ilk muhalefetler baş gösterdi. Dışarıda her yeri ölüm kokusu sarmışken Heşt Behişt Sarayı’nda eğlence ve güç hüküm sürüyordu. Saraydaki bu eğlence meclislerinin birinde şairin birinin şiir okuyup ardından annesinin Sünni olduğunu haykırması Şah’ı çileden çıkarmıştı. Sabahına Şah fermanlar çıkartıp herkesi Kızılbaş olmaya çağırdı. Kısa süre içinde ezanlar değiştirildi, Uzun Hasan’ın zamanında yaptırdığı camiye kilitler vuruldu. Şah’ın amacı esasen Sünniliği kaldırmaktan ziyade siyasi itaatsizliğin önüne geçmekti. Şehirde asker, insan avına başlamıştı ve Şah bu durumu görmezden geliyordu. Bu duruma rıza göstermeyen Şah’ın annesi Şah Uzun Hasan’ın kızı Alemşah Begüm huzura çıkıp ağır eleştirilerde bulunmuştu. Şah ise bu duruma çok sinirlenip annesinin ölüm emrini verdi. Bu olaydan sonra ölümün kokusu evlerin içine kadar yayılmıştı. Askerler Sünni halkı kılıçtan geçiriyor, genç kızları ise sağ bırakıp ganimet olarak görüyordu. Bunu duyan Şah bunu yapan askerlerden bazılarını ibret olsun diye astırmıştı. Tüm bunlar yaşanırken Şah’ın eşi Gülizar Begüm sarayın en bahtsız kişisine dönüşmüştü. Çünkü kendisini kuma edinmiş bir kadın gibi görüyordu.

Şehzade Selim’in Tebriz Sarayına Gidişi

Şehzade Selim bulunduğu Trabzon sancağında divan toplamış ve orada tüm heybeti ile çocuk Şah’ın yaptıklarından dem vuruyordu. Şehzade, Anadolu’da Türk birliğini sağlamaya çalışan atalarının başarılarına karşı Şah’ı bir tehdit olarak görüyordu. Doğuda baş gösteren bu tehdide karşı önlem alınmazsa da ülkenin batısının da bir gün kaybedileceğini düşünüyordu. Son yıllarda yaşananlar Şehzade Selim ile Şah İsmail’i karşı karşıya getirmişti. Doğu ile Batı’nın savaşmak için kendilerini hazırladıklarının farkında olan oradaki divan üyeleri bunu dillendiremese de tedirginliği bizzat yaşıyorlardı. Divan görüşmesi uzuyor, üyeler söz alarak konuşuyorlardı. Ağalardan biri tıpkı Sultan’ın dediği gibi toprağı terk etmeyi teklif edince Şehzade bu kişiyi tokatlayarak divanı dağıtmıştı. Toprağı terk etmek onun için asla söz konusu dahi olamazdı. Şehzade divandan herkes çıktığında Can Hüseyin’e kalmasını ve ona içinden geçenleri söyledi. Can Hüseyin söyledikleri ile onu anladığını ve Şehzade’nin istediği gibi devlet adamlarının olabileceğini söyleyerek onu rahatlatmaya çalıştı. Şehzade, Can Hüseyin’i bir sırdaş olarak görüyor, ona kimseye anlatamadıklarını anlatıyordu. Şehzade Can Hüseyin’in nasıl yanına geldiğini hatırlatıp ailesine özlem duyup duymadığını soruyordu. Bu sorular karşısında Can Hüseyin de babasından ve ikiz kardeşinden bahsediyordu. Onları özlediğinden, kardeşinin Şah İsmail’in yanına Tebriz’e gittiğinden bahsedince Şehzade biraz bekledikten sonra Can Hüseyin’e çok özlediği kardeşini görmesi için Tebriz’e gideceklerini ve hazırlanmasını söyledi.

Tebriz’de Şah’ın yanında bulunan Kamber, Heşt Behişt Sarayı’na Şah’ın yeni eşi Bihruze’nin geldiğini söyledi. Bihruze, babası tarafından saraya verilen kızlardan değildi; onu bizzat Şah’ın kendisi seçmişti. Şah, Bihruze’ye dizeler dizip, ona “Taçlı” deyip başına taç giydirmişti. Herkesin mutlu olup eğlendiği bu günde Şah’ın diğer eşi Gülizar Begüm ise karalar bağlıyordu.

Can Hüseyin ile Şehzade Selim Trabzon’dan ayrılalı on dört gün olmuştu. Tebriz’e girdikleri vakit önce kılık değiştirip saraya yakın bir hana yerleşmişlerdi. Şehzade bu handa kimseye fark ettirmeden bir derviş kılığında herkesi izliyor ve sık sık satranç oynuyordu. Handa bulundukları bir gün saray muhafızlarından iki asker derviş kılığındaki Şehzade’yi saraya götürmek için gelmişlerdi. Can Hüseyin Şehzade’yi gizliden takip ederken onu ikizine benzeten askerlerle karşılaştı ve o zaman Can Hüseyin ikizini bulduğunu anlayıp sevindi. Onlara Hasan’ın ikizi olduğunu söyleyerek istediği her bilgiyi öğrendi. Sonrasında Şah’ın meydana gelişini, halkın onu nasıl karşıladığını ve en önemlisi de kardeşini görebilmişti. İki kardeş karşılaşıp kucaklaştıktan sonra tam da Can Hüseyin’in istediği gibi saraya gittiler.

Saraya girdiklerinde Can Hüseyin bir yandan sarayı izliyor diğer yandan ikizi ile fısıldaşıyordu. Şehzade’yi çok merak eden Can Hüseyin tam o sırada Şah’ın huzuruna getirildiğini gördü. Şah, dervişe soruyor, dervişte ona usulünce cevaplar veriyordu. O sırada içeriye Kamber ve Şah’ın güzeller güzeli eşleri girdi. Hasan kardeşine dönerek Kamber’in esasen Şah’ın öz yeğeni olduğunu; ancak bunu onun bilmediğini, Şah’ın da onu hadım ettirerek gözü önünde tuttuğundan bahsetti. Şehzade bu sıralarda Şah’a Farsça şiir okuyor Şah da dervişe karşılığını Türkçe olarak veriyordu. Şah, dervişe satranç oynayıp herkesi yendiğini bildiğini ve kendisi ile oynamak istediğini söylemişti. Oyun sırasında konuşuyor, birbirlerini tartıp duruyorlardı. Sonunda derviş satrançta kazanan taraf oldu. Şah bu duruma çok sinirlendi ve dervişin göğsüne bir sille attı. Sonrasında Bihruze’nin Şah’ın kulağına fısıldamasıyla dervişin avucuna zümrüt taşlı bir altın yüzük koydu. Saraydan ayrıldıktan sonra Trabzon’a doğru Şehzade ile sırdaşı yola çıktılar. Yol üzerinde Şehzade elinde Şah’tan aldığı yüzük ile Ali Şah Camii’nin köşesindeki binek taşına gitmişti. Ama bunun nedenini Can Hüseyin ona soramadı.

Sonuç

Tek yakını olan Babaydar’dan ayrılan Kamber artık sevginin peşine düşmüştür. Sevgiye ulaştığında tekrardan Babaydar’a kavuşabileceğini düşünmektedir. Kamber kendine çizilen düzlemde yol alıyor, yol aldıkça da sevgiyi bulmaktadır. Gördüğü çoğu şeyde sevginin farklı yüzünü tecrübe etmektedir.

Anadolu Kızılbaşları, Şehzade ile Şah’ı tercih etme konusunda ikilem içindedir. Anadolu köyü çatlamış, coğrafya yırtılmış, renkler ayrışmaktadır. Şah Tebriz’de Sünni halkı kazanlarda kaynatırken bu güç gösterisi olarak sunmaktadır. O, şeyh olmak nasıl kerametle onaylanırsa şah olmak da can almakla mühürlenir inancına sahiptir.

Şehzade Selim’in Doğu’da büyük tehdit olan Şah İsmail’i durdurmak, Şah’ın da aynı şekilde tehdit olarak gördüğü Selim’i yok etme planları vardır. Karşılıklı tehditlerin yansımaları satranç tahtasında, mektup kâğıtlarında ve nihayet savaş meydanlarında kendisini gösterecektir. Şah Doğu’da şanına şan katarken, Şehzade Selim ise Anadolu da babasını kaldırıp tahtına oturmaktadır. İkisi de güçlü olmanın gerekliliği olarak sert ve acımasız davranmaktadır.

Sultan Selim Safevi seferine çıktığında bunun siyasi bir savaş olduğunu söylerken, Şah ve taraftarları bunun dini bir savaş olduğunu dile getirmektedir. Sultan’ın askerleri çok zor şartlar altında Safevi seferini gerçekleştirirken Şah ise uzun zaman boyunca ordusunu çıkarmayarak Sultan’ın ordusunu yıpratma yoluna gitmiştir. Savaş başladığında bedenler birbirine karışmış, her yer insan cesetleri ile dolmuştur. Savaşı Sultan kazanırken Şah yaralı bir şekilde geride güzeller güzeli eşi Taçlı’yı da bırakıp kaçarak canını kurtarmıştır.

Sultan savaşta canlarını almak için uğraştığı ama şimdi kendisine esir düşen kişileri teker teker tedavi ettirmiştir. Huzura Taçlı getirildiğinde onun Şah’ın eşi olduğunu anlamış, onun güzelliğinden ne kadar etkilense de onu en yakınlarından birisine eş olarak sunmuştur. Sultan hiçbir zaman Taçlı’ya tam olarak ne hissettiğini dillendirmese de onu koruyup kollamış ve çok değer vermiştir. Belki de Sultan onu sevmiş ise bu bilinmemiş; bilinen ise Sultan’ın ölümünden sonra Taçlı’nın ona olan aşk itirafı olmuştur. Peş peşe ölümler gelmiş, önce Sultan, Sonra Şah ve Taçlı son yolculuğuna çıkmıştır. Taçlı Ömer’i mi, Şah’ı mı yoksa Sultan’ı mı çok sevmiştir bilinmez. Ancak Taçlı öldüğü zaman mezarının başına bir şair gelmiş ve bu şair Taçlı’ya çocukken avucuna sıkıca yerleştirdiği ve sonra bir türlü aynı avuçta yer edinemeyen incileri mezarına gömmüş ve onları kavuşturmuştur.


Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını ücretsiz indirebilirsiniz.

YORUM EKLE