Giriş
Yaşar Kemal’in 1955 yılında kaleme aldığı “İnce Memed”, başta İngilizce olmak üzere pek çok Dünya diline çevrilmiş ve diğer dillerde de oldukça ilgi görmüştür. 1956 yılında Varlık Dergisi bünyesinde düzenlenen yarışmada “Varlık Roman Armağanı”na layık görülen eserin büyük bir kitle tarafından beğenilmesi neticesinde Yaşar Kemal, romanı dört ciltlik bir seri hâline getirmiş ve böylelikle “İnce Memed” unutulmaz eserler arasındaki yerini almıştır. İlk olarak Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen roman, Cumhuriyetin ilk yıllarında toplumsal bir yara hâline gelen köylü, ağa ve yöneticilerin çatışması üzerine kurulmuştur. Çok beğenilen ve sinemaya uyarlanan bu eser, yazarın başyapıtı kabul edilmektedir.
Kitap özetinden bölümler:
O Köyü Bulma Hayali
Toros Dağları’nın etekleri… Verimsiz, kıraç düzlükler… Dikenlidüzü, bu düzlüklerden biri. Ve köyler, Dikenlidüzündeki köyler. Abdi Ağa’nın sahibi olduğu bu köyler, halkının toprak sahibi olamadığı köyler. Değirmenoluk Köyü, Dikenlidüzü’ndeki beş köyün en büyüğü. Bu köy, Abdi Ağa’nın yaşamak için kendisine uygun gördüğü köy. Kıraç topraklarda ot bitmez, ağaç bitmez ama çakırdikeni biter. Çakırdikeni en pis, en kıraç toprakları sever. Çakırdikeni bu köylerde çok biter. Öyle gür, öyle sık biter ki arasına yılan bile giremez. Değirmenoluk Köyü, âdeta çakırdikenlik köyü. Tarlası yok, bağı, bahçesi yok, çakırdikeni çok.
Çakırdikenlerinin arasında koşan çocuğun bacaklarından sızan kanlardan dikenlerin onu çok yaraladığı belliydi. Nefese nefeseydi çocuk. Arkasına baktığında kimseyi göremediği hâlde durmak bilmedi. Kayalıklara varana kadar ilerledi. Oraya varınca en büyük kayanın altındaki çınar ağacının gölgesine girdi. Takati tükenmişti, yere attı kendini. “Giderim işte, kimse de bulamaz beni. Ne anam bulur ne de o Gavur Abdi. Gider o köyü bulurum, orada çoban olurum. Oralarda ölürüm yine dönmem köyüme.” diye kendi kendine söylendi. Mevsim güzdü, ılık bir gündü ama gün dönünce çocuk ne yapacağını düşündü. Akşam olmadan bir yerlere varmalıydı. Yeniden yola koyuldu. Arkasından gelen varsa yaklaşmıştır diye düşünüp koştukça koştu. Epey gittikten sonra uzakta bir dam, bacasında duman gördü. Evin avlusuna attı kendini, yine nefes nefeseydi. Kapıdaki adam çocuğu gördü, çocuğun hâlini gördü. On bir yaşlarında görünen çocuk güçlükle konuşabildi. “Beni yanına al dayı. Çobanın olayım, senin için çift süreyim, al beni yanına.” dedi ve yere yığıldı. Süleyman, karısına ocağa odun atmasını söyledi. Çocuğun önce titremesi geçti. Sonra kadın yemek getirdi, çocuk onu da yiyince gülümsedi. Artık konuşma zamanı gelmişti. Süleyman ona ismini sordu. Çocuk “İnce Memed derler bana.” dedi. Değirmenoluk Köyünden kaçıp Dursun’un köyüne gitmekteydi. Dursun, Abdi Ağanın adamıydı. Ondan duymuştu, onların köyünde çocuklar dövülmez, ezilmezdi. İnce Memed işte o adını bile bilmediği köye gidecekti. Babası ölmüştü. Bir tek anacığı vardı ama Abdi Ağa’dan o kadar eziyet görmüştü ki kaçarken anasını bile gözü görmedi. Abdi Ağa çakırdikenlikte çift sürdürürdü ona. Çok da döverdi. Öyle döverdi ki yataklara düşerdi. Süleyman onun anlattıklarına çok üzüldü. Bir parça çocuk neler görmüştü. “Gitme!” dedi yaşlı adam, “Bizim evde kal.” Memed o gece o eve yerleşti ve Süleyman’ın oğlu olduğunu hayal etti.
Birkaç gün köyü gezdi. Çocuklarla arkadaşlık etti. Sonra canı sıkıldı ve Süleyman’dan iş istedi. Yaşlı adam çocuğa gezmesini, eğlenmesini söylediyse de vazgeçmedi. “Sıkıldım artık, bana iş ver.” dedi. Süleyman bir gün onu alıp köyün dışına çıkardı. Keçi sürüsünü otlatacağı yerleri gösterdi. Kızıl kayadan o tarafa geçmemesini tembih etti çünkü o taraf Memed’in yaşadığı yerdi. Gören olursa anasına veya Abdi Ağa’ya haber ederdi. Keçileri otlatırken o tarafa geçmemeye çok dikkat etti.
Oğlu ortadan kaybolduğu gün, anası Döne deliye dönmüştü. Çiftten dönen bütün çiftçilere oğlunu sordu ama bir haber alamadı. Gece yarısına kadar gelmeyince Döne, Abdi Ağa’nın evine gidip Memed’i bir de ona sordu. Onun da haberi yoktu. Peşine düşmeleri için adamları Dursun, Osman ve Ali’yi çağırdı. Peşine düştüler ama hepsi anlamıştı kaçtığını. Çünkü hepsi biliyordu Abdi Ağa’nın ona da kendilerine de neler yaptığını.
Köye Geri Dönüş
İnce Memed çoban değil evin oğluydu sanki. Süleyman onu diğer çocuklarından biri bildi, öyle çok sevdi. Fakat eskisi kadar keyifli değildi. Kederliydi, anasını özlediği belliydi. Hayvanları otlatırken dalıp dalıp gider, köye çok geç gelirdi. Bir gün farkında olmadan köyüne yakın bir yere kadar götürdü keçileri. Köyden tanıdığı Pancar Hösük’ü görünce anladı nereye kadar geldiğini. Çok dil döktü, “Kesme köylü Süleyman’ın oğlu oldum, beni ele verme.” dedi, “Abdi Ağa beni öldürür.” dedi, Hösük’e yemin ettirdi. Ama Hösük yeminini tutmadı. Memed’i gördüğünü önce anasına söyledi, sonra da bütün köy bildi. Abdi Ağa da duyanlardan biriydi ve çok geçmeden Süleyman’ın evine gidip onu köye geri getirdi.
Memed yeniden Abdi Ağa’nın çiftçisiydi. Harman zamanı geldi, Abdi Ağa buğdayın dörtte üçünü kendisine aldı, dörtte birini Döne’yle oğluna verdi. Bütün köylüyü de tembihledi, kimse o ana oğula yardım etmeyecekti. Anladılar ki kaçmasının cezasını böyle vermişti. Tek bir tane inekleri vardı, o da erkek buzağı dünyaya getirdi. Sürecek toprakları olsaydı erkek buzağıya sevinirlerdi ancak yoktu. Memed o kadar keyifsizdi ki o buzağıyla hiç oynamadı, ilgilenmedi. Buzağı büyüdü dana oldu, Döne’yle Memed’in yiyecekleri bir avuç kaldı. Anne bir çare düşünüyor ama bulamıyordu. Abdi Ağa’ya el açmak istemiyordu. Bir gün evlerine gelen bir komşu aç hâllerini görünce dayanamayıp gizliden yiyecek getirdi, birkaç komşu daha onu izledi. Ancak köylünün hepsi fukaraydı, yiyeceği kendine bile yetmez kışın ortasında Abdi Ağa’nın kapısına varırdı. Döne de dayanamadı, ineği götürüp yok pahasına Ağa’ya sattı.
Memed o sabah çok heyecanlıydı. Kaçakçıdan aldığı yeni kıyafetlerini, Hatçe’sinin dokuduğu nakışlı çorapları erkenden giydi. Arkadaşı Mustafa’yla birlikte kasabaya gideceklerdi. Mustafa da on sekizine yaklaşmıştı Memed gibi. İkisi de Çukurova’ya ilk kez gideceklerdi. Döne, Abdi Ağa’nın duymasından korktuysa da gençlerin hevesini kırmak istemedi. İki arkadaş yola düştüler. Gidecekleri yol uzun olduğu için ağaçlık bir yerde mola verdiler. Durdukları yer de ihtiyar bir adam da mola vermişti, onunla sohbet ettiler. İhtiyar, gençlere Koca Ahmet adlı eşkıyanın hikâyesini anlattı. Bu adam eşkıyaydı ama kendisi askerdeyken anasının ırzına geçen adamdan başka kimseyi öldürmemişti. Yiğitti, başı sıkışana yardım ederdi. Ağa olmadan önce Abdi’ye bile yardım etmişliği vardı, güç eline geçince köylüsüne zulüm edeceğini nereden bilirdi? Cezaevinden çıktıktan sonra köyünde sakin bir hayat yaşamış, eşkıyalığı unutulup gitmişti. Gençler ihtiyarın yanından ayrılıp tekrar yola koyulduklarında onun Koca Ahmet’in ta kendisi olduğundan şüphelenmişlerdi.
Memed ve Mustafa’nın şaşkınlığı kasabayı gezdikçe daha da artıyordu. Kaldırımlar, yollar, evler, dükkânlar köyden çok farklıydı. Gezip dolaştıktan sonra Ali Emmi’den duydukları Hanı buldular. Eski Hanın içi at, eşek, katır ve arabalarla doluydu. O kadar hayvanın pisliğinin kokusu da genizleri yakıyordu. İhtiyar hancı Hasan Onbaşıydı. Gençlere yatacakları yeri gösterdi. Kim olduklarını, nereden gelip nereye gittiklerini sordu. Sohbet uzayınca Memed de ona kasabanın ağasının kim olduğu sorduğunda duyduklarına inanamadı; kasabada ağa yoktu, herkes kendisinin ağasıydı. Fakirin az malı vardı, zenginin çok. Fakat herkesin malı kendisinindi. Hasan Onbaşı Maraşlıydı, onlara Maraş’ı, Maraş’taki pirinç tarlalarını, Adana’yı, Mersin’i, Konya’yı anlattı. Hasan Onbaşı oraları anlattıkça Memed kendi köylerini düşündü, düşündükçe dünya kafasında büyüdü. Ertesi sabah kasabada biraz daha dolaştıktan sonra köye döndüler. Dönerlerken Memed aklından sürekli şu sözleri geçiriyordu. “Ağasız köy! Herkes kendi malının sahibi!”
Memed Yârini Kaçırıyor
Memed’in aklı artık Çukurova’daydı. Hatçe’yle konuştu, birlikte oraya kaçmaya niyetlendi. İkisi de analarından, analarının eziyet görmesinden korkuyorlardı ancak başka çareleri olmadığını da biliyorlardı. Burada Abdi Ağa onlara huzur vermezdi çünkü Hatçe’yi yeğeniyle nişanlamıştı. O yüzden âşıklar mecburen gidecek ve Hasan Onbaşıya sığınacaklardı. Memed’in Hatçe’ye olan sevdasını bütün köy biliyordu. Bir delilik yapacağı dedikoduları dilden dile dolaşınca Abdi Ağanın da kulağına vardı. Ağa bir gün onu evine çağırttı ve namusuna göz diktiği için tehdit etti, daha da yetmedi adamlarına tekme tokat dövdürüp dışarı attı. Döne oğlunu bu sevdadan vazgeçirmeye çalıştıysa da başaramadı. Memed, Hatçesi’ni alıp kaçtı. Kaçarlarken yağmur yağıyordu. Sırılsıklam olmuş, çok da yorulmuşlardı. Ormanın içinde bir yerde dinlenmeye mecbur oldular. Islanan, üşüyen bedenler orada birleşti. Öyle birleşti ki aralarında hiçbir mesafe kalmamıştı.
Sabah olduğunda Hatçe’nin anası fark etti kızının olmadığını. Babası üzüleceğine bayram etti çünkü Abdi Ağa’nın yeğeni içine hiç sinmemişti. Fakat Ağa’nın korkusundan sevinçlerini kimseye belli etmediler, hiçbir şeyden haberleri yokmuş gibi bahçeye çıkıp feryat figan ettiler. Haberi duyan Abdi Ağa deliye döndü. Yeğeni Veli, Döne’yi döve döve Ağa’nın evine getirdi ancak kadın da bir şey bilmemekteydi. Köyde çok iyi iz süren bir Topal Ali vardı, topraktan, ağaçtan, kuştan, kayadan iz sürerdi. Ağa onu getirtip peşlerine düşmesini istedi. Bütün köylü Ağa’nın evinin çevresindeydi. Köyün içine pek karışmayan Hösük bile gelmişti. Topal Ali’nin iz sürmeye niyetli olduğunu görünce Ağa’nın Memed’i öldüreceğinden korkup onu vazgeçirmeye çalıştı. Ama Topal Ali için iyi insan, yiğit insan olmak önemli değildi. Onun için iz sürmesinin övülmesi gerekliydi. O yüzden Memed’in evinden başladı, ormana daldı. Öyle bir iz sürdü ki Abdi Ağa’ya kaçakların hangi yolu izlediğini, hangi kayanın arkasında gizlendiklerini, kayanın altındaki toprakta çıplak vücutların yuvarlandığını bile gösterdi. Yakında oldukları belliydi. Topal Ali iz sürmeye devam etti ve âşıkları gizlendikleri çalının ardında ele verdi. Abdi Ağa “Onu öldürmeden bana getirin.” diye bağırınca kız çığlık attı. Çalının arkasından çıktığında silahı Memed’in elindeydi. Hiç beklemeden ateş etti ve hem Abdi Ağa’yı hem de yeğenini yere serdi. “Hatçe’ye zarar vermeyin!” diye bağırdı. Mutlaka gelip alacağını söyleyerek onu köylerine geri gönderdi.
Memed gece yarısı Süleyman’ın kapısındaydı. Yıllardır onu görmeyen Süleyman çok şaşırmıştı. Memed, Abdi Ağa’yı da yeğenini de öldürdüğünü, saklanmak için buraya geldiğini, izini kaybettirdikten sonra da dağa çıkacağını anlattı. O geceyi ikisi de düşünerek geçirdi. Ertesi gece de eşkıyaları bulmak için dağa çıktılar. Deli Durdu, akrabası olduğu için Süleyman’ı çok sayardı. Süleyman, ona onun eşkıya değil hırsız olduğunu söyleyerek dağa biraz alıştıktan sonra yanından ayrılmasını, kendisine bir çete kurmasını tembih etti. Bunlarla birlikte suçsuz insanlara bir şey yapmamasını öğütledi. Ona sahip çıkmasının nedeni de Abdi Ağa gibi bir zalimi öldürmesiydi. Süleyman Emmi, Deli Durdu’ya teslim ettikten sonra İnce Memed’e veda etti.
İlk günler Memed’e atış talimi yaptırdılar. Gerçi o Abdi Ağa’yı da yeğenini de vurmuştu ancak nişan almada iyice usta olması için çalıştırdılar. Birkaç gün sonra Çanaklı’dan Akyol’a doğru giden beş tane atlının önünü kestiler. Paralarını, elbiselerini aldılar. İlk soygunlarından üzerinde yeni elbiselerle geri dönmüştü. İçi rahat değildi fakat bu yolu kendisi seçmişti.
Sonuç
Yazar bu romanında, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki köy hayatını, köylülerin ağalık düzenine karşı mücadelesini konu etmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında köylü kendi kaderine terk edilmişti. Eşraf ve ağalar köylüyü sömürmekteydi. Yaşar Kemal, eserinin öyküsünü Anadolu ve Çukurova halkının geri kalmışlığı, cehaleti, sefaleti ve ağaların yöreye hâkim olması üzerinde oluşturmuştur. Romanda, Çukurova köylüsü baskıya maruz kalmış bir kurtarıcı beklemektedir. Hükümetin duyarsızlığı yüzünden haksızlıkları önleme, zalimleri cezalandırmak için birine ihtiyaç vardır. Bu görev ağalık sistemine başkaldıran İnce Memed’e düşmüştür.
Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını ücretsiz indirebilirsiniz.