Giriş
Yazarın kendisi de bir dönem bu şekilde çalıştığından, realist bir bakış açısıyla yazılmış olan romanda, iki arkadaşın öyküsünün yanı sıra işçilerin hayatları, hayalleri, düşünce yapıları da işlenmiştir. John Steinbeck’in diğer romanlarında olduğu gibi insan olmanın anlamı güçlü ve gerçekçi bir dille kaleme alınmıştır. Olaylar, birbirine zıt karakterlere sahip George ve Lennie’nin ortak hayalleri ile çevrilmiş dostlukları etrafında şekillenmektedir. İkisinin de hayali para biriktirip kendilerine ait bir yer alabilmektir. İri yarı ve saf olan Lennie ile ufak tefek, kurnaz biri olan George’un hayatlarına misafir olacağımız eserin trajik bir sonu olsa da insana sevgiyi ve dostluğu hatırlatmaktadır.
Roman, “Ufak tefek ve çevikti: Keskin ve sert hatları olan esmer yüzünde gözleri fıldır fıldır dönüyordu.” diye bahsedilen George ile “kocaman gözleri baygın bakan, çirkin suratlı, geniş ve düşük omuzlu, iriyarı biri” diye bahsedilen Lennie’nin arkadaşlıklarını konu alır. Kendi arazilerini alma hayalini kuran ve bunun için çiftliklerde çalışan iki arkadaşın ilişkileri üzerinden birçok toplumsal, sosyal ve psikolojik çıkarım yapmak mümkündür. Eserde, insan ve hayalleri, arkadaşlık, yalnızlık, masumiyet, özgürlük, adalet, yargılama, önyargılar ve zayıflık gibi insana ait birçok duygu realist bir yaklaşımla ele alınmıştır.
MEB’in 100 temel eser listesinde yer alan kitabın ismi Rubert Burns’ün “To A Mouse” isimli şiirinden gelmektedir. Romana adını veren kısım şöyledir: “Farelerle insanların en iyi planları bile sık sık çuvallar.”
Kitap özetinden bölümler:
Salinas Deresinin Kıyısında İki Adam
Sıcak ve hafif meltemli bir günün akşamı, Salinas Deresi’nin yeşil ve derin akan suyuna frenk çınarları eşlik ediyordu. Tavşanlar kumluk kıyılarda birer küçük heykel gibi öylece otururlarken şose tarafından gelen bir sesle inlerine sıvıştılar. O sırada bir balıkçı kuşu, derenin üzerinden geçip gitti. Şimdi etraf tamamen sessizliğe ve yalnızlığa bürünmüştü. Patikanın ucunda iki adam göründü. Birbirinin ardı sıra yürüyorlardı. Öndeki adam kısa boylu, ince biriydi. Esmer yüzünde keskin bakışları vardı. Peşinden gelen ise tam tersiydi. Şekilsiz yüzünde kocaman, soluk iri gözleri olan iri yarı bir adamdı. Düzlüğe vardıklarında öndeki adam aniden durdu. O durunca iri olan da durdu ve yüzükoyun yere kapanıp önlerindeki derenin suyundan susamış bir hayvan gibi içmeye başladı. Kısa boylu olan sinirle: “Lennie! Lennie! İçme be bu kadar. Geçen akşamki gibi hasta olacaksın.” dedi. Lennie, kafasını suya daldırıp çıkarırken: “Sen de içsene biraz.” diye karşılık verdi. George, temkinli bir şekilde derenin suyundan biraz içti. “Aslında tadı fena değil ama yine de içmemek gerek. Baksana akarsu değil. Sen sen ol, durgun su içme Lennie. Gerçi sen susadın mı karşına ne çıkarsa içersin.” George, yüzüne su çarpıp ensesini yıkadı. Sonra su kenarından biraz geriye çekilip kollarını dizlerinin üstünde kavuşturarak oturdu. Lennie, bütün bunları dikkatle izledikten sonra aynısını yaptı. George bir yandan suyu seyrediyor bir yandan da söyleniyordu: “O hergele şoför iki adımlık yer diye uydurup bizi indirmeseydi, çiftliğe otobüsle giderdik. Bunun neresi iki adımlık yol be! Hava da amma sıcak!” Lennie, ürkek bir sesle George’a nereye gideceklerini sorduğunda sinirle: “Demek yine unuttun? Amma dangalaksın!” dedi. Lennie: “George gerçekten o kadar çok çalıştım ki unutmamak için ama yine de unuttum. Özür dilerim.”
“Zaten benim başka ne işim var ki? Sen unutursun ben de yeni baştan, olmadı yeni baştan anlatırım. Aç o koca kulaklarını da beni dinle! Dediklerimi de bir daha unutma ki başımız belaya girmesin. Yazıhanede bize iş kartı ve otobüs bileti verdiklerini hatırladın mı?”
Lennie birdenbire ellerini ceketinin ceplerine götürdü ve yine usulca kartının cebinde olmadığını ve kaybetmiş olabileceğini söyledi.
“Ulan dangalak! Ne zaman aldın ki? Kartlar bende.” Lennie gülümsedi, rahatlamıştı. Sonra ellerini yine ceketinin cebine soktu. George, dik dik bakarak: “Ne o cebindeki?” diye sordu.
“Bir şey değil valla bir şey değil George. Sadece küçücük bir fare. Yolda buldum. Ölmüştü.”
Lennie ne kadar karşı koymaya çalışsa da George fareyi alıp derenin öbür tarafındaki çalıların arasına attı. Çalılıkların arasını boylayan farenin ardından hüzünle bakan Lennie’ye “Bırak şimdi fareyi de beni iyi dinle. Bir çiftlikte çalışacağız. Hani kuzeyde Weed’de bir çiftlik de çalışmıştık ya onun gibi. Çiftliğe varınca patronla konuşacağız. Her şeyi ben halledeceğim. Sen ağzını açıp tek kelime etmeyeceksin. Senin ne kadar salak olduğunu anlarlarsa işe almazlar ama nasıl çalıştığını görürlerse işte o zaman başka. Anladın mı? Weed’de yaptığın şeyleri de bir daha yapmayacaksın.” dedi. Lennie, şaşkınlıkla Weed’de ne yaptığını sordu. George: “Onu da unuttun demek! Neyse unutman iyi olmuş. Hatırlarsan belki yine yaparsın.” deyip ve kumlara uzanarak ellerini başının altına koydu. Lennie de hemen aynısını yaptı. George söylenmeye devam ediyordu: “Başımın belası oldun resmen. Sen olmasan gül gibi yaşar giderim.” Bir süre sonra karınlarının acıktığını farkedip yanlarındaki konserve fasulyeyi yemeye karar verdiler. George ateş yakmak için çalı çırpı toplamak üzerine Lennie’i gönderdi. Biraz sonra birkaç dalla geri dönen Lennie bir şeyler gizliyordu. Hiddetle elindekinin ne olduğunu soran George’a fare olmadığı konusunda yeminler etse de çabaları sonuç vermedi. George, fareyi alıp atabildiği kadar uzağa fırlattı.
Ortalık iyice kararmıştı, ateşi yaktılar. George çantasından üç fasulye konservesini çıkarıp ateşin yanına koydu. Lennie usulca fasulyeyi salçalı sevdiğini söyleyince. George yine sinirlendi: “Salçamız yok. Zaten hep olmayan şeyleri istersin. Ah tek başıma olsaydım! Bir iş bulur çalışır para biriktirirdim. Başım hiç belaya girmezdi. Canımın istediği her şeyi yapardım. İster kerhaneye gider ister handa kalırdım. Ya şimdi? Senin gibi işe yaramaz koca bir adamı peşimden sürüklüyorum. Başını belaya sokmadan bir saniye duramazsın.” George’un sesi gitgide yükseliyordu. “Ayısın be! Senin yüzünden başımıza gelmeyen kalmadı ulan!” Sesini bir kızı taklit eder gibi incelterek: “Sadece elbisesine dokunmak istemiştim.” dedi. “Ulan kız bunu nerden bilsin? Fare gibi okşamak istiyormuş! Kız senden korkup kaçmak isteyince bir de iyice yapıştın kıza. Yaygarasına bir sürü herif koştu. Onlardan kaçacağız diye bütün günü sulama hendeğinde geçirdik. Her zaman bir halt karıştırırsın, her zaman!” Sonra, Lennie’nin üzgün yüzünü görerek yatıştı. Lennie, yavaşça sürünerek yanına geldi ve şaka yaptığını söyleyerek domates salçası olsa bile yemeyeceğini söyledi. Eğer isterse gidip tek başına yaşayabileceğini bir fare bulup onu besleyebileceğini ekledi.
Lennie’ye asla yalnız başına yaşayamayacağını onu ayı sanıp vurabileceklerini söyleyen George, onun devam eden ısrarlarına dayanamayıp yine tavşanları anlatmaya başladı. “Çiftliklerde çalışan insanlar yapayalnızlardır. Ne evleri ne aileleri ne birikmiş paraları ne de yarınlardan bekledikleri bir şey vardır. Biz ise onlar gibi değiliz. Bizim hayallerimiz var. Biz bütün parasını meyhanede harcayan kimsesiz adamlarla bir değiliz. Çünkü benim için sen varsın, senin için de ben varım. Biriktirdiğimiz paralarla bir ev ve bir iki hektar toprak alacağız. Tabii inek ve domuz da alırız.”
Hayvanları duyan Lennie dayanamayıp araya girdi ve tavşan alıp alamayacaklarını sordu.
“Tavşanlarımız da olacak tabii. Büyük bahçemizde tavşanlar için bir kümes olacak. Kışın soğuklarda boş ver işi deyip sıcacık evimizde oturacağız.” diye devam eden George anlattıkça Lennie kendinden geçiyordu. Yer yer heyecanlanıyor yer yer gülüyor ve anlatmaya devam etmesini istiyordu.
“Bu kadar yeter. Şimdi beni dikkatlice dinle. Lennie, burayı asla unutma. Çiftlik buradan bir buçuk mil ötede. Çiftlikten çıkıp dere boyunca yürüdün mü buraya gelirsin. Olur da başını belaya sokarsan koşup burada saklan. Ben seni gelip bulana kadar da çıkma. Tamam mı?”
Lennie kafasını peki anlamında sallayıp başını belaya sokmayacağını ve tavşanlara kendisinin bakmak istediğini söyledi. Lennie’yi onaylan George ateşin yanından çantasını getirmesini ve artık uyumaları gerektiğini hatırlattı.
Lennie, çantasını getirirken: “George, tavşanlar her renk olsun. Bir de tüyleri uzun olmalı. Sacramento panayırında görmüştük ya. İşte tıpkı onlar gibi... Bak yoksa kaçıp giderim ha.” diye söyleniyordu.
George bağırdı: “Cehenneme kadar yolun var! Kes sesini de uyuyalım!”
Yeni Çiftlikte İlk Gün
İşçiler, duvarları kireçle badanalanmış, tabanı kara tahtadan, uzun, dört köşe bir barakada kalıyordu. İçerde duvarın kenarına dizili sekiz kerevet, duvarlardan birinin yanında eski dökme demirden bir soba ve odanın ortasında iskambil kâğıtlarıyla kaplı bir masa vardı. Kapının tahta mandalı kalktı ve içeriye sırtı kamburlarmış, uzun boylu bir ihtiyar girdi. Onun arkasından da George ve Lennie… İhtiyar, onlara yatacakları yeri gösterirken: “Patron sizi dün bekliyordu.” dedi. George, şiltesini kaldırıp böcek olup olmadığını anlamak için şöyle bir kontrol etti. Hemen Lennie de aynısını yaptı. Sonra yavaş yavaş yerleşmeye başladılar. Onlar yerleşirken ihtiyar da geç geldikleri için patronun sinirlendiğini ve seyisi payladığını anlatıyordu. Seyisi neden payladığını sorduklarında da umursamaz bir şekilde “zenci olduğunu” patron ne zaman sinirlense hırsını ondan aldığını aktardı. Bu esnada tahta mandal yeniden kalktı. Eşikte tıknaz bir adam duruyordu. Onlara iş kartlarının yanlarında olup olmadığını sordu. George, kartlarını çıkarıp patrona verdi. Neden vaktinde gelmedikleri sorulunca da başını eğip mahçup bir tavır takınarak otobüs şoförünün onları on mil ötede indirdiğini ve bu yüzden geciktiklerini anlattı. Patron cebinden iş verme defterini çıkardı. George, Lennie’ye mahsustan sert sert baktı. Lennie de anladım der gibilerinden bir baş işaret yaptı. Patron, buradan önce nerede çalıştıklarını sorunca George kuzeyde, Weed’de yaşadıklarını söyledi. Patron, Lennie’ye dönüp: “Sen de mi?” dediğinde “Evet o da.” diye atıldı. Patron alaycı bir tavırla: “Pek konuşmayı sevmiyor galiba.” diyerek Lennie’ye baktı. George Lennie’nin çok çalışkan ve boğa gibi kuvvetli olduğundan bahsedince Lennie kendi kendine gülerek: “Boğa gibi kuvvetli.” diye yineledi. Patron, George’un Lennie yerine konuşmasına sinirlendi ve defteri cebine koyarken George’a göz kırparak: “Bu adamın sırtından ne kadar kazanıyorsun ha?” dedi. George: “Ne münasebet. O… o, benim akrabam, ona göz kulak olacağıma dair annesine söz verdim. Aklı biraz kıt ama kendine verilen işi yapmaya gelince işte o zaman üstüne yoktur.” dedi. Patron: “Zaten akıllı adam aramıyorum ama bana madik atmaya kalkışmayın. Gözüm üzerinizde. Yemekten sonra Slim’in ekibiyle arpa çekmeye gideceksiniz. Slim, arabacıdır. Yemekte tanışırsınız.” dedi ve kapıya doğru yürüdü. Patron çıktıktan sonra George sinirle Lennie’ye baktı: “Hani ağzını açmayacaktın? Duydun mu herifin ne dediğini? Gözüm üzerinizde! Çeneni tut da başka pot kırma.” diye çıkıştı.
“George, adama akraban olduğumu söyledin.”
“Çok şükür ki yalan söyledim. Seninle akraba olsaydım şimdiye kendimi öldürmüştüm.”
George birden durdu. Kapıda doğru gitti. Kapının önünde duran ihtiyar adama, “Bizi mi dinliyorsun sen?” diye çıkıştı. İhtiyar, ağır adımlarla içeriye girdi. Peşinde çok yaşlı bir çoban köpeği vardı. Köpek topallayarak odanın bir köşesine gidip yere uzandı. Hayvanın yerleşmesini izleyen ihtiyar daha yeni geldiğini köpeği kaşımak için gölgeye çöktüğünü ve ne konuştuklarının kendisini ilgilendirmediğini söyledi. O sırada içeriye genç, esmer, kıvırcık saçlı, kara gözlü biri girdi. “Babamı gördünüz mü?” diye sordu. Kavgacı bakışlı bu delikanlının patronun oğlu olduğunu anladılar. “Babamın beklediği işçiler siz misiniz?” diye söze giren Curley, “Şu çam yarması konuşsun.” diye buyurdu, cevap vermeye hazırlanan George’a.
Yine Lennie yerine söze karışan George’a “Sen ne karışıyorsun be?” diye çıkıştı.
Lennie, sustukça da üzerine gitmeye devam etti. George, en sonunda Lennie’ye hafifçe bir işaret yaptı ve Lennie George’un cevabını tekrarladı. Curley, daha fazla bir şey söylemeden dışarı çıktı. George, ihtiyara döndü: “Kim bu be? Ne kaşınıyor bu herif? Ne diye Lennie’ye taktı kafayı?” İhtiyar, etrafta kimsenin olmadığından emin olduktan sonra: “Patronun oğlu, Curley. Pek yamandır. Boksta da iyidir. Tıpkı diğer ufak tefek adamlar gibi o da iri adamları pek sevmez.”
George “Bu cıngarcı bücür dikkat etsin. Lennie’nin kafasını kızdırırsa sinek gibi ezilir. Boksör değildir ama gördüğün gibi epeyce iri yarı ve güçlü biridir.” diye karşılık verdi. İhtiyar yine de ona bulaşmamalarına dair tembihledi ve Curley’nin yeni evlendiğini, karısıyla birlikte patronun evinde oturduklarını son zamanlarda iyice azıttığını anlattı. George’un dinlediğini gören ihtiyar kendini konuşmaya kaptırıp anlatmaya devam etti: “Sol elinde eldiven vardı, belki görmüşsündür. İşte o eldivenin içi vazelin dolu. Karısı için ellerini yumuşak tutmak istiyormuş. Bir de karısını gör, hem güzel hem fıkırdak. Karının Slim’e bakış attığını gördüm. Slim katırları güden bir adam. İyi adamdır da. Sonra Carlson’a da işaret ettiğini gördüm.” İhtiyar, bunları söyledikten sonra ayağa kalktı kapıya doğru gitti. Dışarıya bakarak arabaların gelmek üzere olduğunu yıkanma kovalarını çıkaracağını söyledi. Giderken dediklerimi Curley’e söyleme diye tembihledi. İhtiyar dışarı çıkınca Lennie’ye dönen George “Bana bak Lennie anlatılanları duydun. Şu Curley denilen herifle başın derde girecek senin. Adam seni yoklamak ister, tutar yüzüne bir yumruk yapıştırır sakın oralı olma.” dedi. Lennie korkuyla böyle bir şey istemediğini söyleyip George’un kendisini korumasını istedi. George: “O adamla ne baş başa kal ne de konuş. Hiç yanına yaklaşma. Dinle Lennie, başına bir iş gelecek olursa ne yapacaktın? Hani şu dere kıyısına gidip saklanacaktın. Dün yattığımız yer var ya oraya…” diye tekrardı.
O sırada kapıda genç bir kadın belirdi. Yüzünde yoğun bir makyaj, sarı saçları, kırmızı tırnakları vardı. Kadın şımarık bir tavırla onlarla konuşmaya çalışsa da George sert bir şekilde cevap veriyordu. Lennie ise büyülenmiş gibi kadını izliyordu. Kadın, George ve Lennie ile konuşmaya çalışırken içeriye Slim girdi. Kadına, “Merhaba, dilber kız. Curley’e bakıyorsan eve gidiyordu.” dedi. Bunun üzerine kadın odadakilere el sallayıp dışarı çıktı. George, Lennie’nin kadının arkasından bakakaldığını fark edince sinirlendi, kulağından tutup: “Bana bak, bu kahpeye bakmak yok. O Curley denen herifin karısı bu galiba. Sakın yaklaşma o karıya, yoksa karışmam!” dedi. Lennie birdenbire “Gidelim George. Burası hoşuma gitmedi. Kötü bir yer burası.” diye haykırmaya başladı. George kendisinin de buraya bayılmadığını ama şimdilik kalmaya devam edeceklerini söyledi. Ardından kapı boşluğunda duran uzun boylu adama baktı. Adam, soylu adamlar gibi ihtişamlı bir şekilde yürüyerek içeri girdi. Hareketlerinde derin ve anlamlı bir sakinlik vardı. Buradaki herkes onun sözüne itibar eder, bilgisine güvenirdi. Arabacı Slim, odadaki iki adama iyimser bir bakışla baktı ve nezaketle: “Dışardaki güneşten gözlerim kamaştı. İçeriyi iyi göremiyorum. Yeni gelenler sizler misiniz?” diye sordu. Evet diyen George’a bu sefer de, “İkiniz birlikte mi dolaşıyorsunuz?” dedi. Onlar konuşurken içeriye iri kıyım bir adam girdi. Slim, takdim makamında, yeni gelmişler diye belirtince adam başıyla selam verdi: “Hoş geldiler, benim adım Carlson’dur. A, Slim sana ne diyecektim! Candy’nin şu musibet köpeği, o kadar ihtiyarladı ki doğru düzgün yürüyemiyor bile. Üstelik leş gibi kokuyor. Neden Candy’ye köpeğini öldürmesini söylemiyorsun? Senin köpeğin yeni doğan yavrularından birini ona verebilirsin.” Slim, olabilir manasında başını salladı. O sırada yemek zili çalmaya başlayınca iki adam yemek bitmeden yetişmeleri gerektiğini söyleyerek dışarı çıktılar. Bu esnada Lennie, heyecanlı bir şekilde George’a bakıyordu. George: “Merak etme ne konuştuklarını duydum. Yavru köpeklerden birini ondan isterim.” dedi. Lennie heyecandan yerinde duramıyordu. George: “Tamam artık abartma. Kalk da yemek yemeye gidelim.” dedi.
Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını indirebilirsiniz.