“Bağırmayan Anneler: Bağırıp Çağırmadan Çocuk Büyütme Teknikleri”, çocukluğunuzdan miras kalan psikolojiyi sorgulamaya davet eder. “Anneniz size bağırır ya da döver miydi?” sorusuyla başlayan bu kitap, çocukluğunuzda görmüş olabileceğiniz, yaşamınız boyunca belleğinizde yer edecek psikolojik ve fiziksel şiddetin nelere yol açabileceğine, sizin annelik serüveninizde aynı hatalara düşmemek için neler yapmanız gerektiğine odaklanıyor.
Hatice Kübra Tongar, “Bağırmayan Anneler” adıyla düzenlediği atölyede yaptığı çalışmalardan yola çıkarak çocuklarımıza neden bağırdığımızı irdeler. Çocukları bağırarak ve hatta döverek eğitmenin “Normal” kabul edilen bir ebeveynlik davranışına dönüştüğü bir kültürün içinde yaşadığımızı saptar. Hz. Ali’nin “Çocuklarınızı kendi zamanınızın öğretilerine göre değil; içine doğdukları zamanın gerçeklerine göre yetiştirin.” sözünü esas alır. Geçmişteki hatalı eğitim yöntemlerini terk etmenin gerekliliğini vurgular.
Çocuklara uygulanan şiddetin nedeni çoğunlukla çocukların yaptığı hatalı davranışlar değil, şiddet uygulayan annelerin tahammül eşiğidir. Annelerin kendi konumlarına dair motivasyonları kırıldığında, bireysel duygu ve dünyalarında mutsuzluklar yaşadıklarında çocuklarına karşı yapıcı davranmaları da mümkün olmaz. Bu nedenle anneler “Anne” kimliklerinin ötesinde, bireysel kimliklerini besleyecek, zenginleştirecek ve tatmin edecek eylemler içinde olmalıdır.
Her insanın zaman zaman düştüğü bir hata olan kendi mutsuzluğunuzu ya da öfkenizi bir başkasına yansıtmak sağlıksız bir ilişkiye neden olur. Özellikle de çocuklar söz konusu olduğunda tek taraflı şiddetin boyutları ve sonuçları çok daha acımasız olmaktadır. Karşısında tüm fiziksel ve duygusal üstünlükleriyle kendisine bağıran bir anne görmek, küçük bir çocuk için oldukça travma tetikleyici bir şiddet görseli oluşturur. Çocukluk çağında gelişen ve ömür boyu taşınabilen bu travmalara neden olmamak için annelerin bir farkındalık geliştirmesi, yapıcı disiplinin yöntemlerini ve ceza vermenin yıkıcı etkilerini öğrenmesi gerekir. Bu kitabın amacı, annelerin “Annelik” misyonunu üstlenirken karşılaşabileceği sorunlara çözüm önerileri sunarak “Bağırmayan anneliğin” yollarını öğretmektir.
Annelere çocuklarla kurulacak sevgi dolu bir bağ ve doğru iletişimin yollarını öğretmeye çalışan bu kitabın ana fikri, zorlu bir görev olan anneliğin, her ne koşulda olursa olsun, bağırmadan ve diğer şiddet yöntemlerine başvurmadan üstlenilmesi gerektiğidir. Kitap bize yalnızca bu mesajı vermekle kalmaz, bağırmanın ya da diğer şiddet biçimlerinin çocuklar üzerinde bıraktığı hasarı da bilimsel veriler ve atölye çalışmaları üzerinden göstermeye çalışır.
İyi bir anne olmak yalnızca anne ve çocuk arasında kurulacak ilişkiyle mümkün değildir; annelerin eşleriyle ilişkilerine, anne-baba arasındaki evliliğin de bir çocuk gibi özenle büyütülmesine, çocukların aile olma duygusu ile yetiştirilmesine de bağlıdır. Bu nedenle kadınlar yalnızca annelik görevini üstlenmeyip kendi mutluluklarına da vakit ayırmalıdır. Ancak mutlu ve kendini geliştirmeye devam eden bireyler, annelik rolünü doğru bir biçimde üstlenebilirler. Kadınların kendilerine ve evliliklerine ayıracakları vakit, çocuklarıyla kuracakları ilişkiyi de geliştirecektir. Bu davranışların nasıl kazanılacağına dair anahtarlar sunan kitap, bu sayede sevgi dolu bir “bağırmayan anne” olmanızı sağlamayı amaçlar.
Kitap özetinden bölümler:
Çocuklarınıza Bağırmanızın Nedeni
Çocukların davranışlarını değerlendirirken, neyin yaramazlık kabul edilip cezalandırılması gerekeceği aslında çocukların davranışlarına değil, bizim bu davranışları nasıl kodladığımıza bağlıdır. Ebeveynlerin öfkesinin sebebi çoğu zaman çocukları değil, kendi bakış açılarıdır. Bakış açılarımızı belirleyen ise hatalı ön yargılarımız olabilir. Anneleri çocuk eğitimi konusunda en çok endişelendiren ön yargılardan biri, çocuklarına henüz küçük yaştayken gerekli sınırları çizmezlerse, büyüdüklerinde onları hiç zapt edemeyecekleri fikridir. Genellikle çocuklarımızın doğru yolu deneyip yanılarak bulmasını beklemeden, her olumsuz davranışlarına anında müdahale etme eğilimindeyiz. Neredeyse her zaman söz hakkı olanın çocuğun kendisi değil de ebeveyn olduğunu vurgulamak ihtiyacına giriyoruz.
Çocuklara uyguladığımız psikolojik baskı ve bağırmanın ise şiddet olduğunun farkında dahi değiliz. Çocuklarımızdan âdeta birer yetişkin gibi davranmalarını bekliyoruz. Anneliği bir hak sahipliği olarak görüyor ve çocuklar üzerinde denetim kurmaya çalışıyoruz çünkü çoğunlukla başka bir yolun da var olduğunun bilincinde değiliz. Oysa başka bir yol da mümkün. Bunun için öncelikle karşımızdaki çocuktan bir yetişkin gibi hatasız davranmasını ve yetişkinler kadar çok sorumluluk almasını beklemekten vazgeçmeliyiz.
Karşınızda sizi bir dev gibi gören küçük bir bedenin bulunduğunu ve öfkenin onun psikolojisi üzerinde bırakabileceği hasarı dikkate almalıyız. Bilmeliyiz ki tipik çocuk davranışlarına nasıl tepkiler vermemiz gerektiğini öğrenirsek öfkeyle de baş edebiliriz. Birçok öfkelenme vakasında, hatanın çocuklarda değil ebeveynlerde olabileceğini de vurgulamak gerekir. Ebeveynlerin kendi duygu durumlarıyla, kendi öfkeleriyle yüzleşmeleri hâlinde hatanın çocuklarında değil kendilerinde olduğunu anlamaları da kolaylaşır.
Bağıran Bir Anne Olmayın
Hem fiziksel olarak üstün olduğumuz, hem de psikolojik olarak üstünlük kurmaya çalıştığımız çocuklar karşısında nasıl göründüğünüzü hiç düşünmüş müydünüz? Küçük bir çocuğun karşısında yetişkin bedenine sahip bir insan olarak anneler otoriter davranıp korku da yaratabilirler, güven veren bir sığınağa da dönüşebilirler. Burada yapılması gereken çocuklarla empati kurmaya çalışmaktır.
Bir yandan çocuklarımıza empati kurma, güven duyma gibi duyguları aşılamaya çalışırken; öte yandan çocuklarımıza bağırmak birbiriyle örtüşmez. Çocuklara vermeye çalıştığımız “İyi bir insan” olma bilgisi, bağırma eylemiyle inşa edilemez. Bağırmak tüm bu duygulara ve bilgilere giden olumlu süreci sekteye uğratarak çocuğun kişisel gelişimini negatif yönde etkiler. Yetişkinlerin birbirine uygulaması kabul görülmeyen bu yöntemin, çocuklara uygulanabilir olması, bağırmanın çocuk eğitiminde faydalı bir iletişim aracı olduğu anlamına gelmez.
Çocuklara uygulanacak tek taraflı bir psikolojik baskı, onlarla iletişimimizi bozacağı gibi çocuklarımızın kimlik gelişimlerini de olumsuz etkileyecektir. Sürekli baskılanan ve bağırılarak psikolojik şiddet uygulanan bir çocuğun kendini geliştirmesi, iyiye yönelmesi, güven ve empati bağları kurması mümkün değildir. Bu nedenle yetişkinlerin bağırma eyleminin çocuk psikolojisinde nasıl yankılandığını hatırlayarak empati geliştirmeleri ve kendilerine bir adım geriden bakabilmeleri gerekir. Ancak bu yolla çocuğun gelişiminde bırakacağımız izi görebiliriz.
Neden Öfkeliyim?
Çocuğuna bağıran bir anne olmamak için kendinize sormanız gereken soru şudur: “Neden öfkeliyim?” İlk bölümde öfkemizle yüzleşip ikinci bölümde de bu öfkenin çocukların gelişiminde nasıl bir rol oynadığını gördükten sonra, sormamız gereken en yapıcı soru, niçin öfkeli olduğumuz sorusudur. Öfke duygusu, elbette “Anormal” değil, “Normal” bir duygudur. Fakat öfkenin iyiye ve kötüye kullanımları vardır. Öfke duygusundan tümüyle arınmak elbette mümkün olmayabilir. Ancak önemli olan öfke duygunuzun altında yatan nedenleri saptayabilmek, bu nedenleri onarabilmektir.
Çoğunlukla, öfke ve yetersizlik duyguları arasında belirgin bir ilişki vardır. İnsanlar kendilerini yetersiz hissettikleri anda öfke duyguları da kabarır. Aynı durum anneler için de geçerlidir. Anneler eğer baş edemedikleri bir yetersizlik hissine kapılmışlar ve bunu fark edip onarmayı başaramamışlarsa bu his yerini öfkeye bırakır. Çocuğu için korumacı bir duyguyla yetersizlik hissetmeye başlayan anne, yaşadığı öfkeyi de çocuğuna yansıtacaktır. Bazen anne kimliği ile ilgili krizler bazen de bu kimliğin çok ön plana çıkarak kişinin kendi kimliğine yabancılaşmasından doğan yetersizlik, hiç hatası olmasa da bir çocuğa öfke olarak geri dönebilir.
Çocukluğumuzda maruz kaldığımız fiziksel ve psikolojik şiddet de bizi hâlâ etkiliyor olabilir. “Trans-jenerasyon” kavramı, uygulanan bir kültürel davranışın, bu davranışa maruz kalan jenerasyon tarafından tekrar edilmesidir. Yani eğer siz kendi ailenizin size öfke duyduğunu hissetmiş ya da psikolojik ve fiziksel şiddete uğramışsanız, bu durumun nedenleri ve sonuçlarıyla yüzleşmediğiniz sürece istemsiz olarak trans-jenerasyon uygulayabilirsiniz. Böylece maruz kaldığınız ve yıkıcı etki bırakan şiddeti kendi çocuğunuza da uygulayarak onu da aynı duygu-durum içinde bırakmış olursunuz.
Bu nedenle öfke duygunuzla yüzleşirken yalnızca çocuğunuza değil kendinize de odaklanın. Davranışlarınızda geçmişinizin izlerini görebilirsiniz. Annelik gibi zor bir görevi kabul etme süreciniz, eşinizle kurduğunuz ilişki, anneliğiniz konusunda çevrenizden gördüğünüz tutum ve günlük yaşam pratikleriniz de sizin duygulanımlarınızı etkiler. Annelik algınız üzerine düşünmek, taşıdığınız öfkenin nedenleriyle yüzleşme ve değişme fırsatı sunacaktır.
Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını indirebilirsiniz.