Kentsel kalabalıkların insan karakterine kalabalıkla, gürültüyle yaşama tahammülü öğrettiği gerçeğinden yola çıkarak; insan fıtratının bu yapay duruma alışması ve bu yapay durumun getirdiklerini kabullenişi toplumsal düzeyde bir çöküşe neden oldu. Toplumun bu sürece girmesi yeni bir çağın başlangıcıdır ve bu çağ tüketime, atalete dayalı olan dijital çağdır. Bu çağ, toplumu öz itibariyle yozlaştırdığı gibi ıslah edici bütün materyalleri de yok etmiştir veya işlevselliğini zorlaştırmıştır. Çünkü dijital çağ toplumunun bireylerinin yabancılaşma gibi bir tehlike yaşamaları, bilgi üreten unsurların azlığından dolayı içine düştükleri çaresizlik ve durağanlık onları içsel bir intihara sürüklemiştir. Bu yabancılaşmayla birlikte toplumsal normlar da geçerliliğini yitirme noktasına gelmiştir.

Elbette bu durum sadece bize münhasır bir durum değildir, bunu küresel ölçekte de değerlendirmemiz mümkün olacaktır. Örneğin Fransa’da 'cafe' kültürünün gelişmiş olmasından dolayı insanlar kitaba, fikir üretmeye ayıracakları zamanı cafelerde geçiriyor ve geçmişinin edebi, fikri değerlerinden kopuk yapay bir topluma evriliyor Fransız toplumu. Almanya’da 'bierhaus', İngiltere’de 'pub' kültürünün gelişmiş olmasından dolayı aynı durum söz konusu ve Franz Kafka, Albert Camus, Goethe, William Shakespeare gibi ustaların miadını doldurmasının nedenini de biraz bu olumsuz evrilmelere bağlayabiliriz sanırım. Pekâlâ, bütün bu olumsuz gelişmelerin sebebi ne olabilir?

Kitap bulunan evlerin yakıldığı düzen

Birçoğumuz çoğu zaman toplumsal çöküşün sebepleri üzerine, bu sorunun yanıtına ve çözümüne dair çaba sarf etmişizdir. Bunun birçok sebebi olmasının yanında en belirgini kitap ve kütüphanelerden yoksun bir hayata alışamamış olmamızdır çünkü kütüphanelerden yoksun bir toplumun inşasının bu kadar sık sarsılması olağandır ve bu sarsıntılar büyük yıkıntıları işaret ediyor, edecek de… Kitaplardan arınmış bir dünyanın keşmekeş içindeki halini anlatan bir film ve bu filmde kitapları kurtarmak için her şeylerini feda eden azınlık bir grubun erdemli mücadelesini göreceksiniz.

1966 yılı yapımı “Fahrenheit 451”de (Değişen Dünyanın İnsanları) kitapları ve düşünmeyi tehdit olarak gören devlet, itfaiye teşkilatını yangınların baş aktörü haline getirir. Burada itfaiye yangınları söndürmüyor, aksine kitapların evine ateş düşürüyor, çünkü bu ülkede kitap bulundurmak yasaktır ve kitaplar itfaiye erleri tarafından yakılmaktadır. Tabi ki buna toplumun büyük bir çoğunluğu da destek olmaktadır, çünkü evlerinin çatısında televizyon anteni bulundurmayanlar birinci dereceden şüphelidir. Bunun sebebi ise televizyon izlenmeyen bir evde muhakkak kitap bulunur düşüncesidir ve bu evler toplumsal tekdüzeliğe başkaldırı olarak algılandığı için derhal itfaiyeye bildiriliyor. Neredeyse ülkede yakılmadık kitap kalmıyor.

İtfaiye erlerinden Guy Montag, ilk başlarda hiç düşünmeden kendisine verilen görevi yerine getirirken daha sonra tanıştığı sistem karşıtı kızdan etkilenerek yaktığı kitaplardan birkaç tane alarak geceleri eşinden gizli bir şekilde okumaya başlar. Okudukça kitapların dünyasını keşfeder ve bundan sonra gecelerini aralıksız bir şekilde kitaplarla geçirir, ta ki bir gün eşinin kendisinden şüphelenip kitapları fark etmesine kadar... Montag’ın eşi kitap bulundurmanın suç olduğunu bildiği için bu durumdan çok korkar ve kendi evini itfaiye teşkilatına ihbar eder. Bu durum karşısında çaresiz kalan Montag, kitaplarını yakmak isteyen arkadaşını öldürerek sistem karşıtı muhaliflerin yanına kaçar.

Bugün kitapları yakmaya gerek bile yok

Kitap yakmanın, kitaplardan uzak durmanın erdem sayılması ve iktidarın, varlığını sürdürebilmesi için bir cümlelik yazılı bir metne bile tahammül edemeyecek kadar kitaplara savaş açması… Ve bu savaşa karşı direnen 50 kişilik bir grup, “dışarından bakınca serseri, içeriden bakınca kütüphane” olan bu grup her bir kitabı geleceğe taşıyabilmek adına hiç durmadan kitap ezberlerler. Her biri ezberlediği kitabın ismini alır. Kitabı ezberlerler çünkü; yakalandıklarında suç teşkil ettiklerini bildikleri için zihinlerine kazıdıktan sonra o kitapları yakarlar. Kitap bulundurmanın suç sayıldığı bir çağı tasvir eden Ray Bradbury’nin öyküsünü sinemaya uyarlamış yönetmen François Truffaut... Eleştirmenlerin dikkatini çekmeyen bu film Truffaut’un tek İngilizce filmidir.

Günümüzde teknolojik aletlerin insan hayatındaki yoğun etkisini düşünecek olursak Truffaut’un bu filmi belki de bizim kuşağımızı anlatmaya çalışmıştır diye düşünüyorsunuz ister istemez. Orada kitaplar devlet zoruyla yakılıyor, bugün ise kitapları yakmaya bile gerek kalmıyor.

 

Salih Ağbalık yazdı