Devir değişti, hiçbir şey eskisi gibi değil. Pişmanlık artık neredeyse lüks sayılıyor, tövbe dediğin bir gösterimlik serenat. Oysa öyle midir pişmanlık, öyle midir tövbe? Aklı başında insan bir de kalbine mukayyetse tövbe dediğin bir nimettir, pişmanlık dediğin bir fırsat. Hem de ne fırsat!
Artık ne pişman oluyoruz ne de tövbe etmeye ihtiyaç duyuyoruz. Aslında yolumuzun yol olmadığını herkes gibi biz de biliyoruz, hayatımız yanlışlarla dolu. Ne gittiğimiz yer belli ne duracağımız liman. Keşke bunun adı literatürde çokça tekrarlanan şu bildik akımlardan biri olsa. Ne yazık ki değil. Belki “Binmişiz bir alamete gidiyoruz kıyamete.” Öyle bir şey işte, bence başka bir açıklaması yok.
Oysa insan pekâlâ yanlış yapar; yanlış ne demek, adamakıllı kalkar başına bin bir türlü işler açar, günaha girer, kirlenir, hatta neredeyse tanınmaz bir hâle bile gelir. Kalbiyle irtibatlı olan biri arada her aynaya baktığında orada tanımadığı birine rastlayıp duruyorsa onun kendisi olma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. İnsan sıklıkla ziyandadır, onu kurtaracak şeyler bellidir, gelenekte kesinkes kayıtlıdır, ona bir şey olmaz, zaten yazısı da silinmemiştir, okunaklıdır, bugün de istersek bu alfabeyi sil baştan sökebilir, harfi harfine hem de mahreçlerine bile dikkat ederek okuyabilir, oradan kendimize bir yol, bir düstur, bir kazanç çıkarabiliriz.
Pişmanlık duymak, pişman olmak çok değerli. İnsanın yaptığı iyiliklerin, doğru adımların hemen oracıkta bizi tatmin edecek bir sonuca erişememesinden kaynaklanan bir pişmanlıktan söz etmiyorum. “Kul bilmezse Hâlık bilir.”; dahası “Ameller niyetlere göredir.” Attığımız adımların hayırlı olduğundan, çektiğimiz meşakkatin hiç de yabana atılmayacak bir feragat ve fedakârlıkla ilişkili olduğundan haberdarsak bütün bunları dert etmeye gerek yok. Benim demeye çalıştığım şey bu değil. Allah için yapılan şeylerin hesabını sormanın, bunun için birilerinden bir hesap dökümü talep etmenin hiçbir yenilir yutulur tarafı yok.