Kemal Tahir denince akla, ister istemez, “tarih yorumculuğu”nu konuşturduğu romanları geliyor. İyi bir romancı mı? Roman sanatının genel geçer kabullerine pek ters düşmese de aslında “çok iyi” kategorisinde sayabileceğimiz bir romancı değil. İzmir Suikasti’ni eksen alan “Kurt Kanunu”nu dışarıda bırakırsak, vasat bir romancı bile sayılabilir. (“Kurt Kanunu” Türkçede yazılmış en başarılı romanlardan biridir... Tamamen gerçek olaylardan, gerçek kahramanlardan yola çıksa da kendisini “fiktif” kılan/kılmasını bilen ender romanlardan biridir... Mesela, İttihat ve Terakki’nin İaşe Nazırı Kara Kemal, gerçek bir kişi olmaktan çıkıp bir roman karakterine dönüşmüş. Emin Bey ve Nuri Paşa, ha keza...) Kemal Tahir’i bizim gözümüzde değerli kılan şey romanları değil, tarihçiliği. Daha doğrusu, romanları aracılığıyla tarihe getirdiği farklı bakış açısı.
Farklı tarih kavrayışıyla da bir filozof
Kemal Tahir’in yakınında bulunmuş isimlerden rahmetli Ayşe Şasa, romancının arif ve filozof yönüne vurgu yapıyordu. Son tahlilde bu topraklardan neşvünema bulmuş, bu toprakların kokusunu hiç terk etmemiş, “yerli düşünce”yle meselesini halletmiş bir aydın, bir münevver. Farklı tarih kavrayışıyla da bir filozof... Bir konuşmasında, “En uğursuz, en pis hadımlık öğrenmemek, anlamamak, sepet gelip sepet gitmeyi kabullenmektir” diyordu. Bir cehennemden çıkmıştı. Tek parti döneminin sıkı düzeninde okumak, yazmak, yeni fikirler üretmek bir cesareti ön gerektiriyordu, bu cesaretinin bedelini 14 yıl hapis yatarak ödemişti.
Düşmanı çoktu. Resmi tarih tasavvurunun dışında (zaman zaman resmi tarihle çatışan) bir görüşü seslendirdiği için, yirminci yüzyılın total kavrayışını tevarüs etmiş, Cumhuriyet aydınının tepkisini çekiyordu. Sosyalist çevrelerce de pek sevilmezdi. Hep ezber bozan, statükoyu sarsan şeyler söylüyordu. (Sosyalizm, Batıcılık, Marksizm, vs...) Bu durum doğal olarak tepki topluyordu. “Yansıma” dergisinin soruşturmasına verdiği cevap, belki de ipinin tamamen çekilmesine neden olmuştu. Şöyle diyordu: “Maddenin en küçük parçası atomun parçalanabileceği fikrine sahip olmayan Marks mı iyi bilecek, bu bilgiye sahip olan ben mi iyi bileceğim? Tarihi maddecilik meselesinin de artık gözden geçirilmesi gerekiyor.”
Kemal Tahir’in ihaneti (!)
Kendisini ‘ilerici’ sınıflandırmasına dâhil eden bir yazarımız, ATÜT’ten yola çıkarak ‘kuruluşu’ (Osmanlı devletinin kuruluşunu) temellendiren Kemal Tahir’i ve ‘kerim devlet’ fikriyatını yargılıyordu. Bu yazarımıza göre Kemal Tahir, ‘Devlet Ana’ romanında hem kerim devleti yüceltiyor hem de “tarihi maddeciliğe ihanet ediyor”du. Fakat bir şeyi gözden kaçırıyordu: Tarih, özellikle toplumların hayatı, (ahlak ve moral değerler olmaksızın) sadece ‘tarihi maddeciliğin’ kavramlarıyla açıklanabilir mi? Hele, Osmanlı tarihi gibi spesifik bir alanda, bu tek ve geçerli yordam mıdır? Kemal Tahir’in, başlangıçta ‘olağanüstü’ ve ‘ilginç’ bulunan, tarihi maddeciliğin kavramlarıyla çeliştiği içinde yargılanan tarih tezi, basit bir karşılaştırmaya (akıl yürütmeye) dayanıyordu oysa; Hilmi Yavuz’un yerinde tespitiyle “Tarih, sosyoloji, antropoloji bize Batı toplumlarının somut gerçekliklerinin Doğu toplumlarındakinden (bu arada Türk toplumununkinden) farklı gelişmeleri belirlediğini ortaya koyuyor”; o halde yapılması gereken, somutu (bilineni) kuram yoluyla üretmekle yetinmeyerek, “kuramı somut yoluyla yeniden üretmek”tir.
Meselesi olan bir yazar
Kemal Tahir’in yaptığı buydu... Söyledikleri, ‘yeni’, ‘şaşırtıcı’, ‘özgün’ olmakla birlikte elbette spekülatifti; Timurlenk, Yıldırım Bayezıt, Sultan Galiyef, Nazım Hikmet, Mustafa Suphi’yle ilgili düşünceleri örneğin... Buna rağmen, Kemal Tahir’in, düşünen, yetinmeyen, bilinen ve kabul edilenin dışına çıkıp mütemadiyen araştıran, araştırdıklarının sağlamasını yapan cesur ve ‘meselesi olan’ bir yazar, bir tarih yorumcusu olduğu gerçeğini kim inkâr edebilir?
Mecburiyetten polisiye
Kemal Tahir, birçok türde ürün vermiş bir sanatçımız. Bunların başında F. M. İkinci ve Samim Aşkın müstearıyla yazdığı polisiye romanlar geliyor. Bunlar, Mike Hammer’ın yeniden üretimine dayalı telif edilmiş romanlar. İşsizlikten, zaruretten yazılmış romanlar, bu kez Kemal Tahir ismiyle yayınlanmaya başladı. Bir dönem, ‘Çağlayan Yayınları’ ve ‘Ekicigil Kitapları’ marifetiyle Mike Hammer maceraları, sipariş usulü düpedüz Türk yazarlara (Kemal Tahir, Afif Yesari, ‘Hayalet Oğuz’ namıyla maruf Oğuz Haluk Alplaçin) yazdırılıyordu. Bu kitaplar ilgi de görüyordu. Her biri en az 100 bin tiraj yapıyordu.
Kemal Tahir’in de 10’un üzerinde ‘sonradan üretim’ Mike Hammer romanı kaleme aldığı biliniyor. Kemal Tahir’in polisiyeleri için iki şey söylenebilir:
Bir: Koca romancı entrika kurmayı bilmiyor.
İki: Kahramanlar fazlasıyla yerli, fazlasıyla Türk.
Yazar buna izin verir miydi?
Düşünebiliyor musunuz, Polis Şefi Pat, Kasımpaşa’da bir kıraathaneden çıkmış gibi konuşuyor. ‘Mayk’ da yaradana sığınıp “karının iman tahtasına” çörekleniveriyor. Soru şu: Kemal Tahir’in sağlığında türlü nedenlerle imza koymadığı, imza koymaya yanaşmadığı romanları ‘külliyat’a dâhil etmek ne kadar doğrudur? Yazar hayatta olsaydı, bu kitapların (berbat bir roman olan ve yazarın tefrika halinde bıraktığı ‘Aşk Çetesi’ ve diğer tefrikalar da külliyata dâhil edildi.) Kendi imzasıyla intişarına, daha doğrusu ‘yağmalanmasına’ izin verir miydi? Bu yayınlama (yağmalama) çabası biraz ‘pornografi’yi zorluyor. Çünkü bilinmesi, görülmesi istenmeyen şeylerin faş edilmesi daha çok pornografinin sınırlarına giriyor.
Mayk değil, Kelleci Memet
Her şeye rağmen, keyifli romanlar bunlar. Hemen aklıma ‘Hadise Yayınları’ damgasını taşıyan bir Mike Hammer macerası geliyor. Bir mütercim ismi var ama kitabın Mickey Spillane’ye ait olmadığı o kadar belli ki...
Örneğin, New York’un azgın çetelerine karşı savaşan Mike Hammer, “herifleri önüne katıp” bir pataklıyor ki “iflah olmamacasına...” Bir şamar birine, bir şamar ötekine, neye uğradığını şaşırıyor çorbacılar. Bir yerde de şöyle bir cümle geçiyor: “Ben herife şamarı aşk edince ortalık ana baba gününe döndü.” Muhtemelen Kemal Tahir’in yazdığı romanlardan biriydi ve muhtemel ki yazarın bilmediğimiz üçüncü bir müstear ismi vardı. Keyifli olmakla birlikte çalakalem yazılmış romanlardır bunlar. Düpedüz ‘attırıldıkları’, daha doğrusu, “çevrilmiş gibi” yapıldıkları için, daha ilk cümlede ele verirler kendilerini. Kurgu ve matematik aranmadığı gibi, dil ve anlatım da bozuktur. Olaylar hep tek bir çizgide seyreder. Mesela, kahramanımızı New York sokaklarında “avare avare dolaşırken” görürüz; Mike Hammer dikkati değil, Kelleci Memet hinliği akıyordur üzerinden. Yahut bir batakhanede oturmuş bir yandan viskisini yudumluyor, bir yandan New York dilberlerini çimdikleyip Orta Anadolu lehçesiyle komplimanlar yapıyordur. Birden bir “velvele kopar” ve adamımız şallak mallak dalar hadisenin ortasına. Dur bakalım, kim kimdir, mesele nedir, neden durup dururken olaya karışmayı vazife edinmektesin? Bunun önemi yok. Ortada ‘ayrıştırılmayı’ bekleyen bir mesele vardır ve bunun Kelleci Memet yöntemleriyle halledilmesi gerekiyordur; ehem ve mühim....”
Romanı yazdı ama orayı hiç görmedi
Kemal Tahir, 10’un üzerinde Mickey Spillane romanı yazdı ama New York’u hiç görmedi. Hatta derler ki rahmetli, önüne New York şehir haritasını alır, kahramanlarını ona göre devindirirmiş sokaklarda. Hayal gücünü fazla zorlamamak için de “Mayk”ı mesken tuttuğu bardan dışarı çıkarmazmış. Kemal Tahir’in Mayk’ı da zaten biraz Kelleci Memet’e, biraz Kamil Bey’e, arifane konuşması gerektiğinde de biraz Emin Bey’e benziyor.
“Hafiyesi Kemal Tahir”, Makas dergisi, Nisan-Mayıs 2018, sayı 1.
Ahmet Kekeç