İmam-ı Gazali Hazretleri, kıymet verdiğim ve önemsediğim şahsiyetlerin en önde gelenlerindendir. Benim için o, herhangi bir âlim olmanın ötesinde, üstad olarak benimsediğim, ilmine güvendiğim ve yolunu takip ettiğim büyük bir şahsiyettir.
Onun hayatı da, eserleri gibi hep ilgimi çekmiştir. Medrese hocalığını bırakması, uzun bir arayış dönemine girmesi ve diğer yaşadıkları çok özel bir şahsiyet olduğunu göstermektedir. Eserleri ise yüzyıllardır ilim ehlinin başvuru kaynağı olmuştur. Hiç kimse kusura bakmasın ama bugün onun çapında bir âlimimiz yoktur. Olması da kolay kolay mümkün değildir.
Gazali sahil-i selamete ulaştırır
Gazali benim gözümde güvenilir bir gemi kaptanıdır ki onun gemisine binenler sahil-i selamete ulaşırlar. Ne mutlu onun kıymetini anlayanlara… Ne mutlu böyle bir âlimi bize lütfettiği için Cenab-ı Hakka şükredenlere…
Gazali’ye olan duygularımı sevgi zemininde izah etmek bile yetersiz kalıyor. Bir ruhun bir ruhta sükûn bulmasıdır aslında anlatmaya çalıştığım. Ve bu duyguyu ilk defa bugün de yaşamıyorum; onun eserleriyle tanıştığım günden beri bu duyguyu hep yaşıyorum. İmam-ı Gazali’nin, Efendimiz aleyhis selatü ve selamın hakiki bir varisi olduğuna bütün hücrelerimle şahitlik ediyorum. Onunla bu âlemde mana boyutunda, öteki âlemde de gerçek boyutta görüşebilirsem, bu benim saadetim olacaktır. Bu sözlerimle dahi İmam-ı Gazali’ye bir merak uyandırabilmişsem, bir kişiyi bile olsun ona yönlendirebilmişsem ne mutlu bana…
Gazali noktayı koymuştur
Büyük üstadım İmam-ı Gazali Hazretleri, büyük bir beyin ve büyük bir ufuk taşıdığı için hayatından sonra da en çok tartışılan isimlerden birisi olmuştur. Onun yöntemini ve metodunu tümden benimsemiş birisi olarak onun birçok konuda noktayı koyduğuna inanıyorum. Açıkçası İmam-ı Gazali’nin eleştirilmez olduğunu düşünmüyorum ama onu eleştirenlerin de mutlaka bir zaaf veya noksanlıktan ötürü bunu yaptıklarını zannediyorum. Özellikle felsefe ile ilgilenenlerin onu çok eleştirmeleri ise dikkatimi çekiyor. Hasıl-ı kelam, İmam-ı Gazali Hazretleri tüm bu felsefî itirazlara rağmen bugün yıkılmaz bir kale gibi dimdik ayaktadır.
Gazali’ye ilgi artıyor
Tarih ve Kültür Araştırmaları Derneği’nde Ömer Türker Hoca tarafından verilen Gazali Okumaları seminerleri de, Gazali’nin gündeme getirilmesi ve onun fikirlerinin duyurulması açısından oldukça faydalı idi. O dersleri hatırlayalım:
Bu derslerde dinî içerikli bir konuda Gazali’nin ne söylediği üzerinde durulmuyordu. Bir hakikat arayışı formatında, felsefî bir zeminde felsefe ile ilgili konular ele alınıyordu. İyi bir felsefî zekâya sahip olduğunu düşündüğüm Ömer Türker Hoca, yaptığı işin tam da hakkını veriyordu. Yani kendisinin felsefe anlatma noktasında çok başarılı ve birikimli bir hocamız olduğunu söyleyebilirim. Hatta gözlemlediğim kadarı ile bir felsefecinin de ötesinde, düşünmekten yorgun düşecek kadar kafasını bu işe verdiğine de şahit oldum. Dersi takip edenlere, kafa karıştıran sorulardan peşpeşe sorabilmesi de bu konudaki başarısını ortaya koyuyordu.
Kelam Gazali’yi tatmin etmedi
Ömer Türker Hoca bu derslerde Gazali’nin kelamcılara ve filozoflara olan yaklaşımı ile ilgili genel bilgiler verdi. Gazali’nin, kelamcıların aklın hakkını veremediğini, filozofların ise yöntemlerini benimsememekle birlikte onların aklın hakkını verdiğini düşündüğünü söyledi. Bu anlamda dinî ilim olarak bir tek tasavvufu kabul ettiğini ifade etti. Fakat Gazali’nin kelamı eleştirmesi ile kelamda söylenilen düşünceleri eleştirmesinin birbirinden farklı şeyler olduğunun altını çizmeyi de ihmal etmedi.
Kelamcılar beni de tatmin etmedi
Benim Gazali’ye hayran olma sebeplerimden birisi de Gazali’nin kelama ve felsefeye karşı olan yaklaşımı olmuştur. Ben de hiçbir ilmi küçümsememekle birlikte filozofların veya kelamcıların yöntemleri ile hakikat namına pek fazla bir şey elde edileceğini düşünmüyorum. Fakülte yıllarındayken kelam dersinde kelamın sorunları halletmediğini ve asıl yöntemin aşk olduğunu söylediğimde hocamızın tepkisini çekmiştim. Allah’a olan yakinimiz ancak aşk ile artabilir diye düşünüyordum. Faraza bir ateist olsam kelamcıların delilleri asla beni tatmin etmezdi.
Bu konuda Ömer Türker Hoca’nın ilm-i siyaset yapmayıp bildiğini açık ve net bir şekilde söylemesini çok takdir ettim. Hoca demişti ki: “Kelamda bin tane ispat vardır; bu ispatları bildiğiniz zaman Allah’a daha çok inanmazsınız. Ne Allah’a teslimiyetiniz artar; ne de Allah’a hiçbir şekilde kuşku duymayacak şekilde imanınız olur. Yani Gazali’nin söylediğinin bir karşılığı var.” Hocamızın bu sözlerine kelamcıların itiraz etmeleri muhtemeldir fakat ben onun bu konuda kesinlikle haklı olduğunu düşünüyorum.
Bilginin dayandığı yer neresi?
Gazali’yi tanımak açısından Gazali’nin kelam ile ilgili görüşlerini bilmek önemlidir. Kelam Gazali’yi asla tatmin etmemiştir. Bu konuda Ömer Türker Hoca şunları söylemişti: “Gazali kelamî düşüncede sorun gördü. Kelamın yönteminin veya hiçbir nazari düşüncenin insanı bir kesinliğe ulaştıramayacağı sonucuna vardı. Kelamî yöntem istidlalî bir şekilde bilgi edinme üzerine kuruludur. Bunun Gazali’yi memnun etmemesinin nedeni, bu yöntemin Allah hakkındaki bilgilerin kesinliğine kesinlikle ulaştırmamasıdır. Gazali bu metoda yani bilinenden bilinmeyene gitme yoluna olumsuz bakmıştır. Bir bakıma peygamber gibi bir kesinlik aramıştır. Kelam yöntemi ise böyle bir tecrübeye kapalıdır. Kelam, tamamen peygamberin haber verdiği hususların insanın akıl yürütmesiyle doğrulanmasına dayanır.”
Ömer Türker Hoca, biz Müslümanların bilgi tasavvurlarının vahye dayanması noktasında da önemli bir tespit yapmıştı. Bu konuda şöyle söylemişti: “Bilgi hakkındaki bütün tasavvurumuz Peygamberin Allah’la görüşmesi ve ondan bilgi almasına dayanıyor. Peygamberin Allah’la konuşması her türlü istidlalî bilginin ötesinde ve her türlü istidlalî bilgiyi aşan bir güce sahip…” Ben hocanın bu sözlerinden, bu meselenin gidip de Hira’ya dayandığını yani bir meleğin Hz. Peygamberle iletişimine inanıp inanmamaya dayandığını anlıyorum. Bu ise delil ile inanılacak bir mesele değildir.
Kelam faydalı bir ilimdir
Buraya kadar söylediklerimizden kelam ilminin asla zararlı ve faydasız bir ilim olduğu sonucu çıkmasın. Hocamız da zaten böyle bir şey söylemedi. Bendeniz de kelam ilminin faydasına inanıyorum ancak insanı yüksek hakikat düzeyine ulaştıracak ilmin kelam olmayacağını düşünüyorum. İnsan zihninin karşılaştığı problemler zihnî düzeyine göre zamanla değişiklikler arz eder. Kelam bizi başlangıç düzeyinde bir yerlere götürecektir ancak sonrasının bir garantisi yok...
Mesela kelamda bilhassa başlangıç düzeyi hakikat arayıcılarının bilmesi gereken “hudus delili” diye bir şey vardır. Ömer Türker Hoca kelamcıların hudus delilini şöyle izah etmişti: “Kelamcılar dedi ki; cisimler dünyası hadistir yani sonradan olmuştur. Nesneler atomlardan oluşur, atomlar arazlar olmadan var olamazlar. Arazlar da cevherler olmadan var olamazlar. Cevherler de kendiliğinden hareket edemezler. ‘Arazlarla cevherleri birleştiren dışardan bir güce ihtiyaç var’ dediler. Onun hadis olduğunu ise başkalaşan bir şeyin ezeli olmayacağını söyleyerek savundular. Her cisim hadistir ve bir muhdise muhtaçtır. Bu muhdis de ezeli ve baki olan Allah’tı. İşte buna hudus delili deniyor.”
Hakikate akıl mı takva mı ulaştırır?
Kelamı yararlı bulmama rağmen beni tatmin etmeyişinin bir sebebi de kelamın bilgiye istidlal yani delil getirme, yani akıl yürütme yolu ile ulaşılabileceğini savunmasıdır. Âcizane, bendeniz eskiden beri bilgiye akılla değil takva ile ulaşılabileceğini savunmuşumdur. Bunun burada delillerini saymam mümkün değil fakat bu konudaki kesin kanaatim budur.
Kelamcıların bu meseleye bakışını Ömer Türker Hoca çok güzel bir şekilde şöyle özetlemişti: ”Kelamcılar şu kadar iyi takvalı bir insan olmanın Allah hakkında bilgi vermeyeceğini düşünüyorlar. ‘Sadaka vereyim de Allah’ın cömertliğini kavrayayım’ düşüncesini kabul etmiyorlar. ‘Bu tamamen aklî bir meseledir’ diyorlar. ‘Böyle yaparak dindar olabilirsin ama Allah’ı kavrayamazsın’ diyorlar.” Ömer Türker Hoca bu izahı yaptıktan sonra kelamcıların ahlak ilmi ile ilgilenmediklerini, bu konuyu tasavvufçulara bıraktıklarını söyledi. Belki de kelamın kuru bir istidlal davasına dönüştüğünü ifade etmek istedi.
Bediüzzaman bir kelamcı mı?
Dersin sonlarına doğru bendeniz hocamıza Bediüzzaman’a kadar kelamın ahlaktan ayrı bir zeminde olduğunu ancak Bediüzzaman ile birlikte kelama bir format atıldığını söylemeye çalıştım. Fakat hocamız bu görüşüme katılmadı. Bediüzzaman’ın bir kelamcı değil, bir aksiyon adamı olarak sistemini iman ve ahlakın birlikte gitmesi üzerine kurduğunu söyledi. Bediüzzaman Hazretlerinin yaptığı şeyin irşad faaliyeti olduğunu, bunu abartıp kelam ilmini yenilemek olarak görmemek gerektiğini ifade etti.
Risale-i Nurların kelamî olup olmadığı meselesi de tıpkı onların bir tefsir olup olmadığı meselesi gibi hep tartışılagelmiştir. Bazı akademisyenler onları bir tefsir sınıfında incelerken bazıları da tefsir olmadıklarını söylüyorlar. Ben Ömer Türker Hocamızın kıymetli görüşlerine değer vermekle birlikte Risale-i Nurların bütün değerini tefsir olmalarına bağlıyorum. Yani sadece İşaretül İcaz’ı değil, Risale-i Nur’un tümünü kelam yöntemi ile yazılmış hakiki bir tefsir olarak görüyorum. Doğrusu ehl-i Risale-i Nur bu konuda ne düşünüyor, onu da merak ediyorum.
Aydın Başar haber verdi