Urfalı Kel Hamza… Hamza Şenses… Saçları çok erken döküldüğünden Kel Hamza denmiş kendisine. 1904 yılında Urfa’da doğmuş. Asıl mesleği keçecilik.
O da Urfa’nın diğer büyük sesleri gibi hoyrat okumaya, türkü söylemeye para kazanmak amacıyla başlamaz. Para için okumak, söylemek ayıp sayılmakta o zamanlar. Onlar hüzünden, dünya gurbetinden, yitirişlerle dolu bir iklimin içinden seslenirler. Yaşadıkları neyse onu seslerler. Sahicidirler onun için. Yapay değildir söyledikleri. Keçecilikle uğraşmasına rağmen çok temiz ve şık giyinir Kel Hamza. Bağlama, tambur ve cümbüş, çalmayı bildiği müzik enstrümanları. Sesi çok etkileyici. İnsanın içine dokunan, dokunduğu yeri yakıp kavuran bir ses. İçli, en içten…
Etrafındaki eşin dostun ısrarıyla ilk plağını doldurmuş
Urfalı Kel Hamza… “Kışlalar Doldu Bugün” türküsünü o kadar içten, o kadar sahici söyleyen ikinci bir kişi daha zor çıkar herhalde. Çocukluğu bir imparatorluğun dağılışına, imparatorlukta kopan fırtınalara denk gelir. Acıyı, yoksulluğu, yokluğu, kaybedişi seyreyler. Bir yangı yerine dönmüş coğrafyanın ortasındadır. Bitmek bilmeyen savaşların… Bir cepheden başka bir cepheye koşan Mehmetlerin hazin öykülerinin içinde. Seferberlik türküleri çınlar kulaklarında. Gidip de dönmeyenlerin ağıtları... Çanakkale, Irak, Kafkasya, Filistin, Yemen, Galiçya… Kınalı kuzuların geri dönmediği cepheler. İçli ağıtların yüreklere bir sızı gibi saplanması. Bıyıkları yeni terlemiş Anadolu civanlarının mezarlarının bile bulunamadığı yerler. Yaşlı gözler, ucu yanık mektuplar, gözyaşıyla ıslanmış mendiller…
Onca yokluğun, yoksunluğun içinde var kalma savaşı… Bu savaşta bir millet yeniden ayağa kalkar. Acılar derlenir, acıları dile getiren türküler, şiirler… Urfalı Kel Hamza, hem hoyrat okur, hem türkü derler, hem de gazel dinler. Mektep medrese görmez çok arzu etmesine rağmen. Kendi kendine öğrenir okumayı yazmayı. Güzel sesi keçeci dükkânının duvarlarında çınlayıp durur. Etrafındaki eşin dostun ısrarıyla ilk plağını doldurur. Sesi memleketin her köşesinde çınlamaya başlar. Sevilir, çokça dinlenir. Urfa Halkevi’nde büyük ustalarla tanışma, sıra geceleri, dağ yatıları, bağ-bahçe gezileri… Urfa’da Anzılha Çay Bahçesi ve Çardaklı Kahve… Adana, Gaziantep ve Diyarbakır gibi şehirlerde de çalar, söyler.
Kel Hamza, “Kışlalar doldu bugün/ Doldu boşaldı bugün/ Gel gardaş görüşelim/ Ayrılık oldu bugün” uzun havasını Diyarbakır’da askerlik yapan kardeşini görmeye gittiğinde söyler. Kardeşten ayrılık söylettirir bu uzun havayı. Gerçi Kel Hamza bütün çocukluğu boyunca asker ağıtlarıyla ve seferberlik türküleriyle büyümüştü. Uzak değildi bu hasrete, bu acıya. Onun için dinleyenin içine işler bu uzun hava.
Titrek bir mum alevi gibi titreten bir ses
Yaşar Nezihe Hanım’ın “Aşkın Ne Derin Yareler Açtı Ciğerimde” şiirini de besteler Kel Hamza. Nezihe Hanım bu şiiri küçük yaşta kaybettiği oğluna yazmış. Kel Hamza’yla aynı ruh ikliminde yaşayan Nezihe Hanım’ın bu şiiri hüzün ve keder doludur. Zaten eseri Kel Hamza’dan dinlediğimizde bir büyük hasretin, hüznün, kaybedişin kapısına gelir dururuz. Dünyanın değersizliğini hissederiz o derin ürpertiyle. Hissettirir bize onun içli, hüzünlü sesi. Titrek bir mum alevi gibi titreten, titreyen sesi…
“Diyarbakır bu mudur elleri kınalı/ Desti dolu su mudur gözleri sürmeli/ Gittin ki tez gelesin elleri kınalı/ Tez geldiğin bu mudur elleri kınalı” türküsü de Kel Hamza’nındır. Kızının kendine yazdığı bir mektup üzerine söyler bu türküyü. “Duman Duman Olmuş Karşıki Dağlar”, “Urfa Dağlarında Gezdiğim Çağlar”, “Ay Doğar Aşmak İster”, “Aya Bak Yıldıza Bak”, “Mendil Bağlarım Yandan”, “Nere Gidem Kardaş Nere Var” ondan geriye kalanlar. Kısacık ömrüne sığdırdığı bu toprakların ruhuyla söylenmiş türküler, uzun havalar, hoyratlar, ağıtlar…
Urfalı Kel Hamza, 1939 yılında sanatını icra ettiği Çardaklı Kahve’de dengesini kaybederek bir gece Nacar Pazarına düşer. Kafasını bir kütüğe çarpar. Beyin kanaması geçirerek vefat eder.
Selam olsun Kel Hamza’ya!
Muaz Ergü yazdı